Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 

21 Eylül '08

 
Kategori
Kitap
 

Masumiyet Müzesi

Masumiyet Müzesi
 

Eski Yeşilçam filmlerini seyretmeyi severim. Bildiğimiz gibi genelde konu aşktır ve filmdeki aşıkların kavuşabilme ihtimalleri üzerine kurgulanmıştır. Bize saçma gelen ayrılık nedenleri ve yine mucizevi buluşmalarını, "Bu kadarı da olmaz ki" diyerek izleriz.

Genelde aşıklardan birisi zengin diğeri fakirdir. Sosyal statüleri farklıdır yani. İşte bizim bu kadarı da olamaz dediğimiz "olamamazlık" burada başlar. Ve diğer "olamaz"lıklarla devam eder. Onları ayırmak isteyen kötü karakterlerin "olamaz" nedenlerine inanıp, kanan kahramanlarımız, sonunda yine "olamaz" bir mucizevi kavuşma sahnesiyle kavuşurlar, yüreklerimizi aydınlatır, ağzımızda masal tadıyla, kendi masallarımızın mucizesini kurgulatırlar bize.

Aslında burada verilmek istenen, aşkın, hangi nedenle olursa olsun "kavuşamamak" olduğunu anlatmaktır. Ve bu abartılı ve olamaz nedenler fantezisi, aşkın ayrılık acısını kahramanlarına çektirip , izleyiciye de fazlasıyla hissettirir.

Tüm teknik yetersizliklerine rağmen eski Yeşilçam filmlerini severiz sevmesine de yine de onları, senaryodaki bu gerçeküstülükleri ve inanılmazlıklarıyla sinema sanatından farklı bir konumda değerlendiririz. Onlara "fantastik kurgulu" bir film yakıştırması da yapamayız.

Eğer biyografi, otobiyografi, birebir gerçek yaşamdan alınıp kurgulanmış bir roman ya da film değilse, diğer tüm romanlar ve film senaryoları yazarın hayal gücüyle oluşur. Fakat yine de biz onu okurken kendi yaşadığımız, tanık olduğumuz, bildiğimiz dünya, zaman ve mekan, düşünce ve duygularımız ile paralellik ya da aykırılık bağlantıları kurararak okuruz, seyrederiz.Yazarın başarısı bu gerçekliği okuyucuya hissettirebilmesindedir.

Okuduklarımız "bilmediğimiz" bir dünya, duygu, yaşanmışlık bile olsa, özdeşlik ya da bağlantı kurabileceğimiz gerçeklikler oluşturabilmeliyiz hayal dünyamızda. Örneğin Kafka'nın "Değişim" romanını ( ya da öykü mü demeliyim) okuduğumda bunun bir fantezi olduğunu, bir insanın gerçekten bir böcek olamayacağını bilerek okudum. Ama sonuçta okuduklarımdan çıkarımlarım,anladıklarım, değerlendirmelerim birebir yaşadığımız gerçek dünya ile ilgiliydi, bu ayrı. Bu roman fantastik bir romandı.
 

Fantastik sözlük anlamıyla "gerçekte var olmayan, hayal ürünü" demektir. Dolayısıyla gerçek dünyada yaşanamayacak olaylar içeren her romanı ya da film senaryosunu fantastik edebiyat çerçevesine alabiliriz. Mi acaba?

Aslında giriş biraz uzun oldu ama bu girişi yapmamın nedeni; yeni bitirdiğim Orhan Pamuğun "Masumiyet Müzesi" isimli son romanı . Şimdi düşünüyorum bu romanı fantastik edebiyat çerçevesinde mi değerlendirmeliyim? Neden böyle düşündüm ? Çünkü roman boyunca aynı Türk filmlerindeki gibi "olamaz artık bu kadar" dediğim bir kurguyla karşılaştım.

