Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

15 Ocak '08

 
Kategori
Blog
 

Miş miş. Muş muş. Mış mış.

Miş miş. Muş muş. Mış mış.
 

Bu resim benim yedi yaşından bu yana hiç büyümeyen halim. :)


Şimdi arkadaşlar. Çok önemli bir konu var son zamanlarda bloğumuzda tartışılan. Temcit pilavı gibi, ısıtılıp, ısıtılıp, önümüze sürülen. İmla ve yazım kuralları konusu. Ve o kadar çok insan yazı yazdı ki bu konuda artık bana gına geldi. Ögg geldi. Bay geldi yani.

Nedir arkadaşlar bu bu kadar ya? Biz Nobel ödülüne aday yarışan yazarlar filan değiliz ki burada. Zaten hayatın sıktığı, daralttığı, boğduğu benliğimizi yüreğimizi burada paylaşmaya, çoğaltmaya ya da eksiltmeye gelen insanlarız sadece. Ha. Bu konuda kendini buradan göstermek, dikkat çekmek isteyen insanlar vardır, olabilir. Ona da bir şey demem amaaa. Konuyu da bu kadar büyütmenin, kurallara bu kadar bağlı kalmanın, alemi yok. Bunun bizi sıktığını, boğduğunu, kısıtladığını düşünüyorum açıkçası. Onun için bu konuda yazılan bloglar sıkıyo artık beni. Mesut Selek Beyin ki hariç:)) Çünkü onun bloğu bu blogla anlatacağım, vurgulayacağım, vurgulamak istediğim gibi. Yapıcı… Evet... Tabi ki dikkat etmeliyiz imla kurallarına, fakat bu o kadar da büyütülecek bir mesele olmamalı aramızda. Gözünüzü seveyim arkadaşlar. Ne yani yazı kalıp gibi, beton gibi, CE belgeli Bimss tuğlalar gibi mi olmalı illa da.

Hayır, arkadaşlar hayır. Yazı akmalı. Yazı sürüklemeli. Yazı coşmalı. Yazı kükremeli yeri geldiğinde. Masaya yumruğunu çakıp, masayı parçalayabilmeli zaman zaman. Nasıl bir virgülle, nasıl bir noktayla, nasıl ünlemle kesebilirsiniz ki; masaya inmesi, masayı kırması, masayı parçalaması gereken bir yumruğun gücünü, kudretini, hıncını. Olmaz arkadaşlar olmaz. Onu yapanlar zaten var. Biz yapmayalım bari. Bir çağlayan düşünün. Coşmuş, taşmış, kükreyen, akan bir çağlayan. Bu çağlayanın önüne nasıl bent çekebiliriz ki biz. Buna gücümüz yeter mi? Yetmeli mi ya da. Belli ki o çoşmuş. Çağlamış. Belli ki akacak. Akmalı!

Yeri geldiğinde düşüp dizlerini de kanatabilmeli yazı. Yeniden ve daha büyük bir hevesle ayağa kalkıp yürüyebilmesi, koşabilmesi için. Yeri gelmeli sendeleyebilmeli, yeri gelmeli taklalar atabilmeli. Bir arkadaşıma yaptığım yorumda da söylediğim gibi… Bir bebek önce emeklemesini, sonra sıralamasını, sonra yürümesini öğrenir. Yürümeyi öğrenen bir çocuğu tekrar emekletemezsiniz mesela. İsteseniz de yapamazsınız bunu. Koşmaya başlayınca da durduramazsınız. Eğer yeni sıralamaya başlamış bir çocuğa düştü diye bağırır, kızarsanız, onun yürümesini engellemiş olursunuz. İlerde çok iyi bir koşucu olmasının önüne set çekmiş olursunuz belki de. Belli ki o yürüyecek, belli ki koşacak bir süre sonra, belli ki taşacak. Aksi takdirde onun vebalini üstümüze almış oluruz ki; ben böyle bir kötülüğü kimseye yapmak istemem. Yapamam açıkçası. Oysa ona el verir, ayak verir, omuz verir, bilek verir, hatta yaralıysa koltuğunun altına baston verirsek onun da yürümesini sağlamış, iyilik etmiş, yolunu açmış oluruz.

Birde şu saygınlık meselesi var beni tilt eden. Saygınlık nedir Allah aşkına arkadaşlar. Özellikle yazıysa söz konulu olan. Yurdumda olduğu gibi… yazıyı takıma kravata endeksleyecek olursak mesela çok bi yavan kalmaz mı sizce de. Ben takıma kravata değil, onun içindeki, arkasındaki adama bakarım önce. Yüreğe, bileğe, güce, kudrete bakarım. Takımlı kravatlıya da saygı göstermesini, hürmet etmesini, takdir etmesini bilirim ama eğer onda o bilek, o yürek, o yetenek varsa. Sezinleyebiliyorsam. Salt takıma kravata ise asla saygı duymam, sevgi beslemem, elini de öpmem, bi başka yerini de. Kimse de bunu yapmamı beklemesin benden. Onlar benim için bir hiçtir. Göstermeliktir. Takımı indirsem, altından belki de yırtık, yamalı bir don çıkar. Eğer bana takım, kravat, elbise için saygı gösterecek varsa da göstermesin. Kimsenin bu ve buna benzer sorumlulukların, kisvelerin ardına, gölgesine, duldasına sığınmasına gerek yok. Olmamalı diye de düşünüyorum.

Ben yazıya dokunmak isterim, elleşmek, koklaşmak, oynaşmak, güreş tutmak isterim yazıyla. Çiği henüz kalkmamış yemyeşil çimlerin üstünde yuvarlanır gibi yuvarlanmak, sarmaş dolaş olmak isterim yazıyla. Yeşili bulaşsın isterim Ayşe teyzenin acesiyle yıkanmış:) gömleğimin beyazına. Görünce annemin canıma okuyacağı! Dağ çiçeği gibi koksun isterim. Sonradan üzerine parfüm sıkılmış yapay çiçekler veya sera çiçekleri gibi değil. Geçici cazibesine kapılıp gitmek hiç değil. Seni seviyoruuuuuuuuuuummmmmmmmm diye bağırmak isterim yazının içinde. Nemrutun kayalıklarını yerle etmek mesela naramla! Peki, tutup da seni seviyorum dersem nasıl; nasıl yeterince ifade edebilirim ki bu duygumu.

Onun için diyorum ki; geçin bunları anam babam. Geçin bir kalem. Yazılarımız yaşamın içinden olsun. Tam göbeğinden. Yüreğinden. Özünden. Bizim gibi gülsün, bizim gibi ağlasın, bizim gibi kükresin yeri geldiğinde. Kuzuların boynuna taktığımız çanın, camlarımızı zangır zangır titreten gök gürültüsünün, şahlanmış koşan bir atın nal sesleri de olsun, yelesini havalandıran rüzgarın esintisi de vursun yüzümüze. Tarkan’ın kalçasında oynaşan zillerin, orgazmı yakalamış bir kadının çığlıkları da duyulsun icabında. Satır aralarında, kelimelerinde, cümlelerinde.

Nasrettin hocamızın eşeğinin arkasına sıraladığı meretin kokusu bile olsun. Tarlada kırk derece sıcağın alnında, güneşin bağrında 10 saat ekin biçen köylü kadınımın ter kokusu ya da… Bunlar bizi rahatsız etmesin.

Bunlar bizim özümüz. Bunlar bizim yaşamımız. Bunlar bizim aslımız, gerçeğimiz arkadaşlar. Biz kendimizi nasıl bunların dışında tutar, nasıl yadsıyabiliriz ki kendi gerçeğimizi. Biz kim ve ne oluruz o zaman? Bizim çoğu zaman kıyasıya eleştirdiğimiz politikacılardan ne farkımız kalır o zaman. Biz halk değil miyiz arkadaşlar, halkın ta kendisi. Yüreği, nabzı. Yalnızca… eli biraz daha iyi kalen tutan. Kalem tutmaya hevesli olan.

Çok uçtum ben de değil mi? Duyuyorum içinizden bu kadar uçma Aynur, tepetaklak olur, burnunun dikine çakılıverirsin sonra… “diyenler var.” İçinizde. Kendini ABS.ASR.EBD: EDD. VS. olan son teknoloji harikası bir araç yerine koyma. Biliyorsun ülkemin sokaklarında hacı muratlara Porsche motoru takıp gezenler var. Seni bir sollarlar, feleğini şaşırırsın sonra diyenler. Sen kendini ne sanırsın. Senin bunlardan haberin yok galiba. Eğer böyle gidersen haddini bildirirler. Onun için otur oturduğun yerde. Fazla dallayıp budaklama. Sarkma sağa sola. Fakat. Ne yapayım arkadaşlar. Gelenler geldi mi, geliyorlar bana. Laf anlatamıyorum içimdeki o haylaz çocuğa. Saçımı başımı çekiştirip duruyor. Sokak camlarını kırıyor. Sırf karne hediyesi olarak çocuğuna bisiklet almayan camcı amca için. Onun için hoş görün arkadaşlar bu yaramaz, edepsiz, terbiyesiz kızı. Ne yani Osman amcanın çocuğu Arslan bize mi baksın, biz bisikletle gezerken. O da bize katılsın. O da tatsın yokuş aşağı giderken suratımızı yalayıp geçen rüzgarın serinliğini.

Onun için; ben bu anlamda yazar sayılacaksam, profesyonel sayılacaksam sayılamayayım arkadaşlar. Profesyonel olmak da istemiyorum açıkçası. Bu tür gereksiz zırvalıklarla uğraşmak da istemiyorum.

Eğer olduğumuz gibi, yazdığımız gibi, yorumladığımız gibi bir yerlere gelebilir, birilerine evet biz de varız, buradayız, hem de olduğumuz gibi, yaşadığımız gibi, hissettiğimiz gibi diyebilirsek asıl başarı odur işte. Asıl beceri o, asıl ustalık o arkadaşlar. Yoksa biz de biliriz bazı yazarların kendilerini halkın üstünde görmek, göstermek, biz sizden çok faklıyız demek için aralara serpiştirdiği afili kelimeleri serpiştirmeyi. Çünkü artık google var:) Teknoloji var yani:)Tamam, sanatçı, aydın, yazar, ressam halkın bir adım önünde gitmesi gereken insanlar ama üç adım da önünde gidilmez ki… Öyle olursa olmaz işte. Ne vermek istediğinizi tam olarak verebilir, ne almak istediğinizi tam olarak alabilirsiniz. Asıl olan bu değildir, gerçek olan bu değildir arkadaşlar. Başarı böyle gelecekse de gelmesin bana. Raiting böyle gelecekse gelmesin. Milyonlar trilyonlar böyle gelecekse gelmesin. İstemem. İstemem!

Ben böyle mutluyum.

Ben böyle mutluyum arkadaşlar!

Üstü kalsın.

Üstü kalsın!

Üstü isteyenin…

Üstü profesyonellerin

Üstü yazarların olsun.

İstemem!

İstememmm!

 
Toplam blog
: 669
: 1503
Kayıt tarihi
: 19.01.07
 
 

Bir on dört mart sabahı güneş henüz arz-ı endam ederken üzeri yongalarla kaplı, küçük pencereli, ..