- Kategori
- Deneme
Mektuplar

internetten
Aşk’ın kutsandığı mektuplar.
Yazanlar, okuyanlar, saklayanlar… Şimdi yoklar…
Gül kokulu, tütün kokan mektuplar.
Bir tutam saç teliyle dalgalanmışlar.
Ya da yasemin kokardı buram buram açılan zarfın sarhoşluğunda.
Aşklar büyüktü eskiden.
Erişilmez…
Çarçabuk harcanan, har vurup harman savrulan cinsten değildi.
Yıllar yılı birbirini görmeden büyütürdü içinde yaşayan, yaşatanlar.
Vuslat kim bilir ki ne zaman?
Ya var ya hiç!
Çakı gibiydi delikanlı, ses gelirdi ayaklarını vurduğu o sokaktaki parke taşlarından.
Haşmetinden mi yoksa içinde büyüttüğü sevginin yalazlanmış ateşinden midir bilinmez, camlar zıngırdardı o geçerken.
Yalnız camlar mı?
İlk önceleri bir kaçamak bakış, bir tatlı tebessüm, yavaştan bir göz süzüş.
Minik, minicik, avuçları ısıtan, sonra kor gibi yakan notlarla başlardı. Buselerle süslenmesi de ayrı.
Elden ele… Gönülden gönüle…
Kader yazdıysa gurbeti… Mektuplar var, elem niye?
Sonra… Gurbet rüzgârları eser. Dağlar, taşlar, kuşlar haber olur uçarlar… Mektupların sayfalar dolusu satırlarına, yüklenir özlemler, hasret şarkıları, bin bir çiçeğin kokuları. Çoğu kez de busenin dudak izleri.
Postacı kapıyı iki kere çalar!
Delikanlı utanmasa boynuna sarılacak, kendini zor tutar.
Kız desen, narin, utangaç… Gözleri hep sevdiğini arar. Mektupların gelişini bekler heyecanla ümitle…
Ya bir tanıdık, ya yenge mektupların aracısı. Eve nasıl gelsin ki? Abiler, ablalar ya da babası!
O tütün kokan, yüreğini hop hop hoplatan mektuplar…
Yengenin yüzünde yine hınzırca bir gülümseme, kapıyı çalar. Usulca el değiştirir mektup. Soluğu alır gizli sığınağında.
Eskiden hanaylıydı evler. Cumbalı, birçok odalı ve tavan arası. Ufak bir ışık huzmesi süzülür eski koltukların üstüne hafiften hafiften.
Önce sımsıkı sarılır, en içten sevgisiyle sıkı sıkıya zarfa…
Korkar açınca uçup gidecek sanki kelimeler, cümleler ya da aşkın büyüsü.
Hem sonra, bir çırpıda okuyunca; beklemesi var yine!
Gözünün önüne gelir, delikanlının o, onu ondan alan delici bakışları. Sokağın başında beliriveren silueti. Ayak sesleri… Ah keşke diye sızlanır içinden, ümitsizce… Ah keşke!
Denizin derinliklerinde deli dalgalarla salınan yosun gibi gözleri dalar gider ta uzaklara. Sevdiğinin olduğu diyarlara.
Titreye titreye açar zarfı. Yine tütün kokuyor sayfalar. İçine çeker sevda gibi… Aşk gibi… Süzülür birkaç damla yaş. Hasretten mi, heyecandan mı? Bilinmez…
Aşk çok büyük…
Erişilmez…
Bazen hüsranı besler, bazen ayrılık acısını.
Gıpta edenler, haset çekenler. Nifak tohumlarını ekenler!
Çekemeyenler!
Mektupların sayısız sayfaları arasına gizlenir sevda. Tütün kokusu… Saç telleri…
Sarılır ipek mendile, bağlanmış bir tomar halinde kurdelelerle.
Saklanır belki yıllar boyu, belki sonsuza değin.
Yıllar, uzun uzun yitip giden yıllar… Toz kokulu tavan arasında; kilidi paslanmış o eski sandıkta…
Ta ki birileri bulana kadar, ya torunlar, ya evi yeni alan yabancılar…
Mektuplardan sevginin, sevdanın ulaşılmaz ışıltısı yayılır dört bir yana.
Aşk’ın kutsallığı…
Ayrılığın acısı…
Vuslatın vefasızlığı…
Ay Şen…