Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

09 Mayıs '07

 
Kategori
Anılar
 

Mavi gözlerle bir gün

Mavi gözlerle bir gün
 

Sabah yatağımdan kalktığımda pek keyifli olduğum söylenemez. Günlük, rutin hareketler beni bekler; öncelikle yatağın her zaman sol tarafından kalkarım, çoğu zamansa asık yüzlüyümdür. Bu çekilmezlik yüzümü yıkayana kadar böyle devam eder. Suyla temas ettiğim her an ruhumun kapıları aydınlığa daha çok açılır ve kendimde yeni doğan günü karşılama cesareti bulurum.

Yatağımdan kalkmadan önce hafifçe perdemi aralayıp havanın nasıl olduğuna bakarım. Eğer ki aydınlık ve bol güneşli bir günse, okula giden dinamik ve neşeli bir kızdır. Aksi takdirde ne olur yanıma yaklaşmayın…

Bu gün farklı bir şeyler olacağını hissetmiştim ama insan başına gelecekleri yaşamadan kestiremiyor. Bulut’la Deniz’e o sevimli kurutulmuş kurtçuklarını verdikten ve afiyetle yediklerini seyrettikten sonra kahvaltımı hazırladım. Uyuşukluğumun sebebi kaplumbağalarım mıydı, bilmiyorum. Ama hareketlerimin ağırlığı bana onları aratmıyordu. Basit bir şeyler hazırlayıp, yedim. Saat epey ilerlemiş. Üzerimi aceleci hareketlerle değiştirip, çantamı kontrol etmeden dışarı çıktım. Ne haldeyim, adımlarımın hızı ne kadar, kontrol edemedim.

Onunla çarpışmamız da bu kontrolsüzlüğümün eseriydi. İlk dikkatimi çeken iri mavi gözleri oldu. Ben tüm hiddetimle “önüne baksana!” diye bağıracakken, sadece yutkundum. Hiç böyle güzel gözler görmemiştim ki… Gülümsedi. Ben kolumdan düşmek üzere olan çantamı ani bir şekilde toparlayıp yoluma devam ederken, biliyordum ki hala bana bakıyordu.

Gün boyunca aklımdan gitmedi; gülümsemesi, gözleri… Acaba bir daha karşıma çıkar mı, diye düşüncelerdeydim. Aslında huzurlu bir ruhun böyle ani sarsıntılara maruz kalması iyi değildir. Bu sarsıntılar yıkıcı olabilir. Kendimi toparlamaya çalıştım, aklımdan da o mavi gözleri çıkarmaya… Her zamanki gibi sade, koyu bir kahve; içtiğin zaman seni delip geçen bir sertlikte, hazırladım ve hızlıca içtim. Gün devam ediyordu ve günü doyasıya yaşamalıydım.

Zaman önümde acımasızca ilerliyordu. Benim kendime verdiğim sözlerim vardı. Onları hayat bana gülümsediği sürece gerçekleştirmeli, her anımı dört mevsimi yaşar gibi yaşamalıydım. O beyaz kapıdan çıktığım an kendime söylediğim tek şey, her şeyin bir sebebi olduğuydu. Agresif hallerimi, kırdığım onca kalbi telafi edecek kadar hayat bana gülümser miydi?

Yaşadığım sürece yeni bir insan daha tanımayacağıma kendime söz vermiştim. Çünkü tanıdığım her yeni yüz beni hayata daha çok bağlıyordu. Onlarla geçirdiğim anların bitmesini asla istemiyordum. Gülüyordum, güldürüyordum; eğleniyordum, eğlendiriyordum… Okul çıkışı Ortaköy’e gittim, boğazın akıntılı sularında her şeyi unutmaya. Trafik yine berbattı, yine yüzlerini kendileri görseler korkacak insanlar vardı. Kimisi bu duruma o kadar alışmıştı ki; bakışlarındaki o manasızlık beni daha çok ürkütüyordu. Sahi kaçı başını kaldırıp, bir defa bile olsa gökyüzüne baktı? Kaçı kendine neden burada olduğunu sordu? Sanırım, hiçbiri…

Hayatı sorgulamak için sebepler ararız. Sebepleri bulunca da çok geç kaldığımızı anlarız. Çocukken denizin mavi olduğuna inanırdım. Bir gün babam bana denizin mavi olmadığını, bulutların maviliğini yansıttığını söylemişti. O zamandan sonra ben her denize baktığımda ruhumun yansımasını gördüm. Eğer yansımaları görebiliyorsan, hayatı sorgulamayı da başarırsın. Ne güzeldir ki ben bunu çok erken kavradım!

Beyaz kapılı o odadan çıktığımda hayata bu yüzden küsmedim. Dört mevsimde bahar da vardı, yaz da. Sonra sonbahar geldi, elbet bir gün kış da gelecekti kapıma. O mavi gözlerse belki de hayatın bana sunduğu son renklerdi. Zamanı geriye sarıp, o anı uzatabildiğimce uzatıp, doyasıya yaşamak isterdim…

 
Toplam blog
: 17
: 2625
Kayıt tarihi
: 09.05.07
 
 

Halen üniversite eğitimime devam etmekteyim. Hayatın üzerime yüklediği sorumlulukları yavaş yavaş hi..