- Kategori
- Küresel Isınma
Neden Kyoto sözleşmesini imzalamıyoruz?
Bugün bir çevre haftası etkinliğine katıldım. Etkinlik, zeki ve başarılı lise öğrencilerinin hazırladığı bir paneldi ve konu son yılların vazgeçilmezi olan “küresel ısınma”ydı.
Öğrenciler –sunum yapan dört arkadaştı- aktardıkları bilgilerle, konu üzerinde derin bir araştırma yaptıklarını ortaya koydular. Genç dimağlar için, zaten son derece ilgi çeken bu konu, yüreklerde saf bir şekilde varlığını koruyan çevre duyarlılığı ile birleşince, bilgi ile birlikte korku ve panik ifadeleri de anlatımlarda ön plana çıktı.
Ancak bir kez daha, saf bilgi ile, bir bilgi dizisinin yan yana gelmesiyle ortaya çıkan anlam bütünlüğü arasındaki farkı gördüm. Ya da, saf bilginin bile, bütünlüğe erişmeye çalışan bilincin eleğinden geçmesi gerektiğini.
Örneğin öğrenci arkadaşlar, artık öğretmenlerinin yönlendirmesi ile midir bilinmez, aslında Türkiye’nin küresel ısınmaya olan katkısının çok düşük olduğunu, karbondioksit salınımı sıralamasına bakarsak, 200 kusur ülke arasında 90’ıncı sıralarda yer aldığımızı söylediler. Ve bu nedenle de ülkemizin Kyoto protokolüne uymasının bir zorunluluk olmadığı yönünde bir görüş birliğini yansıttılar. Hatta öğrencilerin birisi, ülkemize Kyoto sözleşmesinin dayatılmasını, küresel bir oyunun parçası olarak nitelendirdi.
Panelin sonunda birkaç soru sorma gereği hissettim genç arkadaşlara;
Öncelikle, Türkiye’nin karbondioksit salınımı miktarı ne kadar doğru olabilirdi. Çünkü Dünya devletlerinin ürettikleri Gayri Safi Milli Hasıla için yapılan sıralamasında, 20. sıralarda dolaşan bir ülke, bu gelişmişlik seviyesi ile nasıl olurda karbondioksit salınımında bu kadar geri sıralarda yer alabilirdi. Elbette bu mümkün olabilirdi, eğer sizin ekonominiz turizm, danışmanlık vb hizmet sektörüne dayalı olsa ve ülkenizde sanayiden eser bulunmasa idi, hem gelişmiş bir ekonomiye hem de temiz bir çevreye sahip olmanız mümkün olabilirdi. Ancak sizin ekonominizin önemli bir kısmı ihracata dayanıyorsa ve orta ölçekli de olsa bir sanayi ülkesi profili çiziyorsanız, bu iki sıralama arasındaki fark oldukça anlamsızlaşır.
Elbette ki genç arkadaşlarımız uluslararası organizasyonlar tarafından açıklanan bu rakamları sorgulama gereği duymamışlardı. Ve yine bu rakamı ortaya çıkaran komik gerekçeleri de tahmin edebilmek için, yeterli bir sürede Türkiye'de yaşamış olmak deneyimine sahip değillerdi.
Kyoto sözleşmelerine giden yoldaki Rio toplantısında, Türkiye’den giden yetkililerin, ülkelerin gelişmiş olan ülke ve gelişmekte olan ülke listeleri belirlenmesi esnasında, milliyetçi bir ruhla Türkiye’nin artık gelişmiş bir ülke olduğu tezini öne sürerek, I. Listede yer alması sağladıklarını bilemezlerdi.
Ancak, Kyoto protokolünün içeriği ortaya çıkmaya başladığı anlarda, I. Listede yer alan ülkelerin karbondioksit salınımını azaltmakla yükümlü oldukları, gelişmekte olan ülkelerin ise mevcut salınımlarına ek kotalar çerçevesinde karbondioksit salınımını arttırabilecekleri açığa çıkınca, yeniden listedeki yerimizin değişmesi için ne kadar çabaladığımızı da bilme şansları yoktu.
Yine ilk dönemlerde ne kadar temiz bir çevreye sahip bir ülke olduğumuzu ispat etmek için, düşük salınım rakamları aktardığımızı, ancak neticede mevcut salınımlar üzerinden ek kotalar getirildiği anlaşılınca, gerçek rakamların farklı olması dolayısı ile, Kyoto sözleşmesine uyulması halinde, bırakın yeni yatırım yapmayı mevcutlarda bile ciddi bir teknoloji yenilemeye ihtiyaç duyulacağından, protokolün getireceklerinin ülkenin sanayileşmesi yönünde bir prangaya dönüşeceğinin anlaşıldığını ve bu sebeple günümüze kadar bu sözleşmenin imzalanmadığını da tahmin edemezlerdi.
Bu sebeple, salınımların gerçek rakamlara ulaşabilmesi için her yıl daha yüksek rakamların yayınlandığını ve bu sebeple son yayınlanan küresel ısınma raporunda, salınım miktarı en büyük artış gösteren ülkenin Türkiye olduğunu da bilmiyorlardı. (Çünkü, "En son yayınlanan raporda, karbondioksit salınımı en çok artış gösteren ülke hangisiydi?" soruma yanıt alamadım.)
Türkiye'nin, bu protokole imza atmayan, ABD, Avustralya ile birlikte birkaç ülkeden birisi olmasının sebebi, bu protokolün politikasını doğru bulmaması değildir. Türkiye'de hiçbir yetkili Kyoto protokolünün amacına, felsefesine karşı çıkmamaktadır. Küresel anlamda yaklaşan bir kıyamete, yerel anlamda katkı sunmamış olmanında anlamılı bir gerekçe oluşturamayacağına göre, imzalamamış olmamamızın esas sebebi ancak, kağıt üzerindeki emisyon verileri ile gerçek rakamlar arasındaki farkın, Türkiye’nin aleyhine bir tabloya yol açıyor olmasıdır. Ve bu tabloyu da ülke olarak biz kendi kendimize yaratmış durumdayız.
Ama genç arkadaşların, tek hataları rakamları ortaya çıkaran tarihsel gelişimleri takip etmemiş olması ve rakamları düz bir mantıkla değerlendirmeleri değildi. Diğer hatalarından da bir başka yazımda bahsetmeye çalışacağım.