Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

06 Kasım '07

 
Kategori
Gündelik Yaşam
 

Ölmek ya da ölmemek

Ölmek ya da ölmemek
 

Türkiyede, cenaze merasimlerindeki dönüşüm ve değişim bana göre, Uğur Mumcu'nun (24 Ocak 1993) bir suikastta öldürülmesiyle başlamıştır. Bu tarih, cenaze törenlerinde bir miladı ifade eder. Uğur Mumcu'ya fikirdaş olanlarla, konjönktür gereği o tarafta yer alanlar, bu kulvardaki kesin galibiyetlerini ilan etmişlerdir... Ve sağ kesimin beş sıfır önüne geçmişlerdir.

Eskiden cenaze törenleri sükunet içinde icra edilirdi. Fakat, Bahriye Üçok'la başlayıp, Uğur Mumcu'yla zirve yapan, "kahrolsun şeriat... yobazlar İran'a... Türkiye İran Olmayacak! " gibi sloganlar ve ilaveten alkışlar, bu sessizliği bozmuştur. Artık bundan sonra önemli zatların cenazeleri, taraftarların gövde gösterisine, alkışlı protestolara, sözlü sloganlara, ideolojik ayrışmalara ve laf yetiştirmelere vesile yapılmıştır.

Sağ cenah, kaybettiği yarışın rövanşını, 17 Nisan 1993 tarihinde yitirdiğimiz merhum Turgut Özal'ın cenaze merasimiyle almıştır. Madem öbür taraftakiler slogan ve alkışlarla törenin sükunetini bozmuşlardır; "o zaman bizim de birşeyler yapmamız lazımdır" diyerek ilk kez , "tekbir" uygulamasına başlamışlardır. Bu uygulamayla hem fark atmışlar, hem de sevap işlediklerine inanmışlardır. Çünkü "tekbir"le, hem ses çıkarılmakta, hem de Allahın birliği ve büyüklüğü ifade edilmektedir.

Zamanla durum, iyice ekseninden kaymıştır. Son noktada, derin cinayetlerde ölenlerle, şehitlerimizin cenazeleri; askerlere sevgi, siyasilere yergi alkışlarına sahne olmuştur. Daha ötesi, siyasete alet edilerek, oy avcılığının ve iktidarı sıkıştırmanın aracı haline de getirlmiştir.

Artık ölenler yıkandıktan sonra, camiinin önündeki musalla taşına konulup, kılınan cenaze namazının ardından usülüne uygun biçimde defnedilmiyor. Mezara konulmadan önce, bir çok yere götürülüyor. Birkaç resmi kurumla, bir kaç işyerini tavaf ettirmeden merhuma, rahat ve huzur verilmiyor. Akraba ve yakınlarının üzüntüsüne bir de bu, uzadıkça uzayan cenaze merasiminin sıkıntısı ekleniyor.

Tanınmış biri iseniz, canlı hemcinslerinizin elinden zor kurtulursunuz. İlk ve son görev yaptığınız daireyi, yönetim kurulu üyesi olduğunuz tesisi, müdürü veya genel müdürü olduğunuz kurumu, vekillik yaptığınız meclisi göstermeden sizi, asla uğurlamazlar.

Sıradan bir vatandaş veya garip gurebadan biri iseniz mesele yoktur. Ebedi istirahatgahınıza nisbeten kolay ulaşırsınız. Fakat bazan, yaşayanlardan kimisinin nam salmak, kimisinin, "taşıyarak sevap almak" gibi beklentileri olduğundan yol ve zaman biraz uzayabilir.

Herkesin ölüsü kendisi için önemlidir. Çünkü ya babadır, ya annedir, ya kardeştir, ya eştir ya da çocuktur. Tabutu, camiiye ya da mezara kadar taşıyacak vasıtalar vardır ama o, omuzlara alınıp sokaklardan öyle geçirilir. Böylece hem adet yerine getirilmiş, hem de biraz sevap kazanılmış olur !

Kimse, " sevaptan maksat, sırf taşımak mıdır, yoksa faydalı olmak mıdır?" diye düşünmez. Peygamberimiz "sevap" demiştir ya ötesini boş ver. Çünkü bu kafa bize düşünmek için değil, omzumuzun üstünde durmak, gerektiğinde ileri geri sallanarak, birilerini onaylamak için verilmiştir. Öyle ya, sevabı araba kazanacağına "biz" kazanalım !

Acaba ahirete gönderdiğimiz biri için, bu dünyevi merasimlerin anlamı nedir? Ya kendi egomuzu tatmindir, ya başkalarının dolduruşuna gelmektir, ya da resmi veya geleneksel kurallara uymaktır. Yazık ki ölüyü bile, dünyevi üstünlüğümüzün veya farklılığımızın nesnesi haline getirdiğimizin farkında olamıyoruz.

Hadi bir kaç saatimizi, bu işe ayırarak, "bütün törenleri yaptık, cenazemiz olduğunu herkese gösterdik, " diyelim. Kim, ne kazandı? Bu kadar zahmetten sonra merhumun veya merhumenin, tabutundan doğrulup;

"Hay Allah sizden razı olsun! Giderayak bana her yeri dolaştırdınız. Epey zamandır hiç bu kadar gezmemiştim. Şu köşedeki çok katlı binanın yapıldığından, altına da market açıldığından bile haberim yoktu." dediği vaki olmuş mudur?

Dini merasim dışında yaptıklarımızın; ideolojik istismar gibi, dünyevi faydaları olduğuna inananlar olmasa, bu iş sürdürülemez. Çekilen nutuklar, alkış ve sloganlar, kurum ziyaretleri dini ritüellerden olmadığına göre, demek ki bundan umulan dünyevi yararlar vardır. Alkış, slogan vs.yi geçiyorum; Hz. Peygamber hangi cenazede tekbir getirmiştir, ya da hangi fıkıh imamı buna cevaz vermiştir? Aklımıza gelen her yerde tekbir getirmenin sevap olduğuna kim karar vermiştir? Ne var bunda, "Allah'ı anıyoruz" demekle, yapılana meşruiyet kazandırabilir miyiz?

Acaba bunları yapmakla neyi kanıtlamak istiyoruz? Ölünün büyüklüğünü mü... kendi ihtirasımızı mı? Cenaze merasimlerinin; düğünler, açılışlar, kutlamalar gibi tanıtım ve gösteri aracı haline dönüştürülmüş olması, insanoğlunun içinde debelendiği çıkmazlardan biridir. Bu, bana göre, bir çeşit ölü istismarıdır. Uzun merasimler, ölenin ne önemini artırır ne de azaltır. Ne de ona bir yarar getirir. Vefat eden için dini görevlerin, mümkün olan en kısa sürede ve en kısa yoldan yapılması inançlarımıza en uygun olandır.

Böyle yaptığımızda ölenin ailesini, yakınlarını, dostlarını üzüntülerine ilaveten, uzayan törenler sebebiyle yaşadıkları gerilimden de kurtarmış oluruz. Gene de en iyisini büyüklerimiz bilir.


Not: Verdiğim tarihten önce de siyasi kavgalarda ölenlerin, suikaste uğrayanların, idam edilenlerin cenazelerin sloganlar atıldığı, gövde gösterisi yapıldığı olmuştur. Fakat hiç biri o zamana kadar, Uğur Mumcu ve Turgut Özal'ınki gibi etkili olmamıştır. Benim fikrimdir.

 
Toplam blog
: 462
: 707
Kayıt tarihi
: 28.04.07
 
 

Emekliyim. Herkes gibi benim de bir dünya görüşüm var. İnsanların farklı fikir ve inançlara sahip..