Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

05 Temmuz '09

 
Kategori
Uzay
 

Marmaris'i, ufolar bastı !!!

Marmaris'i, ufolar bastı !!!
 

Flâş… Flâş… Flâş

Marmaris’i, ‘ UFO’ lar bastı!

Geceleyin kesik kesik uğultular, vınlama seslerine karışan göz alıcı renkteki kuvvetli ışıklarla Marmaris İçmeler semtinin seması, bir anda gündüze dönüverdi.

Herkes haykırıyordu: ‘Şu tarafta, şu tarafta!’ diye. Elimde makine, daldım kalabalığa o taraf denilen yere ulaşmağa çalıştım. Gele gele gazinoların önünden saparak, UFO’nun indiği yere ulaşacaktım ki, bir UFO’ lu, yolumu kesti: Kalın ve elektronik bir sesle: ‘ Van minüt!’ dedi. ‘ One Minute’ lük ne iş yaptım ki diye düşünürken, fırlattığı ışık okları ile sersemletti beni. Bir insanoğlu ile konuşacakmış, öyle anlaşılıyor.

Gözümün kamaşması geçince, kollarında sıkıp, bedenini göğsüne dayadığı kadını görünce içim acıdı. Ama, kadın memnundu durumdan.

Ağır ağır adımlar atıyordu kaldırımda. Üzerindeki ışıkların, biri yanıp, biri sönüyordu. Her adım atışında da tıslama sesi çıkarıyordu UFO…

Yüzüne baktım yaratığın. ‘Neye’ benziyor’ diye. Demirden maskesi vardı. ‘Çok çirkindiler de saklıyorlar mıydı yüzlerini acep’ diye geçirdim içimden. Vücudunun dış cephesi, ahtapotun kollarının vantuzları gibiydi ve her deliğinden ışık saçılıyordu.

UFO lu’ nun peşine çocuklar takılmışlardı. Hiç korkuları yoktu. ‘ Abi; diyordu, birisi, gel de sana ayran tost ısmarlayayım!’ Nasıl da korkusuzlar. Internet çocukları bunlar.

Birisi de elinden tuttu, kaldırım kenarındaki açık bir restoran bahçesine sokuverdi UFO’ luyu.

Çekine çekine yaklaştım. ‘Milliyet Blog için’ olayı görüntülemem lâzımdı. İçimi kapladı bir huzursuzluk. Karşımdaki ya hüviyet sorarsa? Öyle ya, nereden bilirim ben senin blogcu olduğunu? Di mi ama!

Böylesi olaylarda, bilgisayarını diz üstünde değil de sırtında taşırsın, kayışlarıyle birlikte. Olursun bir ‘Astronot Niyazi’ Öyle ya. Hüviyet mi dedin?.. Al sana Milliyet Blog sayfaları? Resim mi? Ne resmi? Ha, o mu, ‘Görmüyor musun?’ derim, şu piyanolu kedi resmini. Tuşlara oturmuş, yüzü notaya dönük, ağzını beş karış açmış. ‘ O benim işte!’ derim, olur biter. Biz başkaları gibi, halasının kızının resmini koymuyoruz. Emmi’mizin oğlunun resmini de koymuyoruz. Eee, denirse ki buradaki kedi sana benzemiyor. Cevabı gayet kolay: ‘Biz de sizler gibi, kılıktan kılığa giriyoruz’ deriz. Gururları okşanır hem. Olur biter. Yutar mı karşımızdaki acaba?

Bir ışık demeti fırlattı yüzüme. Anlaşılan konuşmak istiyordu. Ama hangi lisanla? Dillerden: Dana dili, kuş dili, Tarzan dilleri bilirim amma? Bu yaratık hangisinden anlardı acep? Karar verdim,

‘Aganiki’ diliyle başladık konuşmağa:

- Hogoş-mogoş gegel-migiş-siniz! Biz sizi gögler- degen arani-iriken, yegerler’de bugulduk’

Tıslama durdu ben bunları deyince. Bedeni garç-gurç etti. Öyle ya. ‘Onları gökte ararken, yerde bulmuş’tuk. Sözü karşımdaki aldı:

- ‘ O ne biçim Türkçe lan! Biz her telden anlarız. Her an, her yerdeyiz’ diye İstanbul Türkçe’si ile konuşuvermez mi?! Az daha soracaktım: ‘ Siz İstanbullu musunuz, diye. Kendimi zor tuttum.

Bir yandan da UFO’ luyu resimliyorum. Flâş her çaktığında, UFO’lunun bir tarafı kıpkırmızı oluyordu.

Çocuklar UFO’ luyu ittire, kaktıra bir restorana soktular. Bütün turistler ayağa kalktı. Makineler şakır şukur işlemeğe başladı. Getirildiği yeri yabancı isimli bir restorandı. Buna şaştı ve ‘Ben Marmaris’e indim. Las Vegas’a değil! Neden böyle oluyor bu?’ diye hışımla sordu. Dedik kendisine ‘Burası Türkiye’ lâfını hiç duymadın mı? Turistler böylesi tabelâları aklında tutuyor diye böyle yapılıyor. Berlin Pastanesi, Eyfel Oteli, Mandelâ Restoran, gibi. Adam haklı kendine göre. Tabelâsında ‘Las Vegas ‘ yazıyordu.

