Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 

18 Mart '13

 
Kategori
Edebiyat
 

Nefes

Yol boyu yürürken zaman zaman gökyüzüne seyrediyor, yeryüzünü kucaklayan göğün maviliklerinde kayboluyordu ruhum. Bu yüzden olsa gerek ne zaman içim daralsa gökyüzünün bana mutluluk bağışladığına inanırım. Bu sefer farklıydı kara bir duman topunun rüzgârla üzerime doğru geldiğini hissetsem de, “Hayır, olur inşallah” diyerek yoluma devam ettim. Sarıcaköy’e yaklaşmış, varmam için saatler kalmıştı. Geldik işte tüm köye yetecek buğday… Bütün köyün bebelerin, gözü yaşlı anaların yüzü gülecekti. “Hoş geldin Yunus”, diyerek saracaktı etrafımı insanlar. İşte o an onları açlıktan kurtarmanın gururu, başarmanın zaferi tüm damarlarımı sarıp sarmalarken ben de mest olacaktım.

Bu düşüncelerle Sarıköy nehrini kıyısına varmıştım. Köy yoluna yaklaştıkça yasemen ve nergis kokuları gitmiş yerini yanık kokusunu bırakmıştı. Adım adım yaklaştıkça içimi saran o kara duman kasvete dönüştü. Ne hayal kaldı ne gerçek.

Buğdaylara baktım bir de kendime.

Bir ormana bir de köye.

Evlerin yerinde kara birer tomar gibi durduğunu gördüm. Bir an hayal görüyor olmalıyım diye gözlerimi ovuşturdum.

Bu kasvetli havadan kurtulmanın umuduyla gökyüzüne baktım bir tek kuş yoktu ki kanat çırpsın. Yeşil çimenler üzerinde zıplayan neşeli çekirgeler çoktan terk etmişti köyü. Bir çiçekten diğerine konan hünerli arıların, vız vız eden sesleri… çik çik diye öten serceler… Sanki tüm canlılar korkularından ya göç etmişler ya da toprağın derinliklerine saklanmıştılar.

Hızla Karabaşı sürdüm. Sanki beş dakika sessiz sedasız baş başa yürüdük. Obanın başına vardığımda bir de ne göreyim hanelerin olduğu yerde bir tutam kara kül tomarı oturuyordu. En az yirmi kere gözlerimi açtım kapadım. Gördüklerim gerçek mi yoksa hayal miydi?

Sonra delicesine koşup avazım çıktığı kadar bağırarak;

Elif…

Melek ana…

Mehmet Ağa

Hasan Emmi

Gültekin Kardeş,

Kimse ses vermedi. Evime doğru koştum. Melek Ana, Elif, baba… ana.. düşe kalka toz toprak içinde kalırcasına koştum.

Avludan içeriye uçarcasına atladım. Evin kapısı yarıya yakın yanmıştı. Elif bir oda evimizde İbrahim yanı başında Melek Ana onu kucağına almış el kol ve göğsündeki yanık izlerini sarıyordu. Elif’im bir ömre bedel saçlarının yarıdan çoğu yanmıştı. Bedenindeki yaralar sızladıkça inim inim inliyordu. Melek ana, titreyen elleriyle bir yandan da kuzum kuzum diye yaralarını okşar gibi anadan atadan öğrendiği şifalı otlarla ilaç yaparak sarmaya çalışıyordu.

Elif’imin yaraları öyle büyük öyle derindi ki sarmakla tükenecek gibi değildi. Başını kucağıma aldım. Gülümser gibi bana baktığı işte o an, derin bir nefes aldı ve yavaşça verdi.

Bedenim tir tir titriyordu. Elim kolumda can kalmamıştı. Ne kadar zaman geçti bilmiyorum. Melek ana, nasırlı elleriyle omuzlarımdan tutup sallarken kendime geldiğimde kucağımda Elifimin cansız başı duruyordu.

Sosuz bir yolculuğa uğurlarken Elifimi, o son nefes yâdımdan hiç çıkmadı. Çünkü o nefesin ben de bir hikâyesi daha doğrusu bir bedeli vardı.

Yerken, içerken, konuşurken zihnimde tüm kelimeler silinmiş bir tek kelime kalmıştı.

Nefes mi? buğday mı?

Nefes mi buğday mı?

Bundan sonra bana buğday haram olmuştu. Nefes için çıktım bundan sonraki tüm yolculuklarıma… Hayallerim, umutlarım, yeşeren düşlerim… Buğdayı verip bir tek nefes alabilmek için oldu.

 
Toplam blog
: 19
: 850
Kayıt tarihi
: 23.01.10
 
 

Trabzonluyum. Doğu dilleri fars dili ve edebiyatı mezunuyum. Çocuk edebiyatı özelliklehikaye ve mas..

 
 
 
 
 

 
Sadece bu yazarın bloglarında ara