Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

13 Mart '10

 
Kategori
Dostluk
 

Ne asil bir kadındı - Veda

Ne asil bir kadındı - Veda
 

Huzur içinde yat ablacım.


 

16 Şubat günü 68 yaşında hayata veda eden canım ablam Bodil’i dün Solberga Kilisesi’ndeki törenin ardından kilise mezarlığında toprağa verdik. Tabutunun etrafı çiçek doluydu ve katılım büyüktü. O çok iyi bir insandı ve onu tanıdığım için tanrıya şükrediyorum.

Bizim cenaze törenlerimizle farklılıklar içeren bu töreni ve sonrasını sizlere anlatmak istiyorum.

12. yüzyılda inşa edilen kilise Bodil’in yaşadığı Kode’ye çok yakın olan Solberga köyünde. 42 yıl önce Bodil ve Ove’nin evlenme merasimine ve 8 yıl önce de kızları Annika'nın evliliğine ev sahipliği yapmış, şimdi de bu asil insanın hayata ve sevenlerine vedasına aracılık edecekti.

Bodil ölümünden tam 25 gün sonra defnedildi! Burada alışılageldik süre 3 haftadan önce değil. Buna neden de ağır hava şartları, toprağın kazılamayacak kadar donmuş olması ve defin ile ilgili teferruatlı hazırlık süreci. Toprak öyle donmuş oluyor ki 3 gün önceden ısıtıcılarla ısıtılmaya başlanıyormuş ve çukur ekskavatörle açılıyormuş.

Burada bir yakınınızı kaybettiğinizde bir Tören Organizatörü’yle anlaşıyorsunuz. Nasıl bir tabut nasıl bir tören istediğinizi belirtiyorsunuz ve gerisine karışmıyorsunuz. Törenin yapılacağı kilisenin rahibi bile direktiflerini ondan alıyor.

Tören saat 12:00’de başlayacaktı; ama ben biraz erken gidip Ove’nin yanında olmak istedim. Kim bilir kendini ne yalnız hissediyordu. Saat 10’a geliyordu evlerine yaklaştığımda. 300 mt kadar uzaktan fark ettim onu ve arabamı durdurdum. Garajın önünü süpürüyordu. Tekrar hareket ettim ve arabamı fark etti. Hoşuna gitmesi için bu sefer Volvo S60 kiralamıştım. Çünkü o, eski bir Volvo emektarıydı. BMW ya da Mercedes kiralasam kesinlikle üzüntüsünü bir kenara bırakır canıma okurdu. Sarıldık. Burnunu çekti, gözlerini sakladı.

“Bu küçük taşları (buzlanmaya karşı dökülen) şimdi süpürmezsem bugün gelecek misafirler ayaklarıyla içeri taşır.”

Birlikte içeri girdik. Yerden bir şey aldı.

“Daha dün temizlik yaptım Ata, nereden geliyor bunlar anlamıyorum. Hadi çamaşır, temizlik, bulaşık tamam da bu yaştan sonra yemek yapmayı nasıl öğreneceğim bakalım. Her akşam yemeğe Annika’ya gidiyorum.”

“Bence yemek bahane, sen Agnes’le Oskar’ı yemeye gidiyorsundur.”

"Seni kandırmanın imkansız olduğunu biliyorum dostum."

Ove de takım elbisesini giydi, beyaz kravatını taktı, kiliseye doğru yola düştük. Buradaki törenlerde, ölen kişinin erkek aile fertleri ve yakın akrabaları koyu renk takım elbise içine beyaz gömlek giyiyor ve beyaz kravat takıyorlar. Yakın dostları ise yine koyu renk takım elbise, beyaz gömlek ve siyah kravat takıyorlar. Ben Ove’nin 1996 yılında bana hediye ettiği siyah kravatımı seçmiştim.

Benim arabamı bıraktık ve onun arabasıyla evden sadece 10 dakika uzakta olan Solberga Kilisesi’ne vardığımızda saat 11:00 olmuştu ve ilk fark ettiğim, yarıya inmiş İsveç bayrağıydı. Henüz kimse gelmemişti. İçeri girdik ve tıknaz bir adam bize doğru hızlı adımlarla gelmeye başladı.

