Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

05 Şubat '07

 
Kategori
Gündelik Yaşam
 

Mağarada kalsak daha mı iyiydi?

Mağarada kalsak daha mı iyiydi?
 

İnsan soyu neden bu kadar gelişmiş? Dünyada evrim ivmesi en yüksek olan canlı neden insan? Gerçekten doğanın en güçlüleri biz miyiz?

Aslında dünyadaki en zayıf canlılarız. Zaten böylesi teknolojik bir gelişme, çok derin bir kompleksin sonucu. Doğada yaşayabilmemiz için hiçbir fiziksel donamımız yok. İnsanı bir an için vahşi doğada düşünün. Hasımlarımızdan kaçacak güçlü bacaklara sahip değiliz. Herhangi bir hayvanı parçalayacak pençelerimiz yok. Sindirim sistemimiz çiğ et yemeye müsait değil. Doğada tek başımıza yaşama şansımızsa hiç yok! Bu kadar gelişmiş olmamız da bu zayıflıktan kaynaklanıyor işte.

Elinde okuyla ava çıkan bir aslana rastlamışlığınız var mı? Böyle bir gereksinimi olmadığından, sittin yıldır öyle kalmıştır o aslan. Ne gerek var ki silaha? Ona sorsan söyleyeceği belli;

— Abicim ne uçucam kaçıcam yaaa. Gözüme kestirdiğim zebrayı indiririm aşşa, olur biter.

Oysa biz, hayatta kalabilmek için sürekli yeni aletler geliştirmek zorundayız.

İnsan soyunun atası için durum daha da zordu kuşkusuz. Henüz yere inememişler, ağaçlarda yatıp kalkıp yaprak yiyerek yaşıyorlardı. Bugün kimi lokanta, restaurant vb. yerlerde geviş getiren insanlara rastlama nedenimiz bu belki de. Bilinçaltındaki dürtülerin bedene yansıması.

Ağaçlarda yaşıyorlardı, çünkü o tarihlerde güvenli sığınakların, yani üç oda bir salon mağaraların hepsi, Sayın Ayı Bey ve Ailesi tarafından kullanılmaktaydı. Demek o zamanlar da 'Bekâra mağara yok!' anlayışı yaygındı.

İnsan soyu için dönüm noktası, ateşin bulunması oldu. Ateşin kullanılmaya başlanmasıyla başlamıştır yerdeki yaşam. Tesadüfî bir şekilde diğer canlıların korktuğunu fark etmişler bu ısı ve ışık kaynağından. Bu da bir muamma aslında. Neden ateşten korkmayan tek canlı insandır? “Oğlum sakat bi durum olsa bilirdik” düşüncesi ile açıklanabiliyorsa eğer, ateşi bulanların Türkler olduğunu söyleyebiliriz. Ama madem bizden gayrı herkes korkuyor, bunu kullanalım.

Eline gazlı bir meşale ve Tokai çakmak alan bir insan ailesi, yüzyıllardır giremediği, kendisi için cıs olan Ayı Bey'in mağarasına girer. Ayı Bey, uzandığı yerde istifini bozmadan, tek kaşını havaya kaldırmış bir şekilde, bu cüretkar aileye bakar merakla.

— Selamın Aleyküm.

— Aleyküm selam?

— Birader, sana zahmet, on dakika içinde boşaltıyorsun mağarayı.

— Niye len? Almanya'dan oğlun mu gelecek?

— Hemşerim, biz burda tarih yazıyoruz, sen olayı skeç boyutuna getiriyorsun.

İnsan ailesinin babası küçük oğluna dönerek;

— Cabbar, ateşle babacım.

Meşalenin yanmasıyla birlikte 'hobareeeyyyy' nidaları eşliğinde mağarayı terk eder Ayı Bey ve Ailesi. Bu olay, insan soyu için yeni bir sistemin, yeni bir hayatın kapılarını aralar.

Mağaraya geçiş, beraberinde birçok yeniliği, kolaylığı, doğal olarak yeni kavramları da getirmiştir. Mağaranın içinde merkezi ısıtma sistemleri kurulmuş, kullanılan aletlerle ve silahlarla öldürülen hayvanlar kebap, pirzola, ekmek arası olarak pişmiş bir şekilde servis edilmiş, daha da iyisi, bundan önce hemen tüketemezlerse bırakıp gitmek zorunda kaldıkları leşler mağaralarda saklanabildiğinden, stokçuluk mantığı peydah olmuştur. Çocuklar arası oda kavgalarının yaşanmış olması da kuvvetle muhtemeldir elbette.

Buradan bakıldığında önemli ve yararlı bir buluşmuş gibi görünen ateş, yine insan soyunun elinde, insanlar için tehlikeli bir hal almıştır. Rant amaçlı yakılan orman arazileri, ahşap evler, 'bazı oteller' vb. örneklerle açıklanabilir, faydadan ziyade zarar meselesi.

Diğer önemli hadise de tekerleğin icadı ve kullanılmasıdır (Lütfen, Merter tayfası alınganlık göstermesin, burada kastedilen kendileri değil). Bunu da önemli ve yararlı sayan bilim insanlarının, ülkemizdeki trafik kazası bilânçolarını hesaplamadığı bir gerçek.

