- Kategori
- Psikoloji
Ölüm Korkusu -Ölüm Endişesi

Yalom: ''Hayat enerjisinin büyük bir bölümü ölümün inkarında harcanır''
1.Bölüm
Ölüm sık sık karşımıza çıkan ve bize garip duygular yaşatan kaçınılmaz bir olgudur. Canlı yaşamının doğasında yer aldığı için, varoluşun başlangıcından beri ölüm ve yaşam içiçedir.
Stoik felsefeye göre ‘İyi yaşamayı öğrenmek , iyi ölmeyi öğrenmektir’. Yaşam süresince ölümü düşünmek belki de hayatı yoksullaştırmaktan çok zenginleştirmektedir. Tolstoy’un Savaş ve Barış adlı eseri bu zenginleşmeye çok iyi bir örnektir. Romanın kahramanı Pierre, Rus aristokrasisine ait hayatın anlamsızlığı nedeniyle kendini ölü gibi hissetmektedir. Kayıp bir ruh gibi hayatta bazı amaçlar bulabilmek için çırpınıp durur. Kitabın yarısından çoğunda bu anlatılmaktadır ta ki Pierre’nin Napoleon’un askerleri tarafından yakalanıp idama mahkum edilmesine kadar. Pierre 6. sıradadır ve kendinden önceki 5 kişinin idamını izler, ölüme hazırlanır. Sıra kendisine geldiğinde ise idamı belirsiz bir tarihe ertelenir. Kitabın bundan sonraki bölümünde Pierre‘nin hayatını amaçlı bir şekilde geçirişini ve hayattan tad alarak, kendini hayatının anlamını bulmaya adayışı anlatılmaktadır. Günlük hayatta da bu böyle değil midir? Ölümle burun buruna geldiğimizde, bir tanıdığımız öldüğünde yada ölümle ilgili acı bir haber izlediğimizde hemen hayatın ne kadar kısa olduğunu düşünüp, kendimizi ve sevdiklerimizi daha anlamlı yaşamaya davet etmez miyiz!
Ölümün insana getirdiği anlamlılığın yanı sıra ölüm anksiyetesi veya ölüm kaygısı da yaşamımızı büyük oranda etkilemektedir. Yalom ‘Ölüm korkusu her zaman ve her yerde bulunur ve o kadar büyüktür ki, hayat enerjisinin büyük bir bölümü ölümün inkarında harcanır.’ demektedir.
Aslında henüz tam anlamıyla keşfedilmemiş evren , kaygılarımızın temelini oluşturmaktadır. Kendi varlığını sorgulayan tek canlı olan insan zaman zaman kaygılarıyla yüzleşerek ya da kaçış yolları bularak bu anksiyeteden kurtulmaya çalışır. İnsanlar bu tür kaygı ve korkularının olumsuz etkilerini azaltmak için kültürel, felsefi ve dinsel araçlara yönelmiş, buna karşın felsefi ve dinsel sistemler de, insanın ölüm kaygı ve korkusuyla başetmesine önemli etkide bulunmuştur. Sufiler’e göre ‘hayat bir rüya hali, ölüm ise bir uykudan uyanma hali’dir. Sufiler, öldüklerini ve sevenlerinin arkasından ağladığını, cenazesinin kaldırılışını, kabre götürülüşünü ve meleklerin sorularına nasıl cevap vereceklerini düşünürlermiş.
Belkide ölüm korkusu ile yüzleşerek kendilerini ölümle yaşamaya alıştırıyorlardı ve bu da hayatı daha anlamlı yaşamalarına olanak sağlıyordu. Türk sufi Ahmet Yesevi de altmış üç yaşında toprağın üç metre altında küçük bir hücre yaptırmış (çilehane) ve hayatının bir kısmını burada geçirmiş. Tasavvuf düşüncesinde de ölüme büyük yer verilir. İnsan yaratıcısından koparak bir yolculuğa çıkmıştır ve ölümle bu yolculuğun sona ereceği düşüncesi hakimdir. Ölümden yeni bir başlangıç olarak söz edilir.
M. Yıldız yaptığı bir araştırmasının sonucunda, dindarlık düzeyi yükseldikçe ölüm kaygısının yükseldiği, ölüm kaygısı yükseldikçe de dindarlığın yükseldiği şeklinde bir sonuca ulaşmıştır. Yıldız, dindarların ölüm korkusunun kaynağının ‘ölürken acı çekmek’, ’günahkarlık duygusu’ ve ‘diğer dünyada başına gelebilecek şeylerden duyulan endişe’ olduğunu söylemektedir . Dindar insanların ölüm korkusunu daha yoğun yaşaması, dinin içinde ölüme çok fazla yer verilmesinden kaynaklanıyor olabilir. Bir kayıp yaşamış kişilerde, ölüm riskinin çok yüksek olduğu işlerde çalışan kişilerde ve benzeri durumlarda, ölüm korkusu ve anksiyetenin oluşmasına sıklıkla rastlanır. Kanserli bir yakınının yanında uzun süre geçirmiş bir kimsenin ölümü hiç düşünmemesi ve ölümden korkmaması olası değildir.
