Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

01 Haziran '08

 
Kategori
Kitap
 

Lal Ağıtlar

Lal Ağıtlar
 

Lal Ağıtlar


Töre kıskacında bir keklik gibi, kafese kapatılan ve her gün ölüm korkusuyla titreyen Aze; Cevahir'in insan ve doğa sevgisiyle coşan yüreği sayesinde, kafesinden çıkarılıp dağlara salıveriliyor... Sonra peşinden koşup ılık kanatlarının altına alıyor onu Cevahir. Artık ikisi de firar, ikisi de kaçak. Yüzyıllar önce zulme, katliama uğrayıp dağların doruklarına çekilen ceylanlar, gazallar gibi onlar da yüzlerini dağların en yüksek yerine verip doğanın yüreğine çekildiler.

“Torosların bu serin, güneşli, turunç sabahında göç kuşları gibi gide gide yorgun düştüler.” (Syf.5) cümlesiyle başlıyor Lal Ağıtlar. Onların serüvenleri böyle akıyor; Aze'nin bebesini kendi bebesi bellemiştir Cevahir. Şimdi önlerinde çok zorlu, çileli bir yol durmaktadır. Feodal baskılardan, törelerden, insanoğlunun zulmünden olabildiğince kaçmak, kurtulmak.

Ama “... korku at sırtında, arkalarından dört nala gelen eli kanlı bir süvariydi...” bu yüzden dağların doruklarına kaçtılar. Hançer Dede'nin, Dilan Ana'nın “saklı cennetine” sığındılar. Fakat ikisi de ölmüştü. İyi ki Keko Abdülkadir'in sıcak, insancıl, şefkatli kucağı vardı, iyi ki orada soluklandılar, rahat nefes aldılar. Artık onlar saklı cennetin çocuklarıydılar. Ceylanların, gazalların, geyiklerin özgürce koştuğu diyarları kendilerine yurt edindiler.

Mustafa SANCAR'ın “Lal Ağıtlar” isimli romanı, Aze'nin Yakarışı romanının devamı olarak yine Berfin Yayınlarından çıktı. 207 sayfa.

Roman, umudu dibe vuran Aze'nin Cevahir sayesinde yeniden yaşama tutunmasını konu ediniyor. Öldürülmek üzere kendisine teslim edilen Aze'yi sahiplenen Cevahir, aslında kendi diriliş destanını da yeniden yaratmış oluyor. Sancar'ın hümanistçe atan yüreğinde insan ve doğa betimlemeleri olağanüstü güzellikle çoğalıyor. Roman ilk satırından, son satırına kadar büyüleyici tasvirlerle, betimlemelerle yatağına sığmayan bir nehir gibi coşuyor. Yazar, gerçek yaşamın, doğanın tüm güçlüklerini yaşadığını, bildiğini, ayrıca çok iyi bir gözlemci olduğunun ip uçlarını da veriyor böylece.

Tasvirlerinde en ince ayrıntılara kadar iniyor yazar, kanaviçe işleyen bir kadının elleri gibi her kelimeye ustaca dokunuyor. “Upuzun kavak ağaçlarından iplik iplik örümcek ağları uçuştu, güneşte ışıyarak boşlukta devindiler, ipliklerden biri gelip Lal Keziban'ın yüzüne yapıştı.”(syf.46) cümlesindeki gibi. Doğada gezinen kaçımızın yüzüne yapışmamıştır örümcek ağları?”

