- Kategori
- Kent Tarihi
Marmaray Projesi ve İstanbul

Sarayburnu'nda, yani tarihi yarımadada marmaray kazı çalışmaları yapılıyor. Uygar bir toplumda böyle bir şey yapılsa, aydınlardan başlayan ve en sıradan insana kadar oluşacak tepkiyi düşünmemek olası değildir. Çünkü, uygar bir toplum hiç gereği yokken, Sirkeci'den Üsküdar'a dört dakikada geçmek için koskoca bir tarihi, kültürel ve arkeolojik dokuyu yıktırmaz.
Tarihi yarımadada iki türlü kazı yapılıyor. Bunlardan birincisi herkesin gördüğü kazı yöntemi. Diğeri ise delme yöntemi dediğimiz ama hiç kimsenin görmediği dipten yapılan kazı.
Yüzeysel kazı, yani herkesin gördüğü kazıyı yapmak elbette İstanbul için büyük bir şans oldu. Bu kazı sırasında raslantısal olarak bir çok arkeolojik bulguya rastlandı. Bunların önemlilerinden biri Ankara Caddesi dediğimiz İstanbul Valiliği'ne çıkarken yapılan kazılarda ortaya çıkan yapı kalıntıları. Diğeri ise bütün dünyaca önemli Roma limanıdır. Antik çağa ait olan bu limanda yirmidört adet gemi kalıntısı bulunmuştur ki, bu da dünyada tektir.
Marmaray Projesi nedeniyle yapılan kazılarda ayrıca irili ufaklı fakat çok önemli buluntular da ortaya çıkarılmıştır. Bunların en önemli örneği ise İstanbul'un ilk sur duvarlarından kalıntılardır.
Bu buluntuların ortaya çıkarılması elbette arkeoloji ve sanat tarihi dünyası için büyük bir şanstır. Zaten bilinen İstanbul tarihi, bu buluntularla belgelenmiştir.
Fakat, biz sanat tarihçilerini, arkeologları ve İstanbul sevdalılarını endişeye düşüren delme yöntemiyle yapılan kazılardır. Bu yöntem ne yazık ki yüzeysel kazı yapmadan delme ve sıkıştırma yöntemiyle çalışmaktadır. Kazıyı yapanlar endişelenmemizi gerektirecek bir durum olmadığını söylemektedirler. Onlara göre toprak altının filmi çekiliyor. Yani bir nevi toprak altı rontgeni çekiliyor. Böylece toprak altındaki bütün tarihi eserler görülebiliyor. Delme sırasında bu eserlere zarar vermemek için planlar çoktan hazırlanmış. Kazı ona göre yapılıyormuş.
Bilmem siz inanıyor musunuz? Ben inanmadım. Çünkü, bu proje yaklaşık 4 milyar dolar gibi büyük bir bütçeye sahip. Böylesine büyük bir paranın yatırıldığı bu projenin İstanbul'un yer altındaki tarihi eserlerini düşünebileceğini hiç sanmıyorum. Büyük bir olasılıkla delme ve sıkıştırma yöntemiyle yapılan bu kazılarda bir çok tarihi eser yıkılıp, sıkıştırılmıştır.
Kişisel olarak böyle bir itirazı yaptığımda "Toprak altındaki eski eserin ne yararı var" gibi karşı itirazlar da geldi. Ancak, bizlerden sonraki kuşaklara bu tarihi eserleri emanet etmemiz bizim için bir koşuldu.
Sirkeci'den Üsküdar'a keyifli bir vapur yolculuğu ile 15-20 dakikada elbette gidilebilirdi. Nitekim bugüne kadar kimse vapur yolculuğundan şikayetçi de değildi. Ayrıca, İstanbul Belediyesi'ne bağlı İDO işletmesi yetkilileri 2007 yılı sonunda hızlı ve manevra gücü yüksek olan yeni vapurların geleceğini de söylemişti. O halde Sirkeci'ye kadar zaten varolan demiryolu iyileştirilebilir ve trenler hızlandırılabilirdi. Üsküdar raylı sistemi ise Söğütlüçeşme demiryolları hattıyla birleştirilebilir ve böylece çok daha az maliyetli bir proje ortaya çıkardı. Sirkeci-Üsküdar ise hızlı vapurlarla geçilebilirdi. Çünkü, yapılmakta olan bu tüp geçit projesi yalnız insan taşıyacaktır. Araç geçişi olmayacağından trafiğin rahatlaması gibi bir şey de söz konusu değildir. Üstelik, İstanbul gibi çok önemli tarihi bir geçmişe sahip olan kentimiz de büyük zarar görmezdi.
Ancak, daha önce de yazdığım gibi yaklaşık 4 milyar dolar bir bütçeye sahip olan bu projeden maddi olarak çıkar sağlayacak bir çok şahıs ve kuruluş olmaktadır. Böylesine büyük paraların harcandığı bu tür projelerde ne yazık ki Türkiye gibi ülkelerde tarih, arkeoloji, sanat tarihi, kent tarihi gibi kültürel değerler düşünülmüyor. İstanbul'da yaşayan insanlar ise kentlerine sahip çıkmıyor. Çünkü, nüfusu 17 milyona yaklaşmış İstanbul'da, ben, 1 milyon İstanbullu olduğunu tahmin etmiyorum. Bu kenti sahiplenemeyen kentin oturanları Marmaray Projesi'nin ne gibi yıkımlar yaptığının farkında bile değil. Üstelik bu kentin oturanları "Tarihi eserlerinden ve kentin geçmiş tarihinden bana ne" diyor.
Dedim ya, dünyanın başka bir yerinde İstanbul gibi bir kentin dibi oyulsa, kentliler ayağa kalkardı. Kentlerine ve kentlerinin geçmişine ve geleceğine sahip çıkardı. Bizde ne yazık ki bu proje "Benim zamanımda yapıldı" denebilmek için yapılan; çok büyük bütçesiyle çok kişi ve kurumu nemalandıracak; araç taşımadığı için İstanbul trafiğine hiç bir yararı olmayan bir inat geçidi olacaktır.
Bu proje başladı ve bitirilme yolunda büyük ilerleme kaydetti. Ama, daha şimdiden ikinci bir tüp geçidin düşünüldüğü ortaya çıktı. Bu tüp geçitte ise yalnızca araçlar geçecekmiş.
Hani bir söz vardır: "Gönül ne kahve ister ne kahvehane, gönül muhabbet ister kahve bahane" diye. İşte İstanbul'un kaderi de böyle. "Gönül ne İstanbul'un trafiğini çözmek ister ne de halkın trafik derdini çözmek. Gönül milyar dolarları ister gerisi bahane."