Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

15 Eylül '07

 
Kategori
Gündelik Yaşam
 

Modernizmde ulusal yaklaşım... Hoşgörü ve biraradalık manifestosu - I-

Modernizmde ulusal yaklaşım... Hoşgörü ve biraradalık manifestosu - I-
 

Kurucu nitelikleri ve genlerinde ulusal birliktelik deneyimi olan uluslar, yüzyıllardan bu yana deneyimlerini geliştirmekte birçok yol kullandılar. Ulusların veya toplulukların tecrübelerini geliştirmekte aracı olan olaylar birlikte davranmak keyfinden başlayarak, şiddet ve savaşa kadar uzanan geniş bir yelpazeyi kapsamaktadır.

Bulundukları coğrafya özelliklerine göre devlet ve ulusal birlikler kurma deneyimi üst çemberlerde olan uluslar Türkler, Ruslar, İngilizler, Almanlar, Fransızlar, İspanyollar, İranlılar, Japonlar, Çinliler, son iki yüz yılda ise Amerikalılar, son yüzyılda ise İsrailliler ve Mısır’lıları da bu kapsamda saymak gerekiyor.

Bunun alt çemberini oluşturan henüz devlet, ulusal topluluk oluşturma deneyimi ve toplumsal gen tecrübesi kazanamamış topluluklar ise kurucu devletlere deneyim yaşatarak kendi deneyimlerini geliştirmektedirler. Burada tespit edilen ulus kavramında ırksal unsur bulunmakla birlikte tek değildir ve birçok etkenle değişmiştir. Bu düşünceleri oluştururken tamamen ırksal bir noktaya götürmekten çok bulunulan coğrafya etkilerinden söz edebiliriz.

Alt çemberde bulunan topluluklara için örnekler şöyle sayılabilir. Yüzyılın ortalarına kadar Museviler (yaşadıkları yüksek acılardan kaynaklanan deneyimleri onlara devlet ve ulus olma zorunluluğunu öğrettiği için bir üst çembere çıktılar), Cezayirliler, Çeçenler, Ermeniler, Basklılar, İrlandalılar, Azeriler, Kürtler bunlar farklı coğrafyalar örnek gösterilerek artırılabilir. Örneğin, Güney Afrika'da rollerin değiştiğine tanık oluyoruz. Düne kadar alt çemberde yer alan zencilerin bugün beyazlarla bu rolü değiştiğine tanık oluyoruz. Artık beyazlar (kavram olarak) zencilerin ulusal ve devlet genlerinin tecrübesi olacaklardır.

Ulusal yapı oluşturup birlikte olmayı istemek bilinci, yüksek hızda gerçekleşen, amacı korunmaya ve güvenli çoğalmanın da içinde olduğu bir yaşam ve etki alanı oluşturma denk düşer. İnsanın soyunu sürdürmek için oluşturduğu gereklilikler insanlığın var olduğu günden bugüne kadar değişim göstermiş ama ana çekirdek aynı kalmıştır.

Bir arada bulunmayı zorunlu tutan koşullar bunu örgütlemeyi ve yasalara bağlamayı zorunlu kılmıştır. Devlet ve buna benzer örgütlenmelerin ortaya çıkış nedeni budur. Kişisel ve Toplumsal gen deneyimi ve disiplinini en üst düzeyde tutan etkenleri ise ölüm ve yok olma korkusu, açlık tehlikesi vb olarak adlandırabiliriz.

Topluluklar iç dinamiklerinde de dış dinamiklerinde de çatışmayı bir ilerleme aracı olarak kullanmıştır. Bu nedenlerden dolayı savaş olarak adlandırılan toplu ölümlerle sonuçlanıp mantığın ortadan kalktığı hissi veren üst düzey enerji birikmesinin patlama dönemleri aslında evrenin mantığının ta kendisidir. Bu nedenle savaş ve çatışma kavramlarını insani acıma hisleri içinde değerlendirmekten çok oluş içindeki rollerine göre değerlendirmek gerekir.

Örneklerle ele almak gerekirse, bir arada yaşama dürtüleri varlıklarının ve zenginliklerinin çokluğundan dolayı düşük olan Yahudilerin, deneyimi oldukları Almanlar tarafından yüksek oranda şiddet ve ölümle deneyimlendirilerek bir arada bulunma ve devlet olma zorunluluğunu gen kodlarına kazımışlardır.

Bugün varlıklı olmanın yanı sıra bazı fedakarlıklarda (vergi vb) bulunarak güvenli bir devlet, ulusal birliktelik içinde bulunmanın zorunluluğu Yahudileri İsrail devletini ne pahasına olursa olsun koruma isteğine yönlendirmiştir.

Yahudilerin yüzyıllardır bir ulusal topluluk oluşturma ve devlet olmadan yaşama isteği birçok topluluğun deneyimi olmasına yol açmıştır. Yahudi genlerinin yolculuğu olması gerektiği gibi devlet olarak sonuçlanmıştır. (1492 İspanyolların Musevilere uyguladığı baskı ve şiddette ortaya çıkmayan devlet ve ulusal birlik deneyimi Almanların Yahudilere uyguladığı yüksek şiddet ve yok etme ile birlikte ortaya çıkmıştır.)

Bütün topluluklar ırksal veya coğrafi genlerinde ulusallaşma ve devlet olma isteği taşımaktadırlar. Bu nedenle onlara sağlanan ortamların mükemmelliği, özgürlüğü veya zenginliği hatta yönetime katılmaları bu isteği yok etmemektedir.

Bu bağlamda bu istekleri, insanın oluş serüvenine ve iktidar isteği kavramına bağlamak gerekmektedir. Örneğin bu durum bizlerde (Türklerde) o derece üst düzeydedir ki dünyanın herhangi bölgesine bir Türk topluluğu bırakın bir kaç on yıl sonra gidin, görürsünüz ki bir devlet kurmuşlar ve iktidar savaşı yapıyorlar. Bu bizim genlerimizde en üst düzeyde bulunan bir şey. Üstelikte yakınlarında bir yerlerde bulunan bir topluluğu da fethederek onları da deneyimleri haline getirmeye ve deneyim olmaya başlamışlardır bile.

Türk köklerinin dayandığı coğrafyadan çıkış ve bu süreçte yaşanan göçebelik, Türklerde en üst düzey belirsizlikten kaynaklanan hızlı organize olma ve çevresini etki altına alma ve kontrol etme genlerini geliştirmiştir. En yakınında kimin olduğu, kendisi için tehlike olup olmadığı gibi göçerlikten kaynaklanan endişeler genlere otomatik tepkileri yerleştirmiştir. Dünyada hiç bir toplulukta bulunmayan bu özelliğin kazanılmasın da "Orta Asya'dan Akdeniz’e bir kısrak başı gibi uzanan" geniş bir coğrafyada bulunmak ve hareket etmek zorunluluğunun kazandırdığı deneyimdir.

Türkler bununla da yetinmemiş geldikleri coğrafyada çok farklı kültür ve atmosfer barındıran Avrupa'ya doğru da isteklerini ve arzularını kaydırmıştır. Bu istek o denli büyük bir arzuydu (desire) ve o denli büyük bir tepki oluşturdu ki birbirleriyle sürekli çatışma halinde olan Avrupalı topluluklar Haçlı Seferleri gibi insanlık tarihinde başka görülmemiş birlikteliklerin ve deneyimlerin ortaya çıkmasına yola açtı.

Bu noktada, geriye baktığımızda, Haçlı Seferleri veya bu tür girişimlerin, hatta buna bağlı başka şeylerin otomatik korunma ve coğrafyasını koruma, iktidarını koruma isteğinden kaynaklandığını düşünebiliriz. geçmişi bu nedenle anlama ve affetme hatta tepkilerin şiddetine tebessüm etme zorunluluğu görmekteyim.

İlginç olan Haçlı Seferleri gibi daha önce görülmemiş birlikte davranma hareketlerinin ortadan kaldırmayı hedeflediği Osmanlı topluluklarını yok edemediği gibi devlet olma süreçlerini hızlandırmasına yol açmasıdır. Bu gelişmenin paradoksudur. Anadolu'da yerleşmiş kavim ve topluluklar bu tehdidi öylesine ciddiye aldılar ki topluluk ve devlet olma ateşini en üst seviyeye çıkardılar.

Türklerin, son yüzyılda sık sık yaşanan savaşlar nedeniyle oluşan yorgunluklardan dolayı büyük bir tehlike yaşamadan bulundukları coğrafyayı koruma isteklerinin olmamasını bir Atatürk anısında rastlıyoruz. Bir gezisinde sanırım Afyon veya Eskişehir civarı, tarlasında çalışmakta olan bir köylüye düşman İzmir'den girdi buraya doğru geliyor sen hala çalışmaktasın der. Köylü, yorgunluk ve yılların biriktirdiği bütün bezmişliğiyle: Aha, düşman tarlamın şu sınırında görünmeden kılımı bile kıpırdatmam diyerek bir yanıt verir. (Umarım diyaloğu doğru hatırladım)

Atatürk'ün daha sonra mı yoksa önce mi "Hattı müdafaa yoktur, sathı müdafaa vardır ve bu satıh bütün vatandır" emrini verdiğine bir bakmak gerekir. (Dikkatinizi çekerim o dönemde henüz sınırlar çizilmemiş. Bu satıh bütün Anadolu ve Orta Asya'da olabilir)

Devam Edecek
www.kamca.org
www.kamca.net

 
Toplam blog
: 202
: 994
Kayıt tarihi
: 29.06.07
 
 

Sosyal medya danışmanı, grafik tasarımcı.  ..