Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

12 Mart '12

 
Kategori
Anılar
 

Nostalji 10 : Malatya/ Saray Mahallesi'nde büyümek

Nostalji 10 : Malatya/ Saray Mahallesi'nde büyümek
 

Malatya’daydık. Saray mahallesinde. Malatya, her sokağından bir derecik akan bir kentti bir zamanlar. O ufacık derecikler evlerin avlularına kadar sokulur; bahçeleri sular; oradan geze geze başka yerlere şırıl şırıl akar giderlerdi. Bizim sokağımızın da öyle nazlı, temiz bir deresi vardı. Nerden gelirdi bu sular. Malatya’nın her tarafından. Türkiyenin bu kadar sulak olan başka kenti yoktur her halde. Bir kere ta Gündüzbey Pınarbaşı’ndan gelen koca bir kaynağın beslediği koca bir dere kentin içindeki kanallarda dolaşır da, orasını  küçük bir Venedik’e çevirir. Aslında akıllı bir belediye Başkanı gerçekten o kanalları, biraz daha genişletip, üzerinde çalışarak, niye Eskişehir’in Porsuk deresine, daha doğrusu “Venedik !” e benzetmez. Oysa o Kernek Deresi ve çevresi ne kadar uygundur içinde gondol yüzdürmeye…

“Kernek deresi” bizim bir üs mahallemizdi. Alt Mahalle Saray Mahallesi; Ömer Efendi Sokak. O da ilginçtir ; taşındığımızda sokağın adı “Akbaba” sokaktı; sonra bir gece içinde bir de baktık ki levhalar değişmiş; sonra sokak “Ömer Efendi Sokak” olmuş. Olur ya..! Burası Türkiye … İki yıl sonra çevirirler, İnönü cad. olur; sonra da … Sonrasını bilemiyorum. Zaten Malatya’da bir yerin nedense birden fazla adı vardır . Örneğin, ben en yakın ilçesinin adını “İsmet Paşa” diye bilirdim; sonra “Yeşilyurt” oldu… Sonra ziyaret ettiğimde; “Hoca buranın asıl adı :  “Şeytan Deresi” dediler… O kent her zaman adıyla beni şaşırmıştır… Aslında herkesi şaşırtmıştır. Hikayesini sonra anlatırız…

Malatya’da yaşıyorduk, ama aslında Bandırma’da yaşıyor gibiydik.. Niye mi? Çünkü babamın bütün arkadaşları Bandırmalı’ydı : Ulvi, Nuri ; Rahmi; Ahmet; Mehmet… Beyler… Allah Selamet versin ; adları gibi uyumlu insanlardı, ve grubun içindeki herkes mükemmel bir uyum örneği gösteriyordu. Haftanın en az bir günü birinin evinde toplanılır; en güzel yemekler yapılır. Mezeler hazırlanır. Yenilir, içilir; şarkılar söylenir… Ondan sonra bezik masası kurulur ; çat-çut, güzel güzel oyunlar oynanırdı. Sonra, gece yarısına doğru; haftaya başka bir yerde buluşmak üzere randevulaşılır; herkes evine  giderdi. Dolayısıyla geçirdiğimiz Yılbaşı günlerimiz de ne kadar renkli geçmişti… Evlerimizi süslemiştik; pamuktan dekorlarla  karlar yağdırmıştık; komik takkeler yapmıştık…Ne süs, ne yemekler, ne eğlence… Çok gülerdik… herkes gülerdi… biz çocuklar da kuşkusuz çok mutluyduk…

Bu gecelere gelenler , yanlarında bazı alamünit yemekler, hediyeler filan getirirlerdi. Bir yılbaşı’nda da bize bir şişe “Altın Likör” bir Portakal likörü, bir de Ekzotik bir adı olan “Cin” getirilmişti. Onlar rafa kondu… Fakat daha sonraları , bu parlak şişeler benim hep dikkatimi çekti, hatta fena halde çekti… hepsini de kenardan köşeden derken açmanın yolunu buldum. Ve tatmayı bir gizli zevk haline getirdim.. arada sırada gidiyorum. Ondan bir yudum… Bundan iki yudum… O bile bana o yaşlarda iyi geliyordu… Şişeler azaldıkça azaldı ama. Babam pek o işlerin peşine düşmediği için, dolabın dibinde ne olduğunu bilmiyordu… Fakat ben, likör’ün tadını aldım…

