Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

26 Aralık '21

 
Kategori
Edebiyat
 

Mine Ömer'le Söyleşi

YÜREK DÜŞE ŞİİRE...                 Şair Mine Ömer’leSöyleşi

                                                                  (Fatma Akilhoca)

 

 

         

           Kıbrıslı Şairimiz Mine Ömer, 1961'de Larnaka’da (İskele) dünyaya geldi. Kıbrıs’taki çalışma hayatında,  Kıbrıs Bayrak Radyosu’nda haber spikerliği, program sunuculuğu ve yapımcılığı görevlerini sürdürdü. Çok sevdiği Kıbrısı’ndan eşinin işi nedeniyle ayrılıp, İzmir’e yerleşti. Yaklaşık 28 yıldan beridir de orada yaşamına devam ediyor. Önce “Alaz Edebiyat Dergisi”ni yayınladı, 2009 yılından beridir de,  “Kurşun Kalem” Edebiyat dergisini yayın hayatına kazandırdı. Neziher Yayınları sabibi de olan Şair Mine Ömer’i sizlere daha yakından tanıtmak, onun şiirle, sanatla ilgili düşüncelerini, düşlerini daha da açık etmek için, sesime sesle, sözle karşılık verdi.  Adası hem içinde, hem  şiirinde koca bir yürek atmasıdır onun,  istese de onsuz olamıyor. Buradaki ailesini, dostlarını, toprağını sık sık ziyarete gelmek, onun yarım bıraktığı çocukluk  sevinci...

 

Fatma Akilhoca: Sevgili Mine, senin şu ana kadar basılmış üç şiir kitabın ve bir çocuk öykü kitabın var. “Rüzgârın Kızı Değilim Artık (Şiir, 2002)”, “Dünyamıza Bir Kıyı”(Şiir, 2007, Etki/Dize Yay.), ki bu kitap “İyul Çiçeyim” adıyla Azericeye de çevrildi. “Düş İskelesi” (Şiir, 2011 İlya İzmir Yay.) ve Gökyüzü Sevinci (Çocuk Öykü, 2014).

Şiirlerinde çarpıcı imgeler var, özellikle son şiir kitabın Düş İskelesi’nde, okuyucuyu  bir imgenin kucağından alıp, diğerine bırakıyor, şaşırtıyorsun. İmge, şiirin vazgeçilmezi, olmazsa olmazı. Onsuzluk kurutur şiiri, fazlalığı ise bulamaç yapar. Peki günümüz şiir ikliminde özlenen nedir? Hem bir şair olarak hem de bir Edebiyat dergisi sahibi ve varedeni olarak bu konuda ne diyeceksin?

 

Mine Ömer:Sevgili Fatma, öğle sıcağında bunalan bir kent düşün. Akşamüzeri hafif hafif esen rüzgârın yapraklara dokunması, günü bir anda ne kadar güzel etkiler değil mi? Günün durgunluğu bu güzel, tatlı esintiyle bir anda kıpır kıpır bir yaşama dönüşür. Tüm sıcaklığa rağmen rüzgâr sert esmiş olsaydı yine bu mutluluk yaşanmayacaktı. O tatlı esintinin kıvamında şiirimize imge yerleştirmek önemlidir.  Şair de imgeleri dizelerine böyle bir ince nüans gibi seçer.  Rüzgâr sert estiğinde serseme döneriz . Şiirle homojenleşmemiş imgeler de şiiri serseme çevirir.  Doğrudan rüzgâr sözcüğünü kullandığımızda okur rüzgâr estiğini okuyacak ama omuzlarında, ensesinde hissetmeyecek. İyi bir dil ustası bu esintiyi farklı iki sözcüğü yan yana getirerek çağrışımı rüzgâr etkisi yaratacak sözcükler peşine düşer. Eğer şiirde imge, sembol, simge, eğretileme gibi söz sanatlarına ait bir iz kullanmazsak yazılana şiir demek yanlış olur.  Günümüzde çok iyi şiir yazan şairler vardır. Dergiler bu şairler ikliminin vitrinidir.

         Şair, donanımı kadar şiir yazabilir. Eğer şiir tarihini, geleneği okuyup, incelemediyse, onların üzerine yeni dizeler eklemediyse  yazdıklarını yeniden gözden geçirmesi gerekir.

             Yara neredeyse, yürek orada atarmış. Görüyorum ki, senin de 1974’den önce doğan her çocuk gibi, derinlerde kabuk bağlamış yaraların hâlâ duruyor. Kaşıdıkça kanıyor. Çoğu şiirlerinde, o yaralı çocuğun elini tutup, karşıya geçirme telâşı, koruma telâşı  göze çarpıyor. Bu duygu yaşadıkça  şiirinde de hep yaşayacak  mı? Yoksa içerdekiler dışa yansıdıkça, ruh yavaş yavaş rahatlayacak mı?