Güçsüzlüğümüzden nasıl utanmış, nasıl komplekse girmişsek, canlıları sınıflandırırken, ' Canlılaaaaaarr üçe ayrılııııııırrr. Bitkileeeeeer, hayvanlaaaaaarr, insanlaaaaaar' fikrini aşılamışız okullarda. Bilimciler, hayvanlardan ayrı tutmuş insanları. Oysa canlılar ikiye ayrılır: Bitkiler ve hayvanlar. Çok isteniyorsa eğer üçüncü bir tür, şöyle yapılabilir; bitkiler, hayvanlar, hayvan oğlu hayvanlar!

İnsan soyu için önemli buluşlardan biri (belki de en önemlisi) konuşmadır. Zurnanın zırt dediği yer burasıdır işte. Konuşmanın bulunması, iletişim için önemli bir adım sayılır. İnsanların anlaşması kolaylaşmış, düşünme yetenekleri gelişmiş, teknolojik ilerleme sağlanmıştır.

Konuşmak, insanlar arası iletişim kurulmasında gerçekten yararlı mıdır acaba? Daha mı kolay olmuştur anlaşmak?

Sanıldığı kadar kolay değildir aslında konuşmak ve dinlemek. Konuşacak kişinin sözlerini; geçmiş yılların deneyimi, hayata bakışı, beklentileri, hayatı algılama şekli, o an etrafında olup bitenler ciddi öçlüde etkiler. Dinleyen için de aynı şartlar mevzu bahis. Konuşan taraf ne söyleyeceğini belirledikten sonra, beyninde oluşturduğu mesajı, dil, dudak, damak, gırtlak gibi araçlarla sese dönüştürüyor, mesajını bu yolla karşı tarafa iletiyor. Dinleyen ise, hava titreşimleriyle gelen bu iletiyi kulakla 'duyduktan' sonra, sinirler aracılığıyla beyne iletiyor, orada şifreler teker teker çözülüyor, ileti algılandıktan sonra beyin tarafından yorumlanıyor. Bu yorumlama sürecinde de dinleyenin geçmiş deneyimleri, hayata bakışı vs. önemli rol oynuyor. Muhtemelen de çoğu zaman, konuşmacının söyledikleri, dinleyen tarafından yanlış yorumlanıyor.

Kırk beş dakikalık cep telefonu konuşmasından sonra, erkeğin kadına söylediği “kapatalım istersen, sana çok yazdı” inceliği, kadın tarafından “Yani benimle konuşmaktan sıkıldın mı? ” şeklinde cevaplanabiliyor. Diğer konuşmalara ne buyrulur?

Sizin Mısır Piramitleri'ndeki mimari olağanüstülüğü anlattığınız bir sırada, “Niye Keops Heykeli derken bana dikkatle bakıyorsun? Her fırsatta yatakta soğuk bir heykel gibi durduğumu ima etmek zorunda değilsin!” cevabını almanız da olası.

Veya

Adam: - Bu gece erken uyumak istiyorum.

Kadın: - Artık benimle vakit geçirmek sana zevk vermiyor. Başka biri mi var?

Anlamsız diyalogları sürer gider böyle.

Sürekli yanlış anlama/anlaşılmanın yaşandığı bir gerçek. Belki hiç konuşmasak, daha az sorunla karşılaşacağız günlük hayatta. Bu yeteneğimiz hiç olmasaydı, anlaşabilmek için bu kadar uğraşmamıza gerek kalmazdı belki de. Beslenme ve barınma gibi temel ihtiyaçlarımızı karşıladıktan sonra, üreme faaliyetleriyle devam ederdik günümüze mutlu mutlu. Başka bir derdimiz olmazdı yani.

“Bu kadar değişkenin işin içine girdiği iletişim sürecinde, kişilerin birbiriyle anlaşabilmeleri şaşılacak bir başarı olarak görünüyor. Bu karmaşık sürecin ürünü olan iletişim, çözdüğü kadar getirdiği sorunlarla da günlük yaşamın büyük bir bölümünü doldurarak sürüp gider. Bu sorunlar, kişiler arasındaki anlayış, yorumlayış ve duyuş farkının ‘doğal’ ve ‘kaçınılmaz’ olduğunu kabullenmeden doğan ‘hoşgörüyle’ büyük ölçüde çözülebilir” diyor Dr. Doğan Cüceloğlu, konuşmanın ve anlaşmanın zorluklarını anlatırken.

Bana öyle geliyor ki, ateşi kullanmaya başlamasıyla, kendinin daha güçlü, daha gelişmiş, daha mutlu olacağını sanan insan soyuna, kovulduğu mağaranın önünden bakıp kıs kıs gülüyordur, konuşma yeteneği olmadığından boşanma gibi problemleri tanımayan Ayı Bey ve Ailesi.

 
Toplam blog
: 70
: 1618
Kayıt tarihi
: 23.07.06
 
 

Milliyet Blog'un ilk yazarlarındanım. Uzun yıllar gazetecilik yaptım, sonra bir sabah uyandım ki ..