- Kategori
- Siyaset
Nefret suçları ve kapımızdaki tehlike!
Bundan iki sene önce Türkiye 1.futbol liginde mücadele eden Diyarbakırspor'un hemen hemen tüm deplasman maçlarında başına gelenlere ve maruz kaldığı "ırkçı, ayırımcı ve aşağılayıcı" söylemlere o günlerde çoğumuz kulaklarırımızı tıkadık; belki de olayın vehametini görmezden gelip geçiştirdik.
Diyarbakırsporun etrafında gelişen-geliştirilen öfke ve nefret sarmalı aslında 30 yıldır bölgede süregelen anlamsız ve "düşük yoğunluklu bir savaşın" bir nevi faturasının kulübün bir bakıma temsil ettiği bölgeye ve bölge insanına kesilmesi olarak algılandı çoğumuzca.
Bölgede yaşanan ve her çatışmadan sonra özellikle batı illerindeki Kürt yurttaşlara karşı bir kısım ırkçı çevrelerce pervasızca saldırılar, işyerlerine yönelik yağma girişimleri oldu; Hatay ve birtakım ege kasabalarında televizyon ekranlarına ve gazete sayfalarına bu tür saldırıların yansıdığını çoğumuz biliyoruz.
Kuşkusuz hemen hemen hergün tabutlar içinde gencecik çocukların cansız bedenlerinin gittiği şehir ve kasabalarda yaşayan insanların öfke ve nefret duygusuna kapılmalarını yadırgamamak gerekir; lakin yaşanan bu trajedinin esas sorumlularını bulup hesap sormak en doğrusu olsa gerek.
Diyarbakırspor örneği belki küçük bir olay olarak kabul edilebilir; bir milliyete, bir ırka veyahut bir mezhebe karşı işlenmiş bir suç veyahut tüm bu sayılanlara karşı bir nefret söylemi olarak kabul edilmeyebelir; lakin son olarak Taksimde Hocalı katliamının 20. yılını anma münasebeti ile düzenlenen mitingde taşınan pankart ve dövizlerdeki söylemler bir azınlığa karşı adeta öfke patlamasının tezahürü olarak öne çıktı.Mitingde Ermeni vatandaşlarımıza karşı atılan sloganların vehametinden çok içişleri bakanın böyle bir organizasyonda olması hem düşündürücü, hem üzüntü vericiydi doğrusu.
Hrant Dink'in katledilmesine gösterilen hiçbir tepkisel organizasyonda yer almayan bakanın Hrant'ın katledilişini destekleyen bir mitingde yer alması da doğrusu düşündürücü ve çok üzüntü vericiydi.
Yaklaşık 8 yıldır mecliste bekletilen "nefret suçları yasası" işte tam da bu noktada ne kadar önemli olduğunu bize gösteriyor.
Bir halka, bir mezhebe, bir cemaat ve bir ırka karşı toplumda öfke ve nefret duygularını kanalize etmek olarak kabul edilen nefret suçları eğer önüne geçilemezse toplumda çok derin ayrışma ve çatışmalara yol açabilir, nitekim son olarak Adıyaman'da alevi yurttaşlarımızın evlerinin işaretlenmesi akıllara 6 -7 1955 eylül olaylarında yaşanan korkunç senaryonun tekrar vizyona girmesimi amaçlanıyor sorusu getiriyor.
1955'in 6-7 eylülünde İstanbulda özellikle rum ve ermeni yurttaşlara karşı yürütülen o korkunç senaryoyu azıcık tarih bilgisi olan herkes biliyordur.
Dün yaşanan bu trajedinin bugün de yaşanmaması adına toplumsal gerilimi düşürmek için "nefret suçları yasasının" bir an önce çıkması lazım.
Kuşkusuz "yasa ve yasklara" sağlıklı nesillerin yetişemiyeceğine inanıyorum lakin bugün için deyim yerindeyse testi kırılmadan kulağın çekilmesi şart, yoksa yarın sonuç vahim olabilir.