Doğa ve insan ilişkisini anlatısının merkezine alan Sancar, güçlü bir anlatımla adeta büyülüyor okurunu. Aslında neyin anlatıldığı pek önemli değil onun için, o “nasıl anlatırım?”ın peşinde koşan bir yazar. Bu nedenle kelimeleri iyi seçiyor, yerinde kullanıyor. Kişi anlatımlarında, psikolojik çözümlemelerde de Sancar, gözlemci yönünü gösteriyor. Toplumcu-gerçekçi çizgide yazıyor. Anlatısının satır aralarında dostluğun, arkadaşlığın, umudun, vefanın ılık nefesini duyumsuyor okur. Kurgu ve anlatım, doğa betimlemeleri, kahramanlar ve mekanlar birbirini bütünlüyor romanda. Zaman zaman kahramanların iç çalkantılarına da iniyor yazar. Özellikle Lal Keziban'ın kızı Aze'ye yaktığı ağıt sarsıyor okuru... Sağır ve lal bir ananın iç dünyası, kendiyle verdiği savaş başarılı bir üslupla verilmiş romanda. Lal bir insanın ağıdı belki de ilk kez konu oluyor romana. Bu yönüyle de çarpıcı Sancar'ın anlatısı. Biraz dalalım satır aralarına hep birlikte;

“... üşümeye başlamıştı, yorganı omuzlarına kadar çekip dışarının yağmurlu karanlığına bakıp bakıp ağladı. Ağlarken ayağı kırık beşikler gibi sallandı. Hem sallandı, hem ağladı, hem de anlaşılmaz sözlerle ağıtlar söyledi. Lal ağıtlar. Yaktığı ağıtlar, soğuk karanlık odanın içinde gecenin yarısına kadar sürdü...”(syf.41)

Romanın ilerleyen sayfalarında, Aze, Cevahir ve Keko Abdülkadir'in birbirlerine tutunarak yeni bir yaşam kurdukları “saklı cennete” bir şafak vakti jandarmalar tarafından baskın yapılır. O anda gerçek yaşamla yüzleşirler. Uzun süredir daldıkları düşten uyanırlar. Ama yine de Cevahir, “Aslan Abi”nin gizemli varlığına inanmakta, yaşama gücünü, geleceğe dair umudunu ondan almaktadır. Ne ki bir gün, uçurumun kıyısındaki nar ağacının sırrını öğrenecek ve bu gerçekle sarsılacaktır. Ama dünya yine de dönmekte, hayat sürmektedir. Aslan Abi'nin zalimlerin korkulu rüyası olan mavzeri artık Cevahir'in iri ellerindedir.

Lal Ağıtlar, çarpıcı anlatımı kadar, konusu ve kurgusuyla da başarılı bir roman olma özelliğini koruyor. Serinin ilk kitabı olan “Aze'nin Yakarışı” köy romanı özelliklerini daha belirgin göstermesine rağmen, “Lal Ağıtlar” bir doğa romanıdır. Dostluğun, arkadaşlığın, dayanışmanın, yardımlaşmanın sıcaklığını farklı, özgün bir dille veren bir anlatı... Roman, Aze'nin, Cevahir'in, yaşlı Keko Abdülkadir'in Torosların doruklarında silme çiçekler arasında, nar ağaçlarının, pınarların, yeşilliklerin koynunda saklı bir cennette verdikleri yaşam mücadelesini tasvir ediyor. Geceyarısı, ayışığında “narlı suya” inen gazalların, ceylanların, geyiklerin hıçkırıkları Toroslardan yükselip Cevahir'in yüreğinde büyüdükçe büyüyor.

Romanın sonunda bir Sürpriz bekliyor okuru. Hüznü ve sevinci bir arada taşıyan bir Sürpriz. Ama hayat her şeye rağmen yine de sürüyor. Ve Sancar haykırıyor;

“İnsanoğlu zulmü adet edindi ama,

Dünyanın gözü aydın olsun ki,

hayat yine de devam ediyor...”

(*) Mustafa SANCAR, LAL AĞITLAR, Berfin Yayınları, Şubat 2008

 
Toplam blog
: 107
: 1402
Kayıt tarihi
: 01.11.06
 
 

1970 yılında Siverek'te doğdum. İlk ve orta öğrenimimi Tarsus'ta tamamladım. İstanbul Üniversitesi ..