Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

26 Kasım '15

 
Kategori
Futbol
 

Mustafa Denizli'ye Açık Mektup

Mustafa Denizli'ye Açık Mektup
 

Sayın Denizli, Sayın Hocam;

Dört gün önce Galatasaray’ın başına geçtiniz. Hamza Hamzaoğlu’nu gönderdiler, sizi getirdiler takımın başına. Türkiye’de olağan şeyler bunlar. Siz de Galatasaray dahil bir çok kulübe geldiniz ve gittiniz. Daha doğrusu her yerde böyle göndermeler olur; ama etik, ama etik değil. Dünyanın her yerinde de olabilir böyle uygun görülmeyen uygulamalar. Ama bazılarını duyarız bazılarını duymayız. Duyduklarımız seçkin ve saygın kulüplerin haberleridir ancak bunlarda böyle etik dışı göndermeler olmaz. “Etik dışı” diyoruz da, şimdi buna takılmamak lâzım, çünkü anlayışa, kültüre göre de bu “etik” kavramı değişebilir. Burada “etik” kavramı üzerinde geniş akademik tanımlar yapmayı hiç düşünmüyorum. Çünkü konu dağılmasın. Ne ben, ne siz, ne de kamuoyu haklı durumda iken haksız konuma düşmesin. Herkesin haklılık payını kendine verelim, herkes haklı olsun. Haklı olsun olmasına da hele konuyu sadece bu “etik” çerçevede anlatmaya kalkarsak, kendi kendimizi daha ilk baştan sınırlamış oluruz. Çünkü konu sadece “etik” ile sınırlı değildir. “Galatasaray başarılıymış, son senesinde 3 kupa almışmış, hele de sezon başında daha imzası kurumamış bir sözleşmeyle yeniden takımın başında görülmek istenilen hoca ile yollar ayrılmışmış”, sözleri de bu mektubun konusu değildir. Konuyu bu çerçevede anlatacak olsaydım, daha önce Fatih Terim ve Ersun Yanal için Cumhuriyet gazetesinde yazdığım yazılar gibi yazardım (dipnot: 1,2). Konu, dört gün önce takımın başına getirildiğiniz halde, Şampiyonlar Ligi’ndeki grup maçlarından olan Atletico Madrid-Galatasaray maçında (25.11.2015) neden takımın başında olmadığınızdır?

Evet, neden takımın başında değildiniz Sayın Denizli, Sayın Hocam?

Siz ki Türkiye’de en başarılı, bilgili, tecrübeli, saygın statü ve kariyerli bir teknik adamsınız. Takımın başına geçerken de ister yorumcu olarak ister teknik adam olarak Galatasaray’ı bilen ve takip eden biri olduğunuza adım gibi eminim. Tamam, dışarıdayken içerdekiler gibi takımın içini dışını pek bilmeyebilirsiniz, bu da normal, ancak bu takımın dışarıdan da olsa teknik yapısını, oyuncuların teknik kapasitelerinin ne olduğunu da biliyordunuz. Atletico Madrid maçında takımın başında olmayacak kadar da mı tecrübeniz yoktu? “Takımın teknik kapasitesini bilmiyorum” derseniz, takımın dışındayken yorumcu olarak yaptığınız yorumların hepsini çöpe mi atalım yani? O zaman sizi boşa mı dinledi tüm Türkiye? Bakın, konu çarpıtılmasın, bir teknik adam, hem de Türkiye’nin en saygın teknik adamlarından biri olarak takımın içindeyken bilecekleriniz, takımın dışındayken bilinmez, bunu iddia etmiyorum. Benim demek istediğim, sizin gibi bir teknik adam, Atletico Madrid maçında takımın başında olacak kadar bilgi ve tecrübeye sahip değil miydi? Vicdanınız bu soruya mutlaka “evet” diyecektir ancak biz bunu hiçbir zaman duyamayacağız, çünkü “hayır” derseniz kendinizi inkâr edersiniz. İşte benim derdim de sorum da bu.

Ama sizin hakkınızı yemeyeyim, Galatasaray ile sözleşme yaptığınızı basına Başkan Dursun Özbek ile açıklarken, “Sayın Hamza hoca ile de Fatih hoca ile temasa geçeceğim, takımı iyi bilen onlar” demenizi kolay kolay hiçbir teknik adam yapamaz, yapmamıştır da. Takımdan gönderilen bir teknik adama kulüp yönetimince methiye düzmek kabul edilecek olan bu davranış olgunluğunda henüz değil Türkiye. Siz bunu yaptınız, zaten sizden de bu beklenirdi. Ancak beklediğimiz başka bir şey daha vardı, onu yapmadınız.