“Ata, seni organizatörümüzle tanıştırayım. Ata da Bodil için Türkiye’den geldi.” dedi Ove.

Hadi, adamın bana ilk cümlesini tahmin edin! Mümkün değil etmeniz.”

“Ermeni Tasarısı bizim parlamentoda kabul edildi ve iyi halt ettik, Türkiye’yi üzdük. Sizinkiler de hemen elçiyi geri çektiler. İyi de yaptınız. Bilin ki ben Ermeni Tasarısını bir İsveç vatandaşı olarak kabul etmiyorum.”

İtiraf etmeliyim ki haberim yoktu ve bu haberi bir İsveçlinin ağzından öğreniyordum, hem de hangi şartlarda! “Halkların arasını bozan siyasettir.” fikrine çok uzun yıllardır inanan ben işte yeni bir örnekle karşılaşmıştım. Teşekkür ederek elini sıktım bu Türk dostunun.

Bodil'in tabutu güller içinde önde duruyordu. Başına gidip fatiha okudum. Ove yine kendisini kötü hissetti. Dışarı çıktık. Bodil’in anne-babası ve abisi de burada yatıyordu ve onları ziyaret edip dua okuduk. Bodil’in mezarı da kazılmıştı; ama tek bir toprak parçası göremezdiniz. Kazılan mezarın yanına yığılan toprağın üzeri yeşil bir muşamba ile örtülmüştü. Mezarın kenarları da yine aynı yeşil muşamba ile çevrilmişti ve çukurun üzerinde tabutun konması için iki kalas vardı. Ayrıca da kayışlar. Belli ki, mezarın içine atlanılmayacak, tabut bu kayışlarla çukura indirilecekti.

Bu arada Ove bir bilgi verdi. Buradaki mezarlara eğer yakınları ilgi göstermezse, gerekli bakımını yapmazlarsa; başlarındaki taş kaldırılıyormuş! 3 kuşak sonra da aynı yere başkası defnedilebiliyormuş.

Aile, kilise salonunun sol ön tarafına, aileye yakın dostlar ise sağ ön tarafına oturuyorlar. Bu bilgiler törenden günler önce organizatöre veriliyor ve insanlara tören davetiyesi gönderiliyormuş. Kiliseye geldiğinizde de tıpkı sinemada olduğu gibi isminize göre yerinize oturtuluyorsunuz.

Az sonra kızları Annika, damatları Lars-Magnus ve çocukları Oskar, Agnes geldiler. Bir yaşını ayın 9’unda dolduran tombik bal küpü Agnes’i hemen kucağıma verdiler. 22 Mart’ta 3 yaşını dolduracak Oskar da bacaklarıma yapıştı.

İlk etapta gözüme çarpan bizden farklı üç detayı paylaşayım sizlerle;

1. Tabut kilisenin içinde tören boyu sizlerle oluyor.

2. Herkes kamerasıyla geliyor ve gözyaşları içinde ölen kişinin tabutunun resmini çekiyorlar.

3. Çocuklar da törene katılıyorlar.

Çocukların törene katılmasının nedeni ise çok anlamlı. Acı çeken büyüklerin doldurduğu kilisede hüznü dağıtan neşe kaynağıymış onlar. Gerçekten de törenin en duygulu anında Agnes kıkırdamaya başlamaz mı, rahip de gülümsedi ve törene devam etti.

Tören öncesi Ove beni rahiple tanıştırdı ve aydın rahibin sözleri de olağanüstüydü.

“Bu anlamlı günde cemaatimizin içinde bir müslüman olmasından onur duydum. Sizin ihtişamlı camileriniz gibi olmasa da Allah’ın bir evi olan mütevazı kilisemize hoş geldiniz.”

“Bulunma amacım acı da olsa, sizlerle olmaktan mutluyum peder."

Solberga küçücük bir köy olduğu için herkes birbirini tanıyor ve onca beyaz tenli, mavi gözlü insan arasındaki bu esmer Türk fark ediliyordu. Siyah kravat takmıştı ve aileye yakın dost sırasında oturuyordu.

