- Kategori
- Deneme
Ne içindeyim zamanın
Tanpınar, “Ne içindeyim zamanın, ne de büsbütün dışında”derken; hangi duygu girdaplarında bocaladığını tahmin etmek hayli zor. Bu sözün, ilk gençlik heyecanlarımı yaşadığım yıllarda, benim için hiçbir şey ifade etmediğini itiraf etmeliyim. Şimdilerde ise; hayatın anlamı denebilecek kadar yalın ve mukaddes bir anlatıdır bu mısra.
O yıllarda birisi çıkıp, bu mısraları bana açıkla deseydi; hiç düşünmeden, hayata sımsıkı sarılıp, zamana umutsuzca karşı koymak, orta yaşın gerçeğidir derdim.
Ama, üçüncü bin yılda yaşamanın anlamı; zaman ve mekan kavramlarının alt üst olduğu, geçmişle bugünün, bugünle geleceğin hatta maddeyle hiçliğin iç içe geçtiği, sadece felsefelerin ve iktisadi doktrinlerin değil, değişmez zannedilen kaskatı fizik kurallarının bile değiştiği bir dünyada var olmak demektir.
Günümüzde hayat; gerçekten de zamansız ve mekansız bir ortamda sürüyor. Her an ve her yerde var olabilen, tanrı kılıklı sanal insanlara dönüştük her birimiz. Kendi kainatını kendisi yaratmış; kimi zaman umutsuz, kimi zaman da sevinçli asri zaman tanrılarıyız. Korkularımız, hüzünlerimiz, mutluluklarımız hatta aşk ve nefretlerimizin bütün izdüşümleri harf harf, satır satır sanal dünyalarımızda kendine yer buluyor. Sanki, gizemli bir vahyi, klavyeden ekranımıza, ekrandan da tüm kainata aktarma vazifesi üstlenmişiz.
O, biz zannedilen öteki varlık; hem içimizde hem de bizim dışımızda, beynimizin ve ruhumuzun sessiz bir gölgesi gibi yaşıyor... O, her kimse; gerçekten de kim? Biz miyiz, yoksa bizi de kendi narsist emellerine alet ederek, bizim adımızla ve suretimizle, sonsuza kadar sanal bir dünyada yaşayacak olan bir başka varlık mı? Henüz bilmiyoruz. Ama bildiğimiz; her gün biraz daha fazla, sanal bir hayatın içine çekildiğimizdir. Bilinen uygarlık tarihinin hiçbir döneminde böyle bir olguya rastlanmadı. Hiçbir filozof ve hiçbir peygamber ;bugün, bizlerin yüz yüze kaldığı sanal gerçeklikle ya da gerçek sanallıkla yüzleşmedi.
3. Milenyum'da cevap verilmesi belki de en zor olan soru; neyin sanal, neyin gerçek olduğudur. Medeniyet adına, masum meraklarımızla yarattığımız O, tanrı kılıklı öteki varlığın, bize rağmen ve bizden sonra da hayatta kalacağını bile bile, hiç birimiz, O'nu yok etme cesareti gösteremiyoruz.
Belki 1000 yıl sonra, bütün bunlardan da vazgeçip, maddi varlığımızı, saf enerjiye dönüştürerek, bütün kainatı bir uçtan bir uca dolaşabileceğiz. Tabi, şu soru da akla gelebilir hemen. 1000 yıl beklemeye gerek yok. Belki de , saf enerjinin maddeye dönüşmüş haliyizdir bizler. Bunu ilk fark eden de “ Ete kemiğe büründüm / Yunus diye göründüm” diyen Yunus Emre olabilir mi?
A.Mesut Tatlıpınar
22.12.2011