Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

08 Haziran '09

 
Kategori
Gündelik Yaşam
 

Manitaya bakl

Manitaya bakl
 

Gözleri çakmak çakmak cin gibi...


Birisi dedesiyle, diğeri babaannesiyle gelmişti Belediye Başkanının seçimlerden sonra seçmenlere verdiği teşekkür yemeğine…

Özgür sağıma, Ali de onun sağına oturmuştu. Biz ise üç kişiydik ve Ahmediye köylüleriyle aynı masaya oturtulmuştuk.

İki arkadaştılar ve çok tatlı konuşuyorlardı birbiriyle… Çok da canlıydılar, kıpır kıpır… İlgimi çektiler. Uzun yıllar geçmişti öğretmenlikten emekli olalı. Hep çocukları özlüyordum. Daha geçen hafta torunumun ‘Okuma Bayramı’na’ katılmıştım. Gecesinde yastığa başımı koyduğumda Yağmur’un ve arkadaşlarının sesleri kuş seslerine karışıyordu. Bu durum benim dudaklarıma da tatlı bir gülücük konduruyordu. Uyumak istiyordum, uyuyamıyordum sesler kulağımdan gitmediği için.. Şimdi de bunlar. Acaba bu gecede Özgür ile Ali’nin seslerini mi duyacaktım. Kendiliğinden başlayan sıcak bir sohbete başlamıştık bile çocuklarla… Tanışmıştık artık.

Her ikisi de Amasyalıydılar. Belli ki İstanbul’da doğmuşlar ama, İstanbul neresidir henüz öğrenememişlerdi. Ne bir müze görmüşlerdi, ne de denize girmişlerdi diğer kent kırsallarındaki yaşdaşları gibi… “Bilim adamı olmak istiyorum ben”, diyordu Ali. Bunu söylerken İstanbul’u ve giderek her yeri görmek istediğini anlatıyordu gözlerindeki ışıltı. Derslerinde de başarılıymışlar. Ancak Ali’nin İngilizcesi iyi değilmiş. Keşke daha önce karşılaşsaymışız, üzüldüm buna. Oysa biz ona İngilizce konusunda yardımcı olabilirdik. Derneğimizde İngilizce konusunda öğrenme güçlüğü çeken çocuklarımız için İngilizce derslerine yardımcı olan Yılmaz öğretmenimiz vardı. Rahime öğretmenimizde Matematik derslerinde yardımcı oluyordu gönüllü olarak, Yılmaz öğretmenim gibi.

Cin gibiydiler ve meraklıydılar. Hangi dernek, diye sordular. Adını söylediğimde biz biliyoruz sizin derneğinizi, kitaplarımızda adı geçiyor, derneğiniz yoksul çocuklara burs veriyormuş, dediler. LÖSEV’i ve TEMA’yı da biliyorlardı. Organ bağışının da önemini öğrenmişler, organlarını onlar da benim gibi bağışlamak istediklerini söylüyorlardı.

Sevilmeyecek türden değildi Ali ile Özgür. Öğretmen olduğumu da söyleyince onların ilgisi daha da çoğalmıştı. Derneğimizi de görmek istediklerini söyleyince adres kartımı verdim her ikisine de… Yaz tatilinde geleceklerdi.

Üç dost olmuştuk yemek sofrasında. Güzeldi her şey. Sunucunun sahneye davet ettiği sanatçı salona girdiğinde de… Abiye bir pembe elbiseyle masalar arasında dolaşarak sahneye ilerlemekte olan sanatçıyı göstererek “Abi, manita dediğin de böyle olacak.” diyordu Ali. Bu yaşta böyle sözcükler çıkmamalıydı onlardan, bilemiyorum. Bu durum sosyolojik bir gerçeklik miydi; yoksa değer yargılarımızdaki bir çürümüşlük müydü? Şu bir gerçek ki ilk kez bir ses sanatçısını bu denli yakından görüyorlardı. Yöneticilerin, en etkileyici eğitim aracının televizyonlar olduğunu söylediği ülkemizde, çocuklarımız Mustafa Kemal’den çok Polat Alemdar’ı örnek alıyorlarsa bu onların bir eksikliği olmamalıydı.

Oysa onlar buraya belediye başkanından çamur olan sokaklarının asfaltlanmasını istemeye gelmişlerdi..

Bu onların bir suçu değildi. Onlara kızamadım. Güya demokratik bir ülkede yaşıyorduk ve basın yayın özgürlüğü vardı. Yüzlerce televizyon kanalımız vardı son yirmi yıldır. Herkes kurabiliyor, herkes dilediğince yayın yapabiliyordu ülkemizde… Büyüklerin derdi değildi bu kanalların ne tür yayın yaptığı. Her yayıncı, en çok izlenme oranını yakalayıp, güçlerine güç katmak istiyorlardı. Çok para gelsin de nasıl gelirse gelsin idi onlara göre. Umurlarındaydı mı ki ülke insanının nasıl bir değer yargılarıyla doyurulması…

Daha da konuşacaktık. Dedeleri ve babaanneleri kalkınca onlar da kalmak zorunda kalmışlardı.

İyi akşamlar, deyip ayrıldılar. Arkalarında da hüzün çökmüş bir eski öğretmen bırakarak…

 
Toplam blog
: 8
: 1525
Kayıt tarihi
: 01.05.09
 
 

1953 Azdavay - Kastamonu doğumluyum. 1971 Kastamonu - Göl İlköğretmen Okulu; 1988 Anadolu Üniversite..