- Kategori
- Siyaset
Tek Parti Dönemine Kısa Bir Bakış

- Geçtiğimiz haftaya damgasını vuran tartışma konusu BDP Diyarbakır Milletvekili Altan Tan’ın meclis kürsüsünden, Kemalizm’e ilişkin yapmış olduğu eleştirel yaklaşımdı. Altan Tan “Kemalist Diktatörlüğün bir hastalığı vardır. Kesiyor, biçiyor, öldürüyor sonra da İngiliz Ajanıdır diyor” demişti. Altan Tan’ın, Kemalizm’e ilişkin yapmış olduğu bu tespit, CHP ve MHP sıralarından büyük bir tepkinin ortaya çıkmasına neden oldu. Kaldı ki, kimi CHP’li vekiller Altan Tan’ın üzerine dahi yürüdüler.
- Altan Tan’ın Kemalizm’e ilişkin diktatörlük tespiti ne kadar doğrudur bilemiyorum ama şunu iyi biliyorum ki, Dersim Katliamına ilişkin tartışmalar yapıldığı sıralarda, Seyid Rıza’nın da İngiliz ajanı olduğu ileri sürülmüş ve idamı hak ettiğinin altı çizilmişti. Ha keza aynı şekilde İstiklâl Mahkemeleri marifetiyle idam edilenlerin birçoğu da İngilizlere yardım ve yataklık yapmak, ajanlık yapmak gibi vatan hainliği kertesindeki suçlar ekseninde idam edilmişlerdi.
- Kemalizm’e gelince…
- En nihayetinde Kemalizm, Türkiye Cumhuriyeti Devletinin resmi ideolojisidir ve Osmanlı bakiyesi Türkiye Cumhuriyeti, Türkler dahil Anadolu’daki diğer etnik unsurların birlikte vermiş olduğu mücadele sonrasında kurulmuştur. Tabii ki, milli mücadeleyi yürüten birinci meclisin o çok çeşitli yapısını kabul ediyoruz… İçerisinde Lazından, Çerkezine, Kürdünden, Türküne birçok farklı etnik unsurun bulunması milli mücadeleyi başarıya götüren temel etkenlerden birisiydi. İkinci meclis ise tam bir garabettir. Zira toplumu homojen bir yapı olarak kabul edip, tek tip bir millet yaratma sevdasının doğal uzantısı olarak ortaya çıkmıştır. Ve yıllarca süren Tek Parti dönemi… Kemalizm bir taraftan resmi devlet ideolojisi olarak tasavvur edilse de, bir burjuva demokratik devriminin de ta kendisidir. Ama bir farkla… Bizdeki burjuva demokratik devrim batıdaki benzerlerinden daha farklı düzeyde, çok partili bir yaşamı merkeze alarak değil, tek partili yaşamı merkeze alarak bir siyasal yapılanmayı toplumun önüne koymuştur.
- Oysa Osmanlı…
- Vahidettin’in, Meclisi Mebusanı 1918 yılında kapatmasına kadar çoğulcu bir yapıya sahipti. Bu gün için kimi çevrelerce bu çoğulcu yapıya burun kıvrılsa da, en nihayetinde kısmen de olsa bir demokratik yapıya Osmanlı’nın son döneminde rastlayabiliyoruz. Cumhuriyet dönemiyse tek partili şekilde siyasal yaşamı şekillendirmiş ve 1946 sonrasında da, aslında tek parti dönemi CHP’sinden farklı olmayan, ama içerisinde az çok liberal bir yapıyı barındıran DP’nin ortaya çıkmasıyla çoğulcu parlamenter sisteme geçebilmiştir. Gerçi kimilerince Terakki Perver Halk Fırkası, yine aynı dönemde Mustafa Kemal’in sahte bir Komünist Parti kurdurması ve sonrasındaki Serbest Fırka denemelerini örnekleyerek, Mustafa Kemal’in demokrasiye olan ilgisini ispata çabalasalar da, Mustafa Kemal çok zaman yapmış olduğu konuşmalarda bütün melanetlerin partilerden kaynaklandığını ortaya koyarak kendi düşünce anlayışını sergilemiştir. Veya… Cumhuriyetin hemen daha başında demokrasiye evet demenin ülkeyi bir şeriat devletine götüreceği kaygısı vardır ki, Kemalist çevrelerin en fazla savunu yaptıkları alandır… İşte o zaman “Tek parti her dönemde en iyisidir” demek gibi bir düşünce anlayışı ortaya çıkar ki, bu durum daha da bir felakettir.
- Her ne hâl ise…
- İkinci Meclis sonrası vaziyet ortadadır.