Ölüme yaklaştıkça yaygın bir kaygı oluşması doğaldır. Yaşlıların da sıklıkla rastladığımız gibi dine ve tanrıya daha sıkı bir bağlanmalarının kaynağında oluşan bu kaygının yeri göz ardı edilemez. .....
Ölüm korkusunun yaşlanmayla birlikte hayatında varolalan ve yaş ilerledikçe , kaybedilenler arttıkça büyüyen bir endişe olduğunu yaşadıkça anlıyoruz.
daha derin ve huzurlu yaşamak gerek ki yaşamımız bir anlam kazansın.
2. Bölüm
İlk yazımda Ölüm’ü değişik felsefik yaklaşımlardan tanımladım ve tarihte bu konu ile ilgili neler yaşandığına bir göz gezdirdik. Şimdi ölüm korkusunun daha çok psikolojik boyutu ve sosyal boyutu üzerinde duracağız.
Ölüm anksiyetesinin bir korku olarak tanımlanmasını pek doğru bulmadığımı, bunun yazımın başlığı olduğu halde yine de ölüm korkusunun toplum tarafından kalıplaşmış bir tamlama olarak ölüm sözcüğü ile bağdaştırıldığını düşünüyorum. Bunu korku olarak görmek yerine bir endişe olarak görmek ve kelime olarak da bunu seçmek ve kullanmak daha doğru olacaktır.
Ölüm endişesinin getirdiği en görünen psikolojik boyut da ölümü bir korku olarak nitelemektir aslında. Var olamama tehdidi ile karşı karşıya gelen bir kişi bu durumun doğal bir süreç gibi algılanmasından daha çok ne olacağını ve sonunu bilememenin getirdiği endişe ile bu doğal süreçten korkmakta ve ölüm ile korku kelimelerini birbiri ile bağdaştırmaktadır. Çok korktuğumuz durumlarda bile ‘korkudan ölüyordum’ tabiri bu görüşü desteklemektedir. Var olamama tehtiti yada sevdiği birinin varolmayacağı düşüncesi bazı süreçleri de beraberinde getirebilir.
Psikolojik boyutta ölüm endişesinin bizde oluşturduğu 5 süreçten söz edebiliriz.
İnkar: Ölüm olgusunun hayatımıza girişini kabul edemeyerek bunun doğru olmadığını düşünmemizdir. Öleceğimizi veya yakınlarımızdan birinin öleceğini yada öldüğünü öğrendiğimizde bu durumun gerçek olmadığını düşünmek isteriz.
Öfke: İnkarın anlamsız olduğunu anlayan zihin gerçekle yüz yüze geldiğinde öfke ortaya çıkacak, bu durumun neden bizim başımıza geldiğini, hayatın hiç adil olmadığını düşünmemize yol açacaktır.
Pazarlık: bu gerçekle yüz yüze gelen kişinin bir sonraki aşaması pazarlıktır. Kişi daha önce hayata göstermediği özeni göstermeye başlar ve her şeyden çok sağlığına dikkat eder. Böylece bu güne kadar yapmadıklarını yaparak ölümle pazarlık eder bir hale geçer.
Depresyon:Her şeyi kaybettiğini düşünmeye başlayan kişi bu durumda derin bir çöküş halindedir ve hiçbir durumdan zevk alamaz. Bu yas süreci çok uzadığı taktirde profesyonel destek alınmalıdır.
Kabul: ve son olarak tüm yapılanlara karşılık değişmeyen gerçekle yüz yüze gelen kişi bu durumu kabullenerek yaşamaya devam eder. Ölüm endişesi bastırır ve işlemden geçirilir.
Çoğu zaman kendini ölüm endişesi olarak değil başka fobik durumlarda gösterir. Kan tutması, hastane korkusu, kapalı alan korkusu, uçak korkusu vb. İnsan psikolojsi bu ağır endişe durumla başa çıkabilmek için bilincinde olmadan savunma mekanizmalarıyla hareket eder. Ölümün üstüne gidecek yüksek adrenaline sebep olan sporlar ve etkinlikleri tercih edebilir.
Ölüm endişesi, psikolojik açıdan olduğu kadar sosyal açıdan da incelenmesi gereken bir kavramdır.
Bir sonraki yazımda bu sosyal boyuttan da söz edeceğim. Sağlıklı ve uzun ömürler Psk. Ezgi Başaran