Öncelikle belirtmeliyim ki kitabı keyifle, bir solukta okudum.Bunda romanın bir aşk öyküsü olmasının ve kadın erkek ilişkileri ve duyguları üzerinde derin psikolojik betimlemeler içermesinin etkisi olduğunu yadsıyamıyacağım. Aşk hikayeleri her zaman ilgimi çekmiştir.

Ve birinci ağızdan bu duygusal fırtınanın (ya da hastalık, takıntı mı demeliyim) çalkantılarını, iniş çıkışlarını okumak, yazarın başarılı anlatımı oranında ilginçti. Her ne kadar aşk konusundaki bu derin psikolojik başarılı betimlemeler sadece erkek kahraman Kemal'e ait olsa da. Kadın kahraman Füsun'un duygu ve düşüncelerini ise hiç bilemedik, sadece tahmin yürütttük.

Neredeyse romanın ortalarına kadar Kemal 'den nefret ettim. Sonra ona acıdım. Aslında esas Kemal kendisine acıyor ve neredeyse bu acıma duygusundan da zevk alıyor izlenimi edindim.

Yoksa aşk işte öyle bir şey miydi ? İnsanın acı çekmesi ve bu çektiği acıdan gizli bir zevk duyması. Ve elinden geldiğince bu acıyı uzatmaya çalışması.

Neden mi böyle söylüyorum ?

Kemal tam 9 yıl sevdiği kızın evine haftada 4-5 gün, akşam yemeğine gitti, ama bu süre içerisinde ona bakıp aşk acısını ve aynı zamanda mutluluğunu kendi iç dünyasında yaşamanın ötesinde bir girişimde bulunmadı. Bulunabilirdi.

Neden bulunmadı peki ?

Sadece Kemal mi ? Füsun da nedenini anlatmadığı için anlayamadığımız , aynı sessizlik ve kabullenişle aşk oyununu sürdürdü.

Hani başta dedim ya "Bu romanı fantastik bir roman olarak mı değerlendirmeliyim?" diye.

Eski Yeşilçam filmlerindeki "olamaz artık bu kadar" diyeceğim cinsten bir "olamazlıkla " 9 yıl geçirdi roman kahramanlarımız. Füsun ve Kemal'in aşkı ve geçmişte yaşanılanlar bilindiği halde anne babanın ve eşi Feridun 'un kayıtsızlığı, sorgusuz sualsiz, gerçek hayatta olamayacak bir suskunlukla bu uzak akrabanın, haftanın 4-5 günü yapılan akşam ziyaretlerini ve küçük hırsızlıklarını kabullenişleri inanılır gibi değil.

Ve romanın sonu da benim için soru işaretleriyle doluydu. Bunda Füsun'un duygu ve düşüncelerini hiç bilemeyişimizin de etkisi var tabi ki. "Neden?" dediğim cevapsız sorular. Ve biraz da hayal kırıklığı.

Edebiyat konusunda çok da bilgili olmadığım için, bir kitap ya da romanda "ben"im değerlendirmelerim; beğenme, beğenmeme, ilginç bulup, bulmama ve konunun,olayların, anlatılan duygu ve düşüncelerin, kurgunun inanılır olup olmadığını sorgulamanın ötesine geçmeyebilir.Yine de roman konusunda nacizane düşüncelerim ;

Romanın dili, akıcılığı, mekanların, kişilerin ve Kemal 'in ağzından aşkın duygusal betimlemeleri, Nobel almış bir yazara yakışacak nitelikteydi. Benim takıldığım konular ise "Bu kadar kusur kadı kızında da olur" sözünün ötesine geçmez herhalde. Tavsiye edilebilecek bir roman.

Tijen Taşlı- İzmir

 
Toplam blog
: 156
: 2800
Kayıt tarihi
: 03.04.07
 
 

SÖZ UÇAR, YAZI KALIR. 9 Eylül Ünv. İşletme mezunu, 9 Eylül Ünv.Sosyal Bil. Ens.Sağlık Kurumla..

 
 
 
 
 

 
Sadece bu yazarın bloglarında ara