Peder beni çok şaşırtan bir giriş konuşması yaptı, daha doğrusu yapmış. Çünkü İsveççe sözlerinin arasında Ata’yı duyduğumu ve gözleriyle beni işaret ettiğini hatırlıyorum. Konuşmasının tercümesini törenden sonra Ove yapacaktı. Peder, Bodil’in tüm dostlarına geldikleri için teşekkür etmiş ve “Bodil için Türkiye’den gelen, Allah’a inanan ve Bodil için bugün bizimle Allah'a dua edecek müslüman kardeşimiz Ata’ya da en içten şükranlarımı sunuyor ve hoş geldin diyorum." demiş.

Org ve ilahiler eşliğinde tören 1.5 saat sürdü. Ara ara duyulan hıçkırıklar, Agnes’in kâh gülmesi kâh meme istemesiyle geçen dakikaların sonunda peder son konuşmasını yaptı ve insanlar ön sıradan başlayarak tabutun yanına gidip Bodil’le vedalaştılar. Ellerindeki tek kırmızı gülü tabutun üzerine koydular. Ben tabuta elimi de koyup fatihamı öyle okudum. O’na hakkımı helal ettim.

Aile üyeleri kilise çıkışında insanlara teşekkür ve veda için yerlerini aldılar. Yine büyük bir disiplin içinde ön sıradan başlanarak kuyruğa girildi. Ove bana sarılırken hıçkırıklara boğuldu.

Mezar yeri hemen kilisenin bahçesi olmasına rağmen aşırı soğuk nedeniyle gömülme işlemini beklemek adetten değildi. Sadece yakın dostlar ve aile fertleri kalıyordu.

Az sonra Bodil’in tabutu, kardeşi, kardeşinin oğlu, Lars-Magnus ve tanımadığım üç kişinin daha ellerinde dışarı çıktı. Orada tabutların iki yanında üçer tane tutamak var ve oradan tutularak taşınıyor.

Tabut kalasların üzerine oturtuldu. Peder eşliğinde dualar okundu ve dört kişi kayışlar yardımıyla tabutu çukura indirdiler. Bizden farklı olarak cenazeler tabuttan çıkarılmıyor. Çok kaliteli ve çeşitli ağaçlardan yapılan tabutların fiyatı binlerce euro olabiliyormuş.

İsveç'te cesetler istenirse yakılabiliyor da; ama Bodil ve Ove gömülmeyi vasiyet etmişler.

Tören böylece bitmiş oldu. Bodil'in şansına karsız; ama soğuk bir gündü.

İnançlarına göre, törene katılanlardan sadece aile fertleri ve yakın aile dostları yemeğe davet ediliyordu ve hep beraber konvoy halinde yaklaşık 10 km ötedeki bir restorana gittik. Karışık oturuluyordu ve benim yanıma sarışın, mavi gözlü, biraz kilolu, kırmızı yanaklı bir afet düştü. 5 dakika sonra çorba kaşığını ceketimin kolunda temizledi ve üzerine de biberonundan su sıkarak temizlemeye çalıştı. Ben de bal küpü Agnes’i tatlı niyetine yedim!

1 saat süren öğle yemeğinin sonunda Ove bir konuşma yaparak herkese teşekkür etti ve üçüncü aşamaya geçildi. Bu, aynı bizdeki “evde helva yapma” adeti gibi bir şeydi. Sadece aile fertlerinin evde ağırlandığı özel bir törendi ve geleneksel bir kek kahve eşliğinde yeniyordu. Bu aşamada yapmam gerekeni yaptım.

Restoranın kapısında, “Ove, bundan sonrası size özel dostum. Ailenizle bir arada olmalısınız ve ben ayrılsam iyi olur.” dedim.

Kırmızı gözlerini bana dikti ve iki eliyle omuzlarımdan tuttu.

“Bir: Sen benim kardeşimsin ve bu ailenin bir ferdisin. İki: Eğer kalmazsan, yanına gittiğimde Bodil canıma okur. Ayrıca bu törenden sonra da kurtulamazsın. Dördüncü ve çok özel bir tören daha var. Sadece evlatlarının ve eşinin katıldığı. Yani sen, ben, Annika, Lars-Magnus ve çocuklar, biz bize, çekirdek aile olarak akşam yemeği yiyeceğiz.”