Ve halk tedirginliği üzerinden atmış, kaldırım kenarındaki bu restoranda UFO’lu, pistte müziğin ritmi ile tek başına dans ediyordu. Anlaşılan bu UFO’ lu, iyi huylulardandı.

Bar-Amerikana davet ettim dansını bitirince. Biraya el sürmediği halde, yarılamıştı. Işınlama ile içiyordu anlaşılan.

Veeee, böylelikle Dünyada, ilk defa ben yapıyordum bir UFO’lu ile röportaj. Çok gururlandım. Bizim idareyi düşündüm. ‘ Bizi cici çocuk yapmasınlar sakın?’ dedim. ‘Yazılar gecikiyor… Şu resimler 12 saatten beri onaylanmadı halâ, yazıyı siyahlı beyazlı yazıyorum, badana gibi bembeyaz çıkıyor diye diye başlar ağrıtıyorduk. İnsanları bıktırıyorduk. Sahura kalkar gibi oturup yazılar yazıyorduk. Onca emek? Di mi?

Yakalamışken fırsatı soruverdik UFO’luya: ‘ Sizler, çok yükseklerde gezindiğiniz için, bilirsiniz. Türkiye’ye ‘teğet ‘ geçen bir şey var mı? dedik. Arnavut kaldırımlarında demir tekerlekli arabanın çıkardığı gürültüye benzeyen bir gülüşle: ‘ Sizler öyle sanın.. Ne teğet geçmesi!’ demeğe kalmadan alttan öyle bir vaveyla koptu ki, domuz sıkısı gibi, gümbürtü kopardı. Oradakilerin hepiciğinin yelden, dalgalandığını gördüm. Ben de tamamladım: ‘ Cart kaba kâğıt!’ Az ötedeki denizi, dalga dalga harelendirdi. Kayıklar rıhtımda sallanmağa başladılar. Sanki Sümerbank Fabrikasının işçi paydos düdüğü gibiydi. Yahut da Gülcemâl Vapurunun kalkış düdüğü gibi.

‘Sizlerin varlığına inanan var, inanmayan var. Vatikan sizleri ‘Onlar Tanrının yaratmalarıdır.’ Dinimize aykırı değildir’ derken, bizde de: ‘ Görmeden inanma.’ Deyip, görenleri bile caydırıyorlar. Kitapta öyle yazmıyormuş diye. Ne dersin dedik. Cevaben de kestirip attı. ‘Sizler, birbirinize benzersiniz!’

Suallerim vardı daha. İçimizdeki ‘ AYU’ ları soracaktım. Kötü niyetli uzaylılar insanları kaçırıp beyinlerine ‘Çip’ yerleştirerek aramıza salıyorlar. Biz bunlara , ‘AYU’ diyoruz... İşte bunu nasıl becerdiklerini soracaktım. ‘İnsanlarımızı ayu’ laştırmayın!’ diyecektim. Daha sonra bekâr mısın? Diyecektim. TV.lerimiz şenliklidir. Anası, danası, görümcesi, kaynanası, kaynatası sıraya aynı seansta su gibi evlendiriliyor bizde deyip, Seni de ‘’Ana bizi eversene’ programına dahil edelim mi diye soracaktım.

Sizde KDV var mı? Kolbastı bilir misin? Risotto yedin mi? Domates patlıcan bilir misin? Kokereç nedir? AB nedir? Diyecektim. Uçan daireniz aniden durup, aniden nasıl kayarak, nasıl hızla uzaklaşıyor? Diyecektim.

Ancak giderayak bir tekini sorabildim bunların: ‘ Duman ve is çıkarmadan sessizce nasıl dikine göğe yükselebiliyorsunuz?’ dedim. Cevaben de: ‘ Merkezimize bir mıknatısla tek yere bağlıyız. Biz sizler gibi değiliz. Her tarafa mıknatıslarla bağlısınız. Bir ucu Almanya’da bir ucu Türkiye’deki deniz fenerlerinde. Yolunuzu deniz fenerleri aydınlatıyor sizin. Bir türlü teknolojiye geçemediniz<ı>. Biz buralara kadar geliyoruz. Sizler neredesiniz! Aramızdaki fark budur’ dedi.

Ay’ın sahibi kim? Bir uzaylının ömrü ne kadar? Uzaylılar dua biliyor mu? Takiye’yi biliyorlar mı? İşte… Görüyorsunuz ya. Bunları soramadan çekip gitti uzaylımız.

Ört ki, ölem!

 
Toplam blog
: 1616
: 918
Kayıt tarihi
: 13.08.06
 
 

Hayatın dikenli yollarından geçmenin  sırrı, aralarından çabuk geçmektir. Ümit, naylon çorap giyd..