- Kategori
- Aşk - Evlilik
Mülteci kalbin sahibiydi...
Mülteci bir kalbin sahibiydi, durağı yaptığı sılada, saçının kırık bir telini bile yüreğine sarmaladığı gölgenin, yokluk sancısına merhaba demeyi öğrenmişti…
Aşkını kaybetmenin hüznü bürünsede benliğine, o sevmeye hep devam etti…
Kapanan kapıların açılmama umudundan uzak, kaybolan anahtarın izindeydi, direniyordu , ümitsizlikten uzak sabrı öğreniyordu, beklemeyi, beklemenin bile, ince, zarif asaletinin yaşama dair fısıltılarını, iliklerine işleyerek…
Beklemek ; bir korşendo senfonisi yaratmıştı benliğinde , hızlandıkça hızlanıyor , sabrettikçe yükseliyor ve yakınlaşıyordu , saçının kırık teline bile hayat bağladığı aşkına…
Aşk evrendi , aşk nefesti , aşk yarım kalmaması gereken şarkı sözüydü…
Artık yoktu ve yarım kalmıştı sözcükler…arkası , sonu olmalıydı bu cümlelerin , bitmeliydi başladığı yerde dökülürken , sözcükler cümlelerle birleşerek besteyi olur hale getirmeliydi…
Kalanların ardındaki artıklara yer verilmemeliydi , sonsuzlaşmalıydı hissedilenler ve yaşanılanlar…
Her gelen akşamın karanlığında boğulurdu sevgiliye yapılan secdeden , yorulurdu bedeni bazen… Hayıflanmanın adını unutmuş , sınırsız secdelere gömülme hevesindeydi , kırık bir kalbi bıraksada sevdiği , o yare yapılan secdenin hevesinde soluğunun peşindeydi…
Düşünürdü çoğu kez ; kula kul olmakmıdır niyeti , sonra gelirdi yarin kokusu burnunun ucuna anlardı , kula kul olmak değil , nefesinin izinde secdeleri devirdiğini , hayat önemliydi , nefes ise , ayakta tutan öğe…
Gözlerini bir an ayırsa gözlerinden , körleşirdi , saçının en cılız , en kırık teli bile , dokundukça ipek böceğinin kozasında varolduğunu hissettirirdi…
Adı aşktı bunun , destansı , masalsı olsada anlatımı , gerçeğin ta kendisiydi…
Düşbozumu gecelerin koynunda ter dökerken , yarin canlı hayali terine merhem olup , unuttururdu alacakaranlığı…güneş doğardı karabasan çökmüş odasına , aydınlanırdı etraf sevdiğinin ışığıyla…aşkın ışığıydı bu…
Olgunlaştırırdı beklemek , büyütürdü özünü , kimliğinde farklı farklı dünyaların yankılarının sesiyle harmanlanıp evrenselleştirirdi kendini…
Hayatın rengi değişirdi baktığı her yerde , yaşamın bugüne kadar görmediği yönleriyle karşılaşırdı , gün ve gece bile eskisinden bir başkaydı sanki…
Şafak vaktinin doğma sevincine tanık oldukça , ayın şevkle geceyi teslim alma görevine sadıklığını gördükçe , daha önce fark edemediklerinin ispatını gösterircesine dururdu karşısında…
İşte o zaman ; daha çok severdi , yüzüne hasret kaldığı yarini…ona neler kattığını bilirdi , her kendine yüzünü döndükçe , anlardı sevdanın onda biriktirdiklerini….
Katlandıkça katlanıyordu , çoğaldıkça çoğalıyordu ve haykırıyordu sevdiğine “BEN SENİ BU YÜZDEN SEVDİM , GECE GÖZLÜM “ sesi ; boş sokakların melodisi olsada…
Sonra dökerdi içinde biriktirdiklerini, kapanırdı yaraları içini döktüğü şiirin metinlerinde…
Boyardı geceyi yüreğinin dökülen incileriyle ve başlardı arka arkaya içindekileri dökmeye , bitirirdi geceyi , teslim ederdi sabaha son satırlarla aşkına hasret , tamamlanmayı özleyen satırlarla bir kalem , bir defterdi bütün yaşadıkları.…