- Kategori
- Mizah
Neyim ben.

www.nettasarim.org sitesinden alınmıştır.
Bodrumda saha mühendisi olarak başladığım çalışma hayatımı şirketimizin yabancı müşterileri ile yakından ilgilenme bölümünde noktaladım. Gaziantep’te sahalara tekrar dönüyorum. Elveda yabancı müşteriler, elveda yanlış anlaşılmalar.
Şantiyede işler tüm hızıyla devam ediyordu ve peyzaj ekibi şantiye gelmişti. Peyzaj ekibinin başındaki bayanın peyzaj bilgisi bizim patronun çok ilgisini çekmiş olacak ki, daha önce şantiyeye arada bir uğrayan adam sabah namazına müteakip şantiyeye gelmeye başladı. Bir gün patron “bana şantiye şefini bulun” dedi. Gittim, şefi çağırdım ve yamacı tırmanarak patronun yanına vardık. Bizim patron öldürücü vuruşu yaptı ve bizim şefe “buralar her gün sulanacak” diye bir talimat verdi. Meğersem peyzajcı ablanın çimler ve sulamak üzerine yaptığı konuşmayı ne kadar ciddiye aldığını göstermek için çağırmış şefi. Ben de olay mahallinde içimden “adam inşaat mühendisi mi, bahçıvan mı” diye kıs kıs gülüyordum. Şef dönüşte çimine bir sana iki isimli eseri seslendiriyordu.
Gülme komşuna, gelir başına;
İngiliz çift çocuklarını da alıp ofisimize gelmişler. Merhabaydı, hoştu beşti derken kaynaşıverdik. İngilizler kaynaşmamızın temsili bir ifadesi olarak küçük çocuklarına adımı söyletmek istediler. İşte kültür farkı budur. Biz olsak, küçük çocuk kız ise şarkı söyletiriz, erkek ise pipisini göstertiriz. Bu arada küçükken pipimi gösterdiğim insanlardan bir tanesi bile arayıp sormuyor, yazıklar olsun. Sünnet kasetimi izleyip aramayanlara özellikle yazıklar olsun. Ne diyorduk, illa çocuğa benim adımı söyletecekler. Çocuk en sonunda bana bakarak rat dedi. Az önce nezaketen adımı söyletmeye çalışan aile, bıraktı nezaketi başladı gülmeye. Bu ecnebiler neye gülüyorlar, Murat demeye çalışırken rat demenin neresi komik diyen okurlarımız için açıklayalım, rat İngilizce bir sözcük olup Türkçe karşılığı bildiğiniz sıçan. Bildiğiniz sıçan diyorum ama hangi sıçanı biliyorsunuz onu bilmediğim için karışıklığı önlemek için açıklayayım, lağım faresinin halk arasında bilinen adı. Küçük velet Murat diyemedi mi, yoksa ailesi çok ısrar etti diye rat diyerek işin içinden çıkmak mı istedi bilmiyorum. Olan bana oldu, satış bölümü müdürü olarak başladığım görüşmeyi lağım faresi olarak noktaladım.
İrlandalı kalabalık bir grubu yedirdik, içirdik, gezdirdik. Yediğimiz içtiğimiz size kalsın, bir ev alın da havamızı bulalım dedim. Biz gidince karar vereceğiz dediler ve ben de bakarsın gidince alırlar ümidi ile müşterilere son hizmetimi yaptım ve havaalanına götürdüm. Havaalanında valizleri taşıdığınız valiz arabalarının başına iki tane bayan koymuşlar. Bayanlardan birisi bana İngilizce “valiz arabası ister misiniz?” dedi. Vay be demek ki yabancı erkeklere benziyorum diye hafiften havaya girdim ki öteki bayan hemen arkadaşını ikaz etti ve “o Türk şoförleri, ona sorma dedi” Bir an zihnimde İbrahim Tatlıses’in “Yallah şöför yallah” isimli şarkısı çalmaya başladı. Müşterileri uğurladım ve şoför sanıldığım olay mahallinden klimalı minibüse atlayıp, kolumu minibüsün camından sarkıtıp, topuklarına bastığım ayakkabım ile gaza basıp uzaklaştım.
Yabancı yatırımcımız her geldiğinde Dedeman otelde kalıyordu. Otele ben bıraktığım, otelden ben aldığım için kapıdaki görevli arkadaş ile gel zaman git zaman sohbetimiz artmaya başladı. Bir gün bu arkadaş, birbirimizi daha fazla tanımamız gerektiğine karar verdi herhalde ve “sen bu adamın şoförüsün değil mi?” dedi. Senin havaalanındaki kızla bir akrabalığın var mı diyecektim, olmaz böyle tesadüf diyerek sorumdan vazgeçtim. Yine şoför sanılmıştım ve artık acaba ben şoför müyüm diye düşünmeye başlamıştım. Yatırımcı geldiğinde arka kapıyı açtım, ne yapıyorsun dedi. Pardon, bu günlerde biraz dalgınım dedim. Bu çalan ne dedi. İbrahim Tatlıses, yallah şöför yallah, sever misin dedim. Zihnimde çalan müziği duyabileceği kadar samimiydik artık.
Patronlardan birisinin evine gittik, baktık mangalda balık partisi vermişler. Örnek dairelerin perde işini verdikleri perdeci iki tane abinin de olduğu kalabalık grup yiyor, içiyor ve eğleniyordu. Sonra büyük ısrarlar sonunda kendimi bu kalabalık grubun önünde Bayhan taklidi yaparken buldum. Tamam, ben sevdiğim insanlara her türlü şebekliği yaparım ama tanımadığım adam oldu mu çok pis kasılırım diye açıklama fırsatı da vermediler. Bayhan taklidinin ilk dakikası çok gergin geçti ve bir Müslüman evladı da çıkıp çocuk bir şeyler yapıyor, bari gülelim demedi. Taklit kimse gülmeden biterse kendimi de yakarım burayı da yakarım diye düşünüyordum ki birisi ilk kahkahayı patlattı. Alkolün de etkisiyle o dakikadan sonra ne yaptıysam güldüler de çok büyük bir rezaletten kurtuldum. Bayhan taklidi yapmaktan daha büyük rezillik mi olur diyorsanız siz de haklısınız.
Mühendis olarak geldiğim bodrumda artık mangalda balık partilerinin komedyeni miydim, yabancıların şoförü müydüm yoksa küçük İngiliz veledinin dediği gibi bir lağım faresi miydim. Her şey patronun şantiye şefine bahçıvan muamelesi yapmasıyla ve benim içimden gülmem ile başlamıştı. En yakın zamanda şantiye şefini arayıp helalliğini alsam iyi olacak. 3 sene önce yaşadığımız bir olayı hatırlar mı acaba?