İşte benim abim ve bizden ayrılan can ablam böyle insanlar. Tüm gün tuttuğum gözyaşlarımı bıraktım, hem de ne bırakış. Abi-kardeş birbirimize sımsıkı sarılarak hıçkırıklara boğulduk. Bizi görenler de mendillerini çıkarmaya başladılar.

Eve dönüş yolunda tekrar Bodil’e uğradık. Mezarın üzeri kapatılmış ve gelen çiçeklerle toprak örtülmüştü. Etrafta bahşiş bekleyen mezarcılar filan da yoktu.

Henüz diğerleri gelmemişti. Ove posta kutusundan mektupları aldı ve eve girdik. Birbirinin aynı birçok zarf vardı. Ove açıkladı. Bodil kansere yenik düşmüştü ve insanlar çiçek göndermek yerine Kanser Vakfı’na bağışta bulunuyorlardı. Vakıf da meblağını belirtmeksizin bağışta bulunan isimleri cenaze sahibine bildiriyordu. Definden birkaç gün sonra da toplanan para tutarı -yine kişi adları ve tutarları belirtilmeksizin- Bodil adına bir şiltle bildirilecekti. Günlerdir Kanser Vakfı’ndan gelen mektup sayısının 200’ü bulduğunu söyledi Ove. Ove de gazeteye bir teşekkür ilanı verecekti.

Bodil’in hastalanmasından kısa bir süre önce evlerinin renovasyonunu bitirmişlerdi ve ne yazık ki Bodil keyfini sürememişti. Son olarak geçen mayısta Agnes’i kutlamak için gelmiştim ve evin bu halini ben de ilk kez görüyordum.

En önemli ayrıntıyı söyleyeyim mi sizlere: Evin ön yüzü boydan boya cam ve evlerde perde kullanılmıyor!! Şaka gibi, değil mi?

Evdeki kahve-kek faslı daha sıcak bir ortamda geçti. Bunca yıldır tanıdığım Petersson’ların tüm akrabalarını yakından tanıma imkanı bulmuştum. Onlar da bu gizemli Türk’ü gün boyu merak etmişlerdi ve beni soru yağmuruna tuttular. Öyle Bodil anıları vardı ki anlatılacak, erkek kardeşi, “Ben bile bu kadar güzel anlatamazdım.” diyerek elimi sıktı. Bodil'e ikizi kadar benzeyen 7 yaş küçük kız kardeşi, "Ablam sizi evladı gibi severdi ve sizin geleceğiniz zamanları bize de sevinçle haber verirdi." dedi.

Agnes evin neşesiydi. Kucaktan kucağa geziyordu. Saat 20:00’ye doğru herkes veda ederek ayrıldı ve biz de etrafı toparladık. Bu arada Agnes uyudu, Oskar da kendi halinde arabalarıyla oynamaya daldı.

Akşam yemeğinin Annika'nın evinde yenmesi planlanmıştı; ama Annika, hepimizin işine gelen bir teklif yaptı. Agnes uyumuştu ve ne zaman uyanacağı da belli değildi. Akşam yemeğini burada yiyebilirdik. Mutfakta bulaşığa devam eden Lars-Magnus’a dokunmadı ve gidip 5 km uzaktaki evlerinden yemekleri aldı geldi.

Tam masaya oturmuştuk ki içeriden “Yemeği bensiz mi yiyorsunuz?” çığlığı geldi. Az sonra Agnes Hanım da masadaki yerini aldı.

Kapıdan her an Bodil gelecek hayaliyle sık sık suskunlukların yaşandığı duygu-yoğun bir yemek yedik. O evde Bodil’siz yediğim ilk yemekti.

Saat 21:30’da ailemden gözyaşlarıyla ayrıldım. Gecenin karanlığında Kode’den uzaklaştım. Hıçkırıklarımı duyamazlardı artık.

(Kungälv-Sweden)

http://blog.milliyet.com.tr/ne-asil-bir-kadindi--/Blog/?BlogNo=230525 

 
Toplam blog
: 462
: 1159
Kayıt tarihi
: 07.03.09
 
 

Ne güzel bloglar yazdık, ne muhteşem dostluklar kurduk; onlar kaldı baki... ..