- Kategori
- Gündelik Yaşam
Ne alıcı memnun, ne satıcı…
Semt Pazarında Mutsuz İnsanlar
Vazgeçti… Bugün tartışmak ya da tartışma dinlemek, değerlendirme yapmak ya da değerlendirmeler dinlemek istemiyordu içi…
Döndü bir anda, HOŞBEŞ ÇAYEVİ’ ndeki gürültüyü arkasında bıraktı, NASHİRA PARK’ ın yanından semt pazarına doğru yürüdü.
ANTALYA artık serindi. Bugün poyraz sert esiyordu, kuytuda değilseniz dondurmuyordu ama ürpertiyordu.
Elleri pantolon cebinde, pazarın ana sokağında ilerledi… Yavaş mı yavaş…
PAZARCILARIN, ALIŞVERİŞE GELENLERİN SURATLARINI İNCELİYORDU. Ne kadar da sessizdi bir pazar yeri olarak…
* * *
Genellikle aynı pazarcılardan yapardı sebze-meyve alışverişini, bu nedenle de çoğunu tanırdı pazarcıların. Köylü kadınların tezgahsız yerleşimlerinden, bulabildiklerini alır, daha sonra tezgah üstü satış yapan, satacaklarını şehir halinden alıp gelen pazarcılardan eksiklerini tamamlardı. IRKÇI DEĞİLDİ; o pazarcılar genellikle GÜNEYDOĞULU olduğu için değildi bu seçiminin nedeni. Onlar haftanın her günü bir başka pazarda bu işi yapıyorlardı, gelir-giderleri belliydi, kazanıyorlardı ki bu işi sürdürüyorlardı ama köylü kadınlar evlerinin kıyıcığındaki bahçelerinde neyi ne kadar yetiştirebilirlerse onu satmaya, evinin dar gelirine üç-beş kuruş eklemeye çalışıyorlardı. Yıpranmış ellerinin derileri kösele gibi, yüzleri kırış kırış, belleri genellikle büküktü…
Yan yola girince poyraz tüm gücüyle çarptı bedenine, biraz daha bükülerek dengesini sağladı, daha yavaş ilerledi.
* * *
İşte, her zaman ilk alış-verişini yaptığı kadın… Pazarın en güler yüzlüsü oydu. Sattığını beğenmeyen, bakıp, yüzünü buruşturup, almadan ayrılanı bile gülümseyerek yolcu eder ‘’Bu sefer zebzem eyi değil gülüm!’’ der, beğenilmemenin nedenini kendine yüklerdi. İşler iyi gittiğinden değildi yüzündeki gülümseme, yapısaldı…
- Yerin bugün çok kötü.
- Vallaa ööle… Sako (hırka) da keydim emme, buydum (dondum) gene de… Acık daa satsam, getçem…
Karşısındaki pazarcı Mehmet PALABIYIK’ a baktı… Selamlaştılar. İri kıyım, kilolu bedeniyle poyraza direnmeye çalışıyordu ama yüzü gözü kızarmıştı.
Yolun çıkışına gelince geri döndü, esintinin itelemesiyle şimdi daha diriydi yürüyüşü.
* * *
Kavşağa gelince bir küçük açıklıkta pazarcının kasasını ters çevirip oturdu, büzüştü…
- Ne oldu abi? Rahatsızlandın mı?
- Biraz dinleneceğim…
- Bi elma verem mi?
- Ver hadi!...
Pazarcının, önlüğüne sürtüp sözde temizlediği elmayı aldı, gelen geçenleri izlemeye başladı…
İzledi…
İzledi…
İzledi…
İnanılmaz bir ortamdı bu…
Bunca insanın suratını bunca asabilen bir dönem yaşamış mıydı bu ülke daha önce?
Yaşlılar keyifsiz, gençler keyifsiz, eli anasının elinde, sürüklenen çocuklar keyifsiz, çocuk arabasında itelenen bebekler bile keyifsiz…
Kim ne yaparak, ne sunarak bu insanları bir daha, ESKİ GÜNLERİN GÜLEMESE BİLE GÜLÜMSEYEN TOPLUMU haline dönüştürebilir ki?
- Geeel! Geeel! Hormonsuz bunlaaar! Doğal bunlaaar!
- . . .
- Yok gardaşım yok! Bırakcam bu işi! Ne taşıdııma deyiyo, ne üşüdüüme!
* * *
NE ALICI MEMNUN, NE SATICI…
KİMBİLİR, BAŞKANLIK BİR GELSE (!), BELKİ DE HERKES KAHKAHA ATACAK…
Özcan ÇELTİK
17.11.2016