Bir subay olan Mehmet Amca’lara gidince. Hemen bir araştırmaya girerdim. Mehmet bey’in oğlu Atila aradığım şeyi hemen anlar, içerden getirirdi. Bu bir kurmalı gramafon’du. Ama borulu filan değildi; bayağı oldukça ileri bir teknolojiye sahipti. Üzerine ikiden fazla plak konulabiliyordu. Ama elektrikli de değildi. Bana göre ileri teknoloji ürünü olan, oldukça da temiz ses veren bu alet, harika bir şeydi… Ondan çok değişik, müzikler dinledim; Sadettin kaynak’lar; Selahattin Pınar’lar; Müzeyyen Senar; Perihan Altındağ … ve nice fokstrotlar, valsler… Dinlemesine doyum olmazdı… Gece biterken beni, bu aletin başından zorla alırlardı…

Bu Saray mahallesi bizim ilk gençliğimizin şahidi oldu. Orada büyüdük, orada hayatı tanıdık.
Mahallemizin üst kısmında, iki büyük Sinema verdı. Biri Saray sineması ve Melek Sineması… Bunlar kapalı sinemalar idi … Durmadan bir iki çığırtkan bağırıp dururlardı :  “Haydi daha film başlamadı; ilave gösteriyor… Bugün iki film birden… daha film başlamadı…” Saray ve İstanbul Sinemaları daha kaliteli filmler getirirlerdi: melek sineması ise daha çok çocuklara hitap ederdi… Tarzan ve kovboy filmleri… Ne çok sinemaya gittik ; ne çok filmler seyrettik… Herhalde Sinemacılar zengin olduysa, bizim yüzümüzden olmuştur.

Diğer yandan, bu sıralarda bizim kuşakta, tiyatro merakı da doğmuştu; bu biraz kaliteli edebiyat öğretmenlerimiz Vasfi Mahir Kocatürk; Mustafa Ateş gibi öğretmenler sayesinde; biraz da, o sıralar Lisenin yanında hala açık olan Halkevi sayesinde; yepyeni, kültürlü, edebiyattan, sanattan anlar bir nesil yetişmişti. Ve arkadaşlarımız, tiyatro yapmak istiyorlardı ve yapıyorlardı. Bunlar kendi aralarında grup bile kurmuşlar, Klasik Yunan oyunlarını; bazı Shakespeare oyunlarını, o güç koşullarda sahneye koymaya çalışırlardı. Bu yerden bitme ekiplerin başında, hep Gaziantep’den sürgün gelen Dilaver Uyanık (Rahmetli) bulunurdu. Yanında güvendiği arkadaşları Hikmet Yavuz’lar ve diğerleri nice oyunlar oynadılar; Malatyalı’ya Tiyatro’yu sevdirdiler.. Sonradan o ekiplerden Kenan Işık gibi büyük yıldızlar da çıktı; Malatya’ya  onur verdi… Bunlar hep Mahallemizin (ya da yakın mahallelerin..) çocuklarıdırlar…

Bizim gib tiyatro yeteneği olmayan fakat biraz yazı yeteneği olanlar da,  “OLUŞ” dergisi gibi Edebiyat dergileri çıkardılar ve ilk şiirlerini, hikayelerini yayınladılar;  bu sanat, edebiyat etkinliklerini eleştirdiler.. Fakat, orada da sonradan çok değerli kalemler olacak Tahir Abacı, Necati Güngör gibi yazarlar ilk yazılarını yazdılar. Malatya aynı zamanda bir kültür, sanat merkezidir. Bunu bilenler bilir.

 
Toplam blog
: 2579
: 848
Kayıt tarihi
: 24.10.10
 
 

Mesleğim eğitimcilik… Şimdi artık emekli bir vatandaşım… biraz şairlik, biraz hayalcilik, biraz s..