Atletico Madrid maçında takımın başında olmalıydınız. Hele tribünde oturmak da ne öyle? Bari bir mazeret uydursaydınız, “yoğun işlerim” falan hani? Gerçi ona da kimse inanmazdı ama neyse. Ne o öyle, sanki bir kooperatif toplantısı var ve noterden vekâlet vererek sizin için toplantıda söz sahibini Taffarel yapıyorsunuz? Ve sizin bu davranışınıza da Başkan Özbek onay veriyor.  Şaşılacak bir şey bu. Başkan’ın madem bu kadar toleransı vardı, Hamza Hoca’ya niye bu tolerans gösterilmedi acaba? “O benim sorunum değil” derseniz haklısınız ancak sizi ilgilendiren şey de imza attığınız bir kulübün ilk maçında takımın başında olmanızdı.

Kısaca karizma sanki biraz çizildi gibi be Sayın Hocam, ne dersiniz? Rahmetli İsmet İnönü “bu da geçer yahu” sözünün böyle ulu orta her zaman söylenmesini iyi ki görmedi. “Bana getirisi, götürenden çok” derseniz, ince hesap peşinde olduğunuz da ortaya çıkar. “İnce hesap” ne mi? Ne olacak Sayın Denizli, Sayın Hocam, istatistik, istatistik verisi. Yani takımın başına geçer geçmez size yazılacak “mağlubiyet” hesabı. Bundan korktunuz. Tamam, tüm sporlarda hele de futbolda son düdük çalmadan hiçbir şey belli olmaz, şans faktöründen tutun da birçok etken maçın gidişatını değiştirir, hiç tahmin edilmeyen bir sonuçla maç bitebilir. Ancak ihtimali yüksek bir sonuç gördüğünüz anda ki sizin kapasitenizdeki bir teknik adam da bunu pekâlâ görebilir, Galatasaray’ın bu maçtan galip çıkmasının zor olduğunu görerek takımın başında değildiniz. Cezalı gibi tribünde oturdunuz. Bir teknik adam için ceza alıp tribünde oturmak kadar, takımının başında olmamak kadar zor bir durum var mıdır?

Niye cezalıydınız Atletico Madrid-Galatasaray maçında Sayın Hocam? Adeta kendi kendinize “ceza” kestiniz tribüne çıktınız, Galatasaray yönetimi de bu cezayı onayladı.

Atletico Madrid, Kralın Takımı olarak görülen Real'e karşı muhalif bir kulüp olarak 1903 yılında 3 Bask’lı öğrenci tarafından kurulmuştur.  Yani bir isyan vardır takımın ruhunda. Tüm ince hesapları bir yana bırakarak, siz de isyan etseydiniz be Sayın Hocam:

Deseydiniz ki; “Türkiye’de bir kulüpten hoca göndermek bu şekilde olmamalı, bir teknik adam kulüpten gönderilme haberini televizyondan duymamalı, bu takımı Denizli mi Yanal mı şampiyon yaptı, kulüp başkanı olarak ben yaptım dememeli, takımın resmen hocasıysam mağlup olacağımı bilsem de, işe mağlubiyetle başladı deseler de takımın başında olmalıyım”.

Diyemediniz. Bir maçı, hem de Şampiyonlar Ligi’ndeki grup maçlarından birini oynayan takımınızın maçını, bir kooperatif toplantısı gibi gördünüz, kaleci antrenörü Taffarel’e vekâlet verdiniz.

Ahh Hocam, ahh…

Ama “bu da geçer yahu”.

Dipnot:1 “Fatih Terim ve MacArthur”, 28.09.2013, Cumhuriyet (internet portalında yok)

Dipnot:2 “Yanal’ın Promete’si”, 23.08.2014, Cumhuriyet

(http://www.cumhuriyet.com.tr/koseyazisi/109139/Yanal_in_Promete_si.html)

              

 
Toplam blog
: 135
: 1226
Kayıt tarihi
: 11.10.06
 
 

Ankara Üniversitesi Beden Eğitimi ve Spor Yüksekokulu Öğretim Üyesi. Spor Sosyolojisi, Popüler Kültü..