Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

30 Eylül '10

 
Kategori
Öykü
 

Memleketimin Delileri-21

Memleketimin Delileri-21
 

Memleketimdeki bir okulda yaşananlar


Memleketim’in lisesinin koridorlarında çocuklarının kayıtlarını yaptırmak için bekleyenlerin arasında Dertli Yeliş, Hayret Bi Şey Tahir, Koçero Hamza, Boşver Yaşar, Şopar Hüsnü, Çal Çal Fikret vardı ve bir an önce sıranın kendilerine gelmesi için sabırsızlanıyorlardı. Kuyruk koridorun içinde birkaç kere dönmüştü. Beklemekten sıkılan Koçero Hamza küfürler savururken Çal Çal Fikret oynak bir türkü mırıldanıyordu. Hayret Bi Şey Tahir Dertli Yeliş’e sordu:

<ı>-Yeliş teyze hastalığın nasıl oldu, iyileştin mi?

<ı>-Ne gezer, buraya gelmeden önce de doktora çıktım, ama değişen bir şey yok. Geçen seferki ilaçların aynısını yazıverdi doktor. Bunlar benim başımı döndürüyor, bütün gün sersem gibi dolaşıyorum, dediysem de dinleyen kim? Ağrıdan sabahlara kadar uyuyamıyorum, şimdi sırada beklediğime bakma, birazdan burada düşüp bayılırsam da sakın şaşırma.

Bıraksalar Dertli Yeliş hem kendi hem de sülalesindeki hastalıkları saatlerce anlatabilirdi. Oradakilerin zaten çoğu bunları defalarca dinlemişlerdi. Dertli Yeliş’in konuşmasının arasına Şopar Hüsnü giriverdi. Gerçi Dertli Yeliş bu saygısızlığa kızdı, fakat nedense sesini çıkarmadı.

<ı>-Yeliş teyzem, hastalık dedin de benim beygir geldi aklıma.

<ı>-Amma yaptın Şopar, Yeliş teyzenin hastalığı ile senin beygirin hastalığı nasıl çağrışım yaptırdı sana?

<ı>-Öyle deme hayvancağızın kıvranmasını görseydin, senin de hiç aklından gitmezdi. İnsan gibi gözlerinden yaş akıyordu kıvranırken garibin. Dereye arabayı yıkamaya götürdümdü, birden fenalaştı. Yere düşmeden arabadan koşumlarını zor çıkardım. Düştükten sonra üzerine su attım, faydası olmadı. Yattığı yerden kalkamadı. Hemen koşarak bu işten anlayan bir arkadaş vardı, onu bulmaya gittim. Bir saat sonra arkadaşla beraber dere kenarına döndüğümüzde benim beygirden sadece dört ayak ve bir de kafa kaldığını gördüm. Birisi kesmiş götürmüş…

<ı>-Kim bilir hangi kasabın dolabında satılmayı bekliyor. Bir ay ağzıma et met koymam.

<ı>-Ne var bunda be ağabeyciğim, hayvan mundar gitmemiş ki…

<ı>-Hadi be, daha fazla konuşup da midemi bulandırma. Bunlar adamı etten de nefret ettirecekler, dedi yaşlı bir adam.

Konuşmaya verilen aradan yararlanan Dertli Yeliş hemen lafa karıştı:

<ı>-Size başka bir hastane hikayesi daha anlatayım da şaşırın biraz. Benim oğlumun şu sağ elinin baş parmağı her geçen gün inceliyor. Normal haline dönebilmesi için ameliyat gerekiyormuş. Bu konuda oldukça methedilen bir özel hastaneye gittik. Bana bir ameliyat masrafı çıkardılar tam yedi bin lira…

Bunu duyan Boşver Yaşar kendini tutamadı.

<ı>-Yuh be, o kadar da para istenir mi?

<ı>-Bu parayı verip ameliyat olmazsa ileride parmağı kesilmek zorunda kalınırmış.

<ı>-Boş ver Yeliş abla, bir parmak için o kadar para verilmez. Ben olsam kestiririm, ne olacak bir parmaktan…

<ı>-Parmak senin olmayınca böyle konuşabilirsin Yaşar, olay senin başına gelseydi gene aynı şeyi söyler miydin?

<ı>-Söylerdim elbet, on tane parmaktan biri eksilse ne çıkar?

Kuyruk üç dört adım ilerledi. Kuyruğun ilerlediğini fark etmeyen Ayfer hanımı Banu hanım uyardı:

<ı>-Lütfen ilerler misiniz şekerim?

<ı>-Ay, pardon, farkında değilim. Dalmışım, kayıt için para alıyorlar mı diye düşünüyordum. Hazırlıklı da gelmedim, para isterlerse ne yaparım?

<ı>-Bakan açıkladı ya, kayıt parası yok diye?

Para lafını duyunca hemen atladı Hayret Bi Şey Tahir:

<ı>-Bakan öyle der de okul idaresi gene bildiğini okur. Buralar devletin okulu değil mi, neden masraflarını devlet karşılamaz? Verdiğimiz vergiler nereye gidiyor? Yoksa bağış mağış deyip bir başka türlü vergi mi bizden alıyorlar? Hayret bi şey..

Koçero Hamza konuşmalardan etkilenmişti, o da patladı:

<ı>-Bir lira bile vermem, para isterlerse dağıtırım burayı. Rezillikse rezillik, olaysa olay… Her türlüsünü çıkarırım. Almasınlar bu okula benim çocuğu da göreyim!

<ı>-Amma attın be Koçero, hepimizden önce parayı sen bastırmazsan ben de ne olayım, dedi Şopar Hüsnü.

<ı>-Şopar haddini bil, zaten beklemekten canım çıktı, öfkemi senden çıkarmayayım..<ı>

<ı>- Fazla konuşma da gir kayıt odasına sıra sende.

Koçero Hamza içeri girdi ve iki dakika sonra da çıktı. Dertli Yeliş sordu:

<ı>-Ne oldu yaptıramadın mı kaydı?

<ı>-Koruma derneğinden kayıt zarfı almam gerekiyormuş.

<ı>-Yani kayıt parası ödemen…

<ı>-Para mara demedi kaydı yapan öğretmenler. Sadece dosyayı istediler.

Koçero Hamza yandaki Koruma Derneği odasına girdi. Oradan çıkması biraz uzun sürdü. Çıktığında elinde bir dosya ve bir de dernek makbuzu vardı. Dışarıdakilerden utanarak makbuzu dosyanın altına saklamaya çalıştıysa da herkes ne olduğunu anlamıştı. Kafası önünde yeniden kayıt odasına girdi ve kayıt işlemlerini yaptırdı.

Kayıt parasından kaçış olmadığını anlayan Çal Çal Fikret, son bir umutla gidip okul müdürü ile konuşmaya karar verdi. Yanındakilere sırasını muhafaza etmelerini söyledi.

Okul müdürü Anadın mı Samet’in odasının dışında öğretmen kuyruğu vardı. O sene kayıtlarla bütünleme sınavları çakışmıştı. Kuyruktakiler okudukları sınav kağıtlarını müdüre teslim etmek için bekleşen öğretmenlerdi. Bu bekleyişin uzun süreceğini öğretmenler geçen yıllardaki tecrübelerinden biliyorlardı. Çünkü müdür “sorumluluk bana ait, en son imzayı ben atıyorum” düşüncesiyle yanlışlık olmasın diye verilen puanları tek tek yeniden topluyordu. Tabii ki bu işlem de yüzlerce sınav kağıdı olduğu için işleri bir hayli uzatıyordu.

O sırada içeride Tarih öğretmeni Zekavet hanım vardı. Zekavet hanım Bulgaristan göçmenlerindendi. Düzgün konuşmayı beceremiyordu, yaptığı işler de genelde pek sağlıklı sayılmazdı. Müdür odasının kapısı açık olduğu için Anadın mı Samet’in sesi kolaylıkla duyulabiliyordu:

<ı>-Allah kahretsin!.. Zekavet hanım, 1.75’le 0.75’i toplarsan kaç eder?

<ı>-Üç buçuk eder müdür bey..

<ı>-Bak, hâlâ yanlış söylüyorsun. İki buçuk eder, iki buçuk…

<ı>-Bir yanlışlık olmuş müdür bey, özür dilerim.

<ı>-Ne biri, yirmi dört tane sınav kağıdından yirmi iki tanesindeki not toplamları yanlış. Bir kere değil, yirmi iki kere özür dileyeceksin. Bu ne biçim öğretmenlik…

<ı>-Peki, müdür bey yirmi iki kere özür dilerim.<ı>

<ı>-Al bu kalan kağıtları tekrar dikkatlice topla notlarını ve ondan sonra bana getir.

<ı>-Nüfus dairesinde bir işim var da müdür bey.. Yarın teslim etsem olmaz mı?

<ı>-Bu gün teslim edeceksin, bu gün.. Bir öğretmen asli görevini yapmadan başka bir işle uğraşamaz..

Müdürün sinirli konuşması dışarıdaki öğretmenleri rahatsız etmişti. Hiç biri içeri girmek istemiyordu. Çal Çal Fikret onlar için bir kurtarıcı olmuştu. Hemen yol açıp içeri girmesini sağladılar. Müdür:

<ı>-Buyurun beyefendi, hoş geldiniz.

<ı>-Hoş bulduk. Benim bir maruzatım var da.

<ı>-Söyleyin yardımcı olalım, yalnız bir dakika bahçede yabancı bir adam elindeki çapayla toprağı karıştırıyor. Kim bu adam? Bu okulun nöbetçi öğretmenleri ve hizmetlileri nerede? Siz oturun, ben şimdi dönerim, dedi ve müdür hışımla bahçeye doğru gitti.

Bahçedeki 65 yaşlarındaki adamın yanına yaklaştığında onu fark etmediğini anladı. Adam kendisini yaptığı işe öylesine vermişti ki… Bir müddet adamın yanında konuşmadan durdu, ne yaptığını anlamak istiyordu. Yaşlı adam toprağın üzerini iyice örtüp işini bitirince müdürü gördü.

<ı>-Beyefendi, elinizdeki çapa ile burada ne yapıyorsunuz? Okulun bahçesine uyuşturucu mu, yoksa silah mı gömüyorsunuz? Ben buranın müdürüyüm. Sizin buraya girmenize kim izin verdi?

<ı>-Bahçe kapısındaki nöbetçi öğrencilere söylemiştim.

<ı>-Peki, ne yapıyorsunuz o çapa ile?

<ı>-Şey..

<ı>-Şeyi meyi bırakın da cevap verin!

<ı>-Dün gece bir torunum dünyaya geldi de…

<ı>-Torunla burada bulunmanızın ne ilişkisi var?

<ı>-Onun göbek kordonunu buraya gömdüm.

<ı>-Başka yer mi bulamadınız da okulun bahçesine gömdünüz?

<ı>-Öyle değil, bizim inanışımıza göre yeni doğan çocuğun göbek kordonu nereye gömülürse çocuk ileride o özelliklere sahip olur. Ben de torunumun okuyup adam olmasını istediğimden…

<ı>-Bırakın bunları da o gömdüğünüz şeyi çıkarıp götürün buradan…

Adam tekrar toprağı kazmaya başladı ve bir bez içinde sarılı olarak gömdüğü şeyi alıp oradan uzaklaştı.

Müdür odasına geri döndüğünde çok sinirli olduğu hareketlerinden kolaylıkla anlaşılıyordu. Çal Çal Fikret’e:

<ı>-Evet, sizi dinliyorum, dedi.

<ı>-Efendim okulunuza çocuğumu kayıt ettirmek istiyorum, ama bağış almadan yapmıyorlar. Bu bağışı yapmak zorunda mıyız? Hem bakan dedi ki…

<ı>-Yapmayın efendim, bağış yapmayın! Kimsenin bağış için boğazını sıkmıyoruz. Yarın çocuğunuz oturacak sıra bulamazsa, kışın soğukta üşürse, elini yıkayacak su bulamazsa, elektrikler yanmazsa…

<ı>-Ama efendim, devlet…

<ı>-Evet, devlet her sene ödenek gönderiyor, ama gelen para ancak okulun kırtasiye ve posta giderlerine yeter. Bu çarkı döndürüyoruz, ama nasıl?..

<ı>-Anladım müdür bey, kusura bakmayın rahatsız ettim.

<ı>-Estafurullah, veliler olarak gücünüz oranında bize yardımcı olursanız bunun yararı bilin ki çocuklarınızadır.

Çal Çal Fikret dışarı çıkınca bu sefer müdür odasına o günkü sınavın komisyon üyeleri girdi. Komisyon başkanı:

-Müdür bey, bu gün saat 14.00’te yapılacak olan Resim sınavına gelen öğrenci olmadığından sınav yapılamayacağı için tutanak tuttuk. Siz de imzalayıp mühürlerseniz komisyon dağılacak .

<ı>-Komisyonda kaç kişi var.

<ı>-Dört efendim.

<ı>-Bütün üyeler burada mı?

<ı>-Evet burada ve tutanakta da hepsinin imzası var.

<ı>-Tutanak burada değil, sınav yerinde tutulur. Komisyonla birlikte sınav salonuna gideceğiz, gelen olup olmadığına birlikte bakacağız, gelen yoksa o zaman tutanağı tutacağız. Benimle gelin, dedi müdür ve o önde komisyon arkasında, alt kattaki sınav salonuna inildi.

Müdür:

<ı>-Komisyon üyesi arkadaşlar, bakın bakalım salonda öğrenci var mı?

<ı>-Hayır yok müdür bey.

<ı>-Sıra altlarına ve salondaki sütunların arkalarına da bakın.

<ı>-Baktık, yok efendim.

<ı>-Tamam şimdi oldu, getirin tutanağı imzalayıp mühürleyeyim.

(Devam edecek)

 
Toplam blog
: 1081
: 980
Kayıt tarihi
: 30.07.10
 
 

Uzun yıllar çeşitli sitelerde Oruç Yıldırım adı ile yazı yazdım. Dört tane romanım ve çokca da de..