- Takrir-i Sükûn Kanunu ile Mustafa Kemal’in İstiklâl Mahkemelerini kurdurtarak muhaliflerini ortada kaldırma çabası, Mustafa Kemal’in tek kişilik yönetim arzusuna ilişkin örneklerden sadece birisidir. Kaldı ki, Takrir-i Sükûn Kanunu ile sol siyasi hareketlerin ve siyasetçilerinin tasfiyesi, ikinci meclise karşı oluşan tepkilere ilişkin İstiklâl Mahkemeleri aracılığıyla idam sehpalarının kurulması muhalifsiz yönetme arzusundan başka bir şey değildir. Yani ikinci meclis sonrası siyasal yapı bir meclisi içeriyor olsa bile, bu meclis eksenindeki siyasal yapılanma asla batı tipi bir siyasal yapılanma ile ilişkilendirilemez.
- Cumhuriyet sonrasındaki siyasal yapılanmadan 1946 yılına kadar geçen süreçte, siyasal egemenlik, devletin kurucu partisi CHP’nin tekelindedir. CHP eli ile başta Kürtler olmak üzere diğer işçi ve emekçi kitlelerin sistematik bir biçimde baskı politikalarının muhatabı olması CHP’nin tek parti diktatoryasının somut halini önümüze koymakta ve aynı zamanda rejimin, batı tipi bir burjuva düzenden uzak, daha bir anti demokratik düzene sahip olduğunu da göstermektedir. Kaldı ki Osmanlıdan miras kalan bir de ceberrut devlet anlayışı vardır ki, en nihayetinde kurucu kadrolarda Osmanlı ordusunun paşalarıdır.
- Cumhuriyet’le birlikte arzulanana aslında gayet nettir,“Tek tip toplum yaratmak”.
- Hele ki Anadolu coğrafyasında…
- Anadolu coğrafyası birçok farkı etnik grubun yüzyıllardan beri iç içe yaşadığı bir coğrafya. Böyle bir coğrafyadan tek tipe dayalı, tarifi yapılmış homojen bir toplum yaratma çabası tabii ki diktatoryal bir takım uygulamalarla hayata geçebilirdi. Bu temenniye muhalif olacak güçler ise bir takım yasal düzenlemelerle tasfiye edilecek, tasfiye sonrasında da tabii ki tasfiyeye meşruiyet kazandıracak kulplar bulunacaktı. En güzel kulp takma ise tabii ki tasfiyeye maruz kalmış olanlara ajanlık suçlaması yapmaktır. Nitekim İstiklâl Mahkemeleri marifetiyle idam edilenlerin kararlarında bu suçlamalara bolca rastlamak mümkün. Ha keza İzmir Suikasti… İzmir sukasti için de bir tasfiye komplosu olduğu söylenir. Sarı Edip’in idam sehpasında söylediği söz anlamlıdır, zira Sarı Edip idam sehpasında “Bu suikast girişiminden hükümetin haberi vardı” şeklindeki söylemi, suikast girişimine ilişkin soru işaretlerinin ortaya çıkmasına neden olmuştur. Sonrasındaki idamlar ise malumunuzdur. Şeyh Said isyanı için de benzer yaklaşımlar söz konusudur. Gerçekten Şeyh Said isyanı bir şeriat kalkışması mıydı? Yada Kürtlerin yeni rejimi reddettiğine ilişkin Ankara’ya karşı bir başkaldırının ifadesi miydi? Resmi tarih yazımından öğrendiğimiz odur ki, Şeyh Said isyanı bir şeriat kalkışmasıdır. Oysa resmi tarih yazımının dışında kalmış araştırmacılar için Şeyh Said isyanı bir Kürt ayaklanması olarak ifade edilir. Bedeli ise bir gece de yüzlerce insanın idam edilmesidir. Sonrasındaki uygulamalar ise malumunuzdur… Şark Islahat Planı çerçevesinde Kürtlerin Türkleştirilmesi operasyonuna girişilmiş, Kürtler akıllara ziyan uygulamaların muhatabı olmuştur.
- Dikkat edilecek olursa, bir taraftan Takriri Sükûn Kanunu diğer taraftan Şark Islahat Planı… Aynı yıllarda TKP’ye ilişkin yapılan operasyonlar… Mustafa Suphi ve arkadaşlarının Karadeniz’de boğdurulması, Nazım Hikmet, Kemal Tahir, Şevket Süreyya Aydemir, Hikmet Kıvılcımlı ve Şefik Hüsnü gibi TKP üyesi isimlerin tutuklanması…
- “Dönemin şartlarına bakmak lazım” demekle olmuyor. Şayet bu uygulamalar doğruysa, “Her dönemde uygulanmasında bir sakınca yoktur” gibisinden bir tuhaflık çıkar ki, o zaman askeri darbelere neden ses çıkarıyoruz.