           1974'ten önce Larnaka'da bir çocuktum. Savaştan etkilendim... Bomba kurşun seslerinden çok babamın savaşta ölmesi ve onu Larnaka'da bırakarak Kuzeye geçmekten etkilendim. Şimdi ne zaman savaş çocukları ekrana gelse onların bakışlarından neler hissettiklerini çok iyi okuyorum...  Savaştan, bombalardan, ölümden arınmak ne kadar haklı bir istek. İçimdeki duygular her yaşa benimle birlikte yolculuk yaparken, savaşlar, kavgalar, şiddet, ölümler, öldürülmeler bu kadar vahşice hâlâ devam ederken içimdeki yarayı söküp atmak, insan olduğum anlamını unutmak değil mi Sevgili Fatma? 2011'de yayımlanan şiir kitabımın ismi de 'Düş İskelesi' aslında tüm bunları imliyor.

Biz eskiden Larnaka'ya İskele derdik. Biz büyüdükçe İSKELE düşümüz oldu ne yazıkki...

         Şiirlerini  hatırlamak için kitaplarını yeni baştan okudum. Görüyorum ki, senin de içini acıtan en önemli konulardandır, sevginin, dostlukların yakın tarihimizde ka başka şeylere evrilmesi. Dostlukların, sevginin vıcık vıcık olması. Epriyen kısımların elimizde sökülüp kalması. İnsanın daha da yalnızlaşması. Sıkıntı hangi sokaktaysa, ayaklar hep o yana doğru kayar. Var mıdır şiirin yaptırım gücü? Olumsuzu, olumluya çevirebilme kabiliyeti ya da. Ne diyorsun?

          Sanat, yaşamın olumsuzluklarını imler. Gösterir...  ama etkileyerek gösterir. Şiir de insanları en çok etkileyen sanat dallarındandır. Tek başına şiirin kötüleri, kötülükleri değiştirmesi olanaksız. Günümüzde kaç anne-baba çocuğuna şiir kitabı satın alıyor? Kaç anne-baba  çocuklarına Fikret Tevfik'ten, Cemal Süreya'dan, Atilla İlhan'dan, İlhan Berk'ten, Fikret Demirağ'dan vb. şiir okuyor?  Okunmayan şiirin etkileme gücünden nasıl söz edebiliriz? Etkilemez! Şiir, ancak okurunu etkiler. Tüm dünya insanlarını etkileyemez çünkü çok büyük bir çoğunluk ne edebiyat dergisi ne de şiir kitabı eline alıp okumuyor. Televizyonda seyredilen dizi filmlerle zaman geçirilerek okuma reddediliyor. Okumak zor bir eylemdir. Seyretmek ise bağımlılık gibidir yapıştığını bırakmıyor çünkü kolaycılıktır. Yirmi birinci yüzyıl insanları okumaktan yana seçim yapamıyorlar çünkü onlar tv'ye, bilgisayara ve cep telefonlarına bağımlılar. Dizi filmlerdeki silah objeleri, dökülen kanlar:  bugün çok sık haberlere konu olan şiddet, taciz ve cinayetleri çoğalttı.

 

            “Kum taneciği sekerek koşar selvi boylu alkışlara/bu tarz moda...” derken “MODAsızlar”(Düş İskelesi, kitabından) isimli şiirinde, gerçek sanatın hakettiği değerini göremediği, naylon sanatların ya da diğer bir deyişle fason sanatların renkli kâğıtlara sarılıp, bol alıcı bulmasından yakınıyorsun. Bunu sanat alıcıları birbirinden kolayca ayırt edebilirler mi? Kime/kimlere görev düşüyor bu konuda?

         Ödülleri hak etmedikleri halde çeşitli nedenlerden ödül alanları - verenleri imlemiştim o şiirimde. Çoğu ödüller zaten anlamını yitirmiş değil midir Sevgili Fatma? Vicdan ve insan... Bu ikisini bir arada bulmak günümüzde her alanda zor bir beklenti...

              Çocukluktan itibaren şiir bilgisi, şiir felsefesi eğitimi almamışa, şiirin asla sevdirilemeyeceği, konusunda bir tartışmanın içinde oldum yakın bir tarihte. Bu konuda sen ne düşünüyorsun? Gerçekten çocukluktan itibaren böyle bir eğitimden geçmemiş insana sonradan şiir sevdirilemez mi?

 

          Şiiri henüz okula gitmeden önce sevmiştim. Şanslıydım çünkü evde benden büyük ablam vardı. O olmasaydı şiiri bu kadar çok sevecek miydim bilmiyorum.  Larnaka'daki evimizde şiir kitaplarını tanıyarak büyürken, çok şiirler okudum beyaz salıncağımda...  Okuduğum şiirler her yıl farklılaştı. Alt alta yazılan manzumelerin çoğunun şiir olmadığını fark etmek iyi şiirin peşine düşmek, usta şairlerin şiirleriyle tanışmak hepsi bir eğitimden geçtikten sonra olgunlaştı. Şiir eğitimi mutlaka olmalı. Şiirin bilgisine ulaşabilen çocuklar öncelikle iyi bir şiir okuru olurlar. Şiir yazmaya başlayabilirler ve belki de aralarından bazıları şair olacaklar. Her şiir okurunun, şiirin bilgisine varan her insanın şair olması zor. Naif bir düşünce...Öte yandan okullarda şiir yazma  eğitimi, şiir atölyeleri  olmalı. İnsanı düşündüren, olumlu kılan bir eylemdir şiir.

        Özellikle Türkiye’de  şiir kitaplarının kitabevlerinin raflarından kaldırılmasını, şiir kitabı şatışlarının çok az olması sebep gösterilerek, haklı hareketler olarak sunuluyor.  Yayınevleri şiir kitabı basımı konusunda isteksiz davranıyor.  Şair Ece Ayhan’ın dediği gibi “şiir toplumu küçük bir toplum”. Evet, bu hep böyle oldu ve olacak da. Yeni bir olay değil! Bence yüzyıllardan beri kendine yaşam alanı yaratmış şiir, bundan sonra da yaşamaya inatla devam edecek. Gerçek şairlere, şiir severlere, eleştirmenlere  bu konuda çok iş düşüyor, sen ne dersin?

           Öykü kitapları da şiir kitapları kadar şansızdır okur açısından. Yalnızca şiir değil öykü okuru da çok  azdır. Öykü, şiir, deneme yazılarını gerçek okurlar okur. Edebiyat dergilerini onlar izler. Ötekiler ise popüler olan ne varsa onu okurlar. Onlar gerçek okur değildir diye kestirip atmak da yanlış. Az önceki sorunun yanıtı aslında burada saklı. Eğitim... Öğrencilik yıllarından okuma alışkanlığı yaratılmadığı için gerçek okurun sayısı çok az. Bazıları da kitaplıklarındaki kitapları çoğaltmak ve okur olduklarını göstermek için bir ihtiyaç gibi alırlar kitapları. Hiç kapağını  açmayacakları halde  kitap satın alırlar. İyi okur ise  yazar ve şairleri tanır. Onların yazı, şiir tarzlarını bilerek kitaplarını satın alır veya almaz. Seçerek kitap satın almak iyi okurların izlediği yoldur.  Edebiyat dergileri okurları çoğaldığında iyi okur  sayısı da artacaktır diye düşünüyorum. O zaman öykü de şiir kitapları da raflarda yalnızlaşmayacak...

 

         “Yaratıcı Yazarlık”, “Şiir Yazma Sanatı” Atölyeleri Türkiye’de oldukça revaçta, Kıbrıs’ta bu konuda herhangi bir hareket duyduğumu hatırlamıyorum.  Bu atölyelerin, yazar  veya şair yetiştirmede gerçek bir etkisinin olduğuna inanıyor musun? Yoksa sadece ticari kaygılardan dolayı kurulmuş kurumlar mıdır? 

 

         Sanat atölyeleri olmalı. Bu atölyeler yazmanın yanında okumayı da teşvik ediyor. Seçici davranmayı öğretiyor.  Yazmak için donanım gerekiyor. Bu donanımı sağlıyor. Kişi çok meraklıysa bu ortamı kendi evinde kendi odasında da sağlayabilir. Bilinçli insan araştırır bulur ve okur. Kendi eksiklerini bilir. Ona göre okuyacağı kitabı seçer. Tıpkı atölyedekiler gibi kendine okuma eğitimi uygular. Örneğin İlhan Berk şiir atölyesine gitmemiştir ama şiir geleneğini, şiirin tarihini okuyarak, uygulayarak , dünya şiirini yakından izleyerek kendi şiirinin kapılarını açtı.

         Kıbrıs’ta da sık sık sıkıntı yaratan bir soru dolaşır ortalarda, eminim Türkiye’de de. Bu, her şiir yazanın, her kitabı olanın şair olup, olamayacağı sorusudur. Bir şair olarak,  Kurşun Kalem ed. dergisinin Genel Yayın Yönetmeni olarak, bu soruya yanıtını gerçekten merak ediyorum. Bu konuyu biraz açalım mı?

     Kurşun Kalem'in internet yazışma adresine her gün onlarca şiir gelir. Bazen bu gelenlerin hiçbir şiir değil. Kitap yayımlamak zor değil. Parası olan herkes kitap bastırabiliyor. Bu soruya istersen bir de şu açıdan bakabiliriz Sevgili Fatma. Şiir kitabı var ama edebiyat dergisine şiir gönderdiğinde yayımlanmıyorsa o kişinin kendini eğitime alması gerekiyor. Bunu yapacağına şiirim yayımlanmadı diye küsüyor, kızıyor, küfrediyor. 

 

            “Gökyüzü Sevinci”isimli ilk çocuk öykü kitabın geçen yıl yayımlandı. Savaşı yaşamış bir Kıbrıslı çocuk olarak, savaşı sürekli sorgulayarak, savaşsız bir dünyanın varolabileceğini vurgulayarak, düşleyerek, arzulayarak kurguladığın öyküyü şiir tadında sundun çocuk alımlayıcılara, aslında her yaştaki alımlayıcıya bence. Ben çok başarılı buldum ve sevdim. Bundan sonraki yolunda Çocuk Edebiyatı’na daha fazla katkı yapma düşüncen var mıdır? Bu konudaki üretimin devam edecek mi?

     Sevgili Fatma, güzel düşüncelerin için teşekkür ediyorum. Kitaptaki barış teması ve kullandığım dil beğenildi. Kitap hakkında yazılar yazıldı. Aslında oradaki çocuklar bizdik. Sendin, bendim, kardeşlerimdi, Larnaka'daki tüm çocuklardı, Kıbrıs'ın kuzeyindeki güneyindeki çocuklardı. Onların gördükleri, yaşadıkları, çocukça savaşa hissettikleriydi.

Nedir savaş diye sorguladıklarıydı... Beyaz salıncaktaki şiirler, şarkılar, gökyüzündeki güneş, silahlar ve çocuklar...Nasıl bir Gökyüzü Sevinci?

       Anıyı öyküleştirdiğim için kendimi çocuk öykü yazarı olarak kabul etmem yanlıştır. Birçok değerli edebiyatçı çocuklar için yazmamı önerince kendimi sorguladım. Pedagoji okumayan birisinin çocuklara yazması ne kadar doğru?

İlk kitapta hataya düşmemiş olabilirim, ya sonrakilerde?  Çocukları çok seviyorum. Zaten yazdığım birçok şiirde, öykülerde çocuklar var. Bu yüzdendir bu yıl İzmir'de çocuk  yazın atölyesine gittim. Yeniden öğrenciyim. Yazdıklarım epey çoğaldı. Ama her yazdığımı hemen kitaplaştırmıyorum. Yeniden yeniden gözden geçirmeliyim...

            Önce “Alaz” Edebiyat Dergisi, ardından “Kurşun Kalem” Edebiyat Dergisi’nin hem sahibi, hem Yazı İşleri Müdürü, hem de Genel Yayın Yönetmeni olarak, çoğul bir görevi neredeyse tekil bir şekilde üstlenmişsin, en büyük desteği eşinden alarak.  Çok zorlu bir görevin, misyonun var sanatta. Sanata kucak açmış, başarılı genç kalemlerin de daha rahat yeşermesi için onlara kapılarını açmanın yanında, Kıbrıslı sanatçıları da ihmal etmiyorsun. Onlara da elin hep uzalı ve hep sıcak. Bunlar takdir edilesi, öpülesi davranışlar. Bu zorlu görevleri yürütürken seni en çok boğan, mutsuzlaştıran, uykunu kaçıran konular ne/lerdir? Dergi satışları ne durumda?

             2007'de Alaz'ı on sayı çıkardıktan sonra 2009'dan beridir  Kurşun Kalem'le yola devam ediyorum. Üstteki ünvanlar matbu ünvanlardır... Benim için asla önemli değildir. Ayrıca, dergiye yazan yazar ve şairlerin emeğidir KURŞUN KALEM. Kıbrıs Sanat Güncesi sayfan örneğin Türkiye'de büyük ilgiyle okunuyor. Fatma Akilhoca ismini dergiyi okuyan herkes bana soruyor ve seni tanımak istiyorlar. Kıbrıs'taki sanat gündemini senin haberlerinle yakından izledikleri için teşekkür ediyorlar. Dergide uykumu kaçıran bir şeyler olmuyor. Dergi satışları iyi. Dosya yazıları gecikince ve dergi birkaç gün geç çıkınca uykularım o zaman kaçıyor.

 

 

          Nisan 2014 İzmir Kitap Fuarı’na dumanı üzerinde, ateş  gibi konuların yer aldığı bir kitap yetişti. “Kadınların Ruh Acıları”. Bu 32 kadın yazarın kaleminin koca bir ateş topuna dönüştüğü kolektif bir öykü kitabı, Neziher Yayınları tarafından çıkmış. Bu kitap aslında senin bir düşünün gerçekleşmesiydi. Yani kitabın proje annesi sensin.  Ben anlatmayım, istersen sen anlat onu bize. Nasıl doğdu, nasıl büyüyor kitap, onun ışıma hali...

       

         Kurşun Kalem'i izleyenler bilirler. Kadın temasını yılda bir kez 8 Mart'ta değil çeşitli sayılarda dile getiriyoruz. Kadına şiddet, taciz ve tecavüz bu kadar  yakınımızda iken KADINLARIN RUH ACILARI da kendiliğinden gelişen bir proje olarak doğdu. 32 kadın yazar şiddet, taciz ve tecavüz öyküleri yazdılar. Otuz iki öyküde farklı otuz iki kadını ve kadın olmanın zorluklarını okuyoruz. Türkiye edebiyatında bu tema ile derlenen bir ilk kitaptı. Kitaptaki öyküler bedenin değil ruhların acısını imliyor. Tendeki yara kapanır ama ruh yarası yaşamı derinden etkiler. Ruh acılarının geçmesi için aile çok önemlidir. Kadın-erkek, genç-yaşlı, tacizci-tecavüzcü herkesin okuyup yüzleşmesi gereken bir kitap... Kadınlarla ilgili kitap projemin ikincisi de Nisan 2015'te yine Nezih-Er yayınlarından çıkıyor. Egeli Kadın Yazarlar'la bu projeyi gerçekleştirdim. Anne -kız ilişkilerini  anlatan tüm zamanların öyküleridir Anneler Ve Kızları.

        Bir kadın olarak, önce anne, şair, dergi yöneticiliği, yayınevi yöneticiliği... sırasını yanlış yazmışsam lütfen düzelt. Hepsine yetişmeye ve başarılı olmaya çalışıyorsun. En verimli olduğun alan, seni en fazla zorlayan, zaman zaman acıtan alan,  hangisi veya hangileridir?

                   Kurşun Kalem zaten tüm zamanlarımı ele geçiriyor.  Dergi, yayınevi, editörlük  zaman isteyen, tecrübe isteyen işler. İlk başlarda zorlanmıştım. Zamanla alıştım. Yazmaya başladığım her yeni şiir ise yeni bir inşaat işçiliği istiyor. Temelinden, estetiğine ... İyi bir şiiri yaratmak en zoru...

            Ayağa kalkmış, yolculuğa hazırlanan yeni dosya/ların var mıdır? Ya da kulağımıza fısıldayacağın yeni projen? Bize düşlerinin dallarından ses verir misin?...

          Yayımlamak kolaydır da yayımlanacak olanı hak ediyor mu diye  sorguladığımdan bekleyen dosyalarım vardır. Yeniden dönüp okuyup öyle yayımlamak istiyorum. Bunun için de yaz aylarını özlemle çekiyorum. Projelerim de var, gerçekleşmeden dile getirmek ne kadar doğru... Projeler bana enerji veriyor. Çünkü onlar bir hedef. Hedefimin olmadığı bir zaman dilimi hiç olmamıştır . Düşünüyorum, yok gibi... Biliyorsun yazdığım kısa şiirlere damla şiirler diyorum. Onlardan bir tanesinde  şöyle demiştim. "Bütün susmalarımı takıp takıştırıp/ kıvrılıp, seni seyredeceğim hayat" Şöyle bir gün hayatı seyredecek kadar bol zamanım olmasını istiyor muyum? Hayır... Her an'a, saniyesine kadar çalışılmalı...çalışmalı şair.

        Günümüzün bulaşıcı hastalığı,  zamansızlık içinde yanımızda olduğun, katkı koyduğun için teşekkür ederken, yolculuğunda hep sağlık, hep başarı dileklerimi iletir, sevgiler sunarım.

2015 Afrika Gazetesi  Sanat eki

 

 
Toplam blog
: 56
: 504
Kayıt tarihi
: 05.10.09
 
 

Mine Ömer; Larnaka, Kıbrıs doğumludur. Kıbrıs Bayrak Radyosu'nda memur olarak çalıştı. Haber ..