Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

04 Ocak '09

 
Kategori
Gezi - Tatil
 

Munzur'da "heeey!" diye bağırdım dağlara

Munzur'da "heeey!" diye bağırdım dağlara
 

Ovacık, Tunceli’nin ulaşımı en zor ilçelerinden birisi olmasına rağmen görev sürem içerisinde en fazla ziyaret ettiğim ilçelerden biriydi. Ovacık Yibo onarımları, Öğretmenevi açılışı, Ovacık yakınlarındaki barakalarda yaşayan insanlara sosyal konut yapımı, sosyal konutlarda oturacak insanların eğitim ihtiyaçlarını karşılamak üzere okul planlaması yapmak, askerlerin düzenlediği sünnet şölenlerine katılmak gibi nedenlerle geliş gidişlerimiz olmuştu birçok kez. Ama hep belli bir zamana sıkıştırarak ve konvoy eşliğinde gerçekleşmişti bu ziyaretler.

Sanırım haziran ayıydı 2001’de. Özel idare müdürü Kadir Bey’le eşlerimizi ve çocuklarımızı alarak Munzur Gözeleri’ne gitmeye karar verdik. Munzur’u çocuklarımız da görsün istiyorduk. O yıllarda Hasan adında bir ilçe milli eğitim müdürümüz görev yapıyordu ilçede. Ovacıklıydı ve yıllardır oradaydı. Haber vererek hafta sonu ilçeye geleceğimizi ve amacımızı ilettim.

“Buyurun, bekliyoruz.” dedi konukseverlikle.

Ertesi sabah kendimize ait araçlarla yola çıktık. Artık şehrin çıkışındaki polis noktası kaldırılmıştı. Ovacık yolunda kadınlı erkekli pek çok insan sabah yürüyüşü yapıyordu. Ne Karşılar ne de Torunoba Karakollarında durdurup “Nereye gidiyorsunuz?” diye sormadı askerler. Saat ona doğru Ovacık’a girdik. İlçe milli eğitim müdürümüz, bir emekli öğretmen arkadaşımız ve il encümen üyesi Ali İhsan Bey bizi Öğretmenevinde bekliyorlardı vardığımızda. Çay hazırlamışlardı. Birer bardak içip kalktık.

Munzur Gözeleri ilçe merkezine yaklaşık on kilometre mesafedeydi. Gözelere ulaştığımızda başka ziyaretçilerin de çoktan yerlerini almış olduklarını gördük. Karşı yamaca geçerek kendimize oturabileceğimiz bir yer bulduk. Tunceli’den gelirken yük olmayalım diye yiyeceğimizi ve içeceğimizi getirmiştik. Onlar da hayli hazırlık yapmışlar. Kırmızı pullu alabalık tutturmuşlar. Kırmızı pullu alabalık son derece lezzetli bir balıktır. Onun sadece Munzur yöresinde yetiştiğini söylerler ama ben başka yerlerde de bu balığa rastlandığını işittim. Aslında kırmızı pullu olsun olmasın Munzur ve Pülümür Çayı’nda yaşayan bütün balıklar suyun soğukluğundan mı nedir eşsiz bir lezzete sahiptir.

Oturduğumuz yer tüm gözelerin görülebildiği bir yerdi. Kaya kovuklarından süt gibi bembeyaz sular fışkırıyordu. Bu sular birleşerek hemen yanımızda kocaman bir nehre dönüşüyordu. Suyun serinliği yüzümüzü yalayıp geçiyordu. Hanımlar ve çocuklar gözeleri incelemeye indiler.

Ekibimize eşlik eden emekli öğretmenimizin piknik kültürü hayli gelişmişti. Hemen hazırlıklara başladı. Mangalı yaktı. İki büyük bir küçük şişe rakı çıktı ortaya. Sofra serildi. Bardaklar çıkarıldı. İlçe müdürü Hasan Bey günlük içki içen bir insandı işittiğime göre:

“Ben içmeyeceğim.” dedi bardağının doldurulmasına itiraz ederek.

“Olur mu Hasan Bey?”

“Kusura bakmayın müdürüm. Burası bizim ziyaretimiz. Bu kutsal yerde içki içmem.” dedi.

İnanarak söylüyordu. Israr etmedim. Her neyse biz yavaş yavaş yudumlamaya başladık rakımızı. Bir taraftan yiyor, içiyor, bir taraftan sohbet ediyorduk. Hanımlar ve çocuklar geri döndüler. Söz döndü dolaştı MUNZUR EFSANESİNE geldi. Efsaneye göre:

“Ovacık’ın Koyungölü Köyü civarında yaşayan bir ağa ve ağanın koyunlarını gütmek için yanına aldığı Munzur isminde bir çobanı varmış. Munzur'un ağası hacca gitmiş.

Ağa hacda iken, Munzur bir gün ağanın hanımının yanına gelir ve;

- Hatun, ağamın canı sıcak helva ister. Helvayı yaparsan, ben kendisine götürürüm, der.

Ağanın hanımı önce şaşırır, sonra “herhalde zavallı çobanın canı sıcak helva istiyor, doğrudan söylemeye dili varmıyor, utanıyor, ağasını da bahane ediyor. Kendisine bir helva yapayım da yesin.” der. Helvayı pişirir, bir bohçanın içine bağlar ve Munzur'a:

-Al evladım götür, der.

O sırada ağa hacda namaz kılmaktadır. Namaz sırasında sağa selam verirken, bir de bakar ki sağ yanında, elinde bir bohça ile Munzur dikilmiş duruyor. Namazını bitirip Munzur'a:

-Hoşgeldin evladım, burada ne arıyorsun? Nedir o elindeki? der.

Munzur da:

-Ağam canın sıcak helva istemişti, onu sana getirdim, der.

Elindeki bohçayı ağasına uzatır. Ağası bohçayı açar ve bakar ki içinde sıcacık helva duruyor. Hayretler içinde Munzur'a bir şeyler söylemek için başını çevirdiğinde, bir de bakar ki Munzur yanında yok.

Hac vazifesini tamamlayıp köyüne döndüğünde, komşuları ellerinde hediyeler ile ağayı karşılamaya giderler. Munzur'da, götürecek başka hediyesi olmadığından, bir çanağın içerisine koyunlarından bir miktar süt sağar ve bununla ağasını karşılamaya gider. Ağa Munzur'u görünce yanındakilere:

-Asıl hacı Munzur'dur. Öpülecek el varsa Munzur'un elidir. Önce ben öpeceğim der ve Munzur'a koşar.

Munzur bu konuşmaları duyduğunda:

-Aman ağam Allah aşkına. Böyle bir şey olmaz. Ben yıllarca senin ekmeğinle, aşınla büyüdüm. Sen nasıl benim elimi öpersin. Ben sana elimi öptürmem, der ve kaçmaya başlar.

Munzur önde, ağa ve yanındakiler arkasında bir kovalamaca başlar.

Şimdiki Munzur ırmağının kaynağının olduğu yere geldikleri zaman Munzur'un elindeki süt dolu çanak dökülür ve sütün döküldüğü yerde, süt gibi bembeyaz su fışkırır. Bundan sonra Munzur kırk adım daha atar. Attığı her adımda, bir kaynak fışkırır. Ve fışkıran bu sulardan bir ırmak meydana gelir. Munzur'un arkasından koşanlar bu ırmaktan öteye geçemezler. Munzur'da bu dağlarda kaybolur gider.”

Hanımlar da çocuklar da efsaneyi ilgiyle dinlediler. Ayaklarımız uyuşmaya başlamıştı. Ayağa kalktık. Yeşil çimenlerin üzerinde bayır yukarı yürüdük. Biraz ileride Yeşilyazı Yibo inşaatımız devam ediyordu. Burası Ovacık’taki ikinci Yibo’muz olacaktı. Lojmanların, pansiyon binasının ve spor salonunun kaba inşaatı nerdeyse tamamlanmıştı. Ali İhsan okula getirilecek su kaynağını gösterdi uzaktan. Derslik ihtiyacından bahsetti. İnşaatı geçen haftalarda ziyaret etmiştim zaten. Terörün yoğun olduğu dönemden kalma, yakılmış, harap vaziyette beş derslikli bir okul vardı. Ama bu bina onarılsa bile 8 yıllık ilköğretim okulu olarak ihtiyacı karşılayamaz durumdaydı.

Gözüm Gözelere, karşıda uzanan Munzur Dağlarına, dağların karşısındaki yemyeşil ormanlara ve ilçeye doğru uzanan vadiye, vadi çevresindeki söğüt ve kavak ağaçlarına takıldı. Ciğerlerim oksijeni hissediyordu. Burada tüm sıkıntılarınızı unutabilir, on beş gün içinde yeniden doğmuş gibi olabilirdiniz. Düşler kurdum gelecek için. Bu okul tamamlandığında yayla turizmi amaçlı kullanılabilir, öğretmenlerin yaz tatillerinde dinlenmeleri için hizmete açılabilirdi. Ya da Bakanlık birçok hizmet içi eğitim kursunu burada düzenleyebilir, bu suretle Tunceli ve Ovacık ekonomisine katkı sunulabilirdi. Keşke Tuncelililerin de böyle düşleri olabilseydi diye geçti içimden.

Belki vardır da güvenlik engeline takılıyordur düşleri. O nedenle suskunlar. Sanki gelecekten çok geçmişe odaklanmışlar gibi. Oysa duyguların yerine aklın öne geçmesi gerekiyor. Kaybedilenleri getirmek mümkün değil ama gelecek kurtarılabilir.

Ben her güzel şeyin düşle başladığına inanırım. Fikirler konuşulmaya başlanır. Sonra benimsenir ve takipçileri çıkar ortaya.

Hatırlıyorum da Munzur suyunun şişelenmesi, ovada dağ sarımsağı yetiştirilmesi yeni yeni konuşulmaya başlanmıştı o günlerde. Galiba bunlar gerçek olmuş yıllar sonra.

Dolaşıp tekrar döndük soframızın başına. Şişeleri peş peşe devirdik. Nedense hiç içmemiş gibiydim. Adana’da olsa mutlak küfelik olmuştum şu ana kadar.

Güneş iyice alçalmıştı. “Güneş aşmadan biz gidelim.” diye izin istedik.

“Kalın burada. Yarın gidersiniz.”dediler ama biz dönmeye kararlıydık. Ne de olsa en rahat edeceğimiz yer evimizdi. Hep birlikte kalktık. Arabaya yürürken hafifçe yalpalıyordum.

“Sen sarhoşsun.” dedi eşim.

“Merak etme, kendimdeyim.”

Arabaya binmeden önce kalanlarla vedalaştık. Kadir Bey önde ben arkada yola düştük. Kadir Beye bir şeyler olmuştu. Arabayı öyle bir sürüyordu ki arkasından yetişmem olanaksızdı. Torunoba’ya kadar yetişmeye çalıştım ona ama sonra vazgeçtim. Yol dardı ve virajlar peş peşe dizilmişlerdi. Eşim kolçaklara yapışmış: “Yavaş ol, kaza yapacaksın şimdi?” diyordu habire. Hanımın sözünü tuttum. Hızımı kestim. Arabanın camlarını indirdim.

Munzur vadisine gölge düşmüştü. Irmak daha bir coşmuştu, uğultusu tüm vadiye yayılıyordu.

“Heey!” diye bağırdım dağlara. Dağlar “Heeeeey!” diye karşılık verdiler. Bir daha, bir daha bağırdım. Dağlar hep karşılık verdi “Heeeeeeey!” diye. Eşim şaşkın şaşkın bakıyordu yüzüme. Yalvarıyordu: “Sus, duyacaklar dağdakiler…” diye. “Korkunun ecele faydası yok. Ben eğitimciyim.” dedim. “Tam 30 taneydi ve onlar da eğitimciydi. Hizmet için gelmişlerdi buralara ama öldürdüler.” dedi. Başımı dışarı çıkardım. Avazım çıktığı kadar bağırdım: “Heeeeeeeeey!” Vadi yeniden yankılandı. Dağlar seslendi:”Heeeeeeeeeey!” İçimde bastırdığım ne varsa attım dışarı. Beni sıkan, içimi daraltan ne varsa kurtuldum onlardan.

Umarım bir gün Munzur vadisinde hiçbir güvenlik sorunu olmadan “heey!” diye bağırabilirsiniz dağlara ve dağların verdiği “heeey!” yanıtını işitebilirsiniz.

Hepimiz bunu düşler ve samimi olarak gerçekleşmesini istersek neden olmasın ki?

 
Toplam blog
: 114
: 860
Kayıt tarihi
: 29.12.06
 
 

Osmaniye Düziçi doğumluyum. Sınıf öğretmenliği, ilköğretim müfettişliği, il milli eğitim müdürlüğ..