- Kategori
- Özel Günler
Önemli olan çok yaşamak değil...
Lisedaşım, Neco'dan.
1972 Mayıs'ının 5. günü Resmi Gazete'de ‘’infaz’’a ilişkin bir kanun yayınlandı.
Saatler saatleri kovaladı. Artık Mayıs'ın 6'sıydı...
Yeni bir günün ilk dakikaları. Ankara’da gece sokağa çıkma yasağı var. Yürek ağızda beklenen, olması hiç istenmeyen.
Mayıs'ın 6'sıydı. Şafak sökmeden, gün ağarmadan, asacaklardı Deniz’i, Hüseyin’i, Yusