Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

05 Kasım '09

 
Kategori
Deneme
 

Mimar Sinan ve kişisel gelişim dedikleri(1)

Mimar Sinan ve kişisel gelişim dedikleri(1)
 

Ey Mimar!Sana köprü yaptıran HAKK GÖZÜNE şükrolsun...


I. DÜŞ

Asırlardan beri, doğu kültürünün en verimli kaynağı olmuş ve kendi Türk dairesinin çeperine sığamayarak diğer doğu medeniyetlerini potasında eritmiş; içindeki bendini aşma arzusu hızını kesemeyince, vakti zamanı gelince, batıya yüzünü dönmüş; yüzünü batıya yöneltip bu yönde ilerleyince de evvelâ batılının yüzünü güldürmüş; batılıya, şahsiyeti, sanatı, ilmi, devlet yönetimini, adaleti, bir ideal için yaşamayı öğretmiş bir ecdâdın torunlarıyız.

Ama gelin görün ki; günler, aylar, asırlar geçip de dört nala giden atlarımızın üzerinde, başlangıçta batıya yüzümüzü ansızın ve hızlıca dönmenin, sonrasında ise arkaya bakmayı bir an için bile düşünmemenin tesiriyle; doğudan doğan, bizi iliklerimize kadar daima ısıtan ve ışıtan güneşle, önceleri atlarımızın çiğnediği batı diyarlarını aydınlatırken, zamanla bir yerlerde yorulmaya, dedelerimizin zaferlerinin sarhoşluğunu üzerimizden atamayıp yeni şeyler üretememeye, hatta elimizdeki hazinelerimizi birer birer yerlere saçmaya başlamışız.

Ve bir gün, bir aynayla karşılaşma ve gerçeklerle yüzleşme günü geldiğinde, atın üstünde önce tökezlediğimizi, attan inmemekte direndiğimizi, koşamayan atımızın ve onu koşturmaya cesareti kalmayan bedenimizin yerinde çakılıp kaldıklarını, “batıya neden gittiğimizin şuurunu” kaybedip, artık attan inip yaya gitmeye çalıştığımız yolda, her attığımız adımda aslında güneşin ışığından ve sıcaklığından uzaklaşmamızla, adeta felç geçirmiş yüzümüzün farkına varamamışız. Artık ne gözümüz bize tutulan aynayı algılamış, ne kulaklarımız bizi biz yapan değerlerin, hazinelerimizin yitip gittiğini anlatmaya çalışan tehlike çanlarını duyar olmuş.

Bazı bazı, yüzyıllar önce doğudaki kültürden beslenen atalarımızın damarlarımıza nakşettiği sarsılmaz ve değiştirilmez imzasını ve genlerimizde kodlanan akıl ve yürek denilen güçlülük iksirlerini net olarak fark edemesek de, atalarımızın insanlığın medenileşmesi yolundaki gayretlerini gören“ HAKK GÖZÜNÜN” bir lütfu olarak, hayal meyal de olsa “ başımıza gelenleri sezmek” bahtiyarlığını yakalamışız. İşte böyle zamanlarda kendimize gelmek, kendimizi yeniden keşfetmek girişimlerimiz olmamış değil. Bu girişimlerde malzemelerimiz tükendiği için hep bir şeylerimiz eksik kalmış. Bizim verdiğimiz benzersiz meyvelerle beslenen ”batı denen bebeğin” emeklemesini, yürümesini delikanlılığını, tahsilini, olgunlaşmasını, yetişkinliğini ve kendi mantığına göre de olsa dünya sahnesinin yönetmenliğini ele alarak yetkinliğini, tökezlediğimiz yerde, kendi kendimizle boşlukta cebelleşirken ya da -nasıl derler- bir şeylerin mücadelesini veriyormuş gibi görünme sırasında idrak edememişiz. Yüzyıllar içinde, batıda bizim cömertliğimiz ve “ötekilerin” hileleri ile; akıl, sabır, sistem gibi katılaşmış kuralların süzgeçlerini kullanan; yüreği sadece kendi gibi olanlara merhametli, kendinden olmayanlara ise zalim olan bir devi kendi ellerimizle yaratmışız. Sonra da bizim kültürümüzle beslenen bu devden korkar olmuş, kendimizi bu dev karşısında donanımsız bırakmışız.

Ne yazık ki, bu yeni devin karşısında, özellikle Tanzimat’tan sonra, dış kabuğumuzun baş döndürücü bir hızla yaldızlanmasına tezat, yavaş yavaş ve hissedemeyeceğimiz kadar sinsice enerjimizi, aşkımızı, hafızamızı, muhakeme gücümüzü, ilim kudretimizi ve nihayetinde hareket kabiliyetimizi yitirmişiz. Öyle ki, batının o soğuk mantığı ve bizden aldığı her şeyi cilalı paketler içinde bizlere bir yenilikmiş gibi sunma teknikleri sayesinde bizim olduğunu kesinlikle bildiğimiz hazinelerin yerini kaybetmişiz. Bize güç veren hazinelerimizi gözlerimizin içine baka baka bizden çalmış bu “şişme dev”. O hırsızlık anını bilinçli bir şekilde unutan ve yüreği olmayan dev, “sizi bilinçlendireceğiz ve size kişilik vereceğiz” masalını neredeyse üç yüzyıldır bize döne döne okumuş. Ve hâlâ okumakta. Batılılar bizden aldıkları, medeniyetin her alanındaki ham maddeleri süsleyip kendilerininmiş gibi, çıkış noktaları kendi diyarlarıymış gibi ulaşılması zor tepelerdeki her kayanın altına gizlemişler. Aslında bizim olan ama bizim olduğunu, şu anki hantal bedenimiz, uyuşuk hafızamız ve titrek yüreğimizle asla fark edemediğimiz veya fark etsek bile bizim olduğunu ispatta zorlanacağımız ilim ve sanattaki dâhileri ve dâhice projeleri sil baştan bize öğretmeye kalkmışlar. Biz bu oyuna öyle kanmışız ki “Onların her şeyi var, bizde neden bu kadar az şey var?“ psikolojisine saplanıp onlardan insanlık! ve medeniyet! öğrenmeye kalkmışız, atalarımızın onlara öğrettiklerini şimdilerde tamamen unutan hafızamızla…

( Devam edecek…)

 
Toplam blog
: 191
: 769
Kayıt tarihi
: 21.07.09
 
 

“Yazı yazmak” bir Yürek Yolculuğudur. Okumak ve yazmak bana Edebiyat alanının kapılarını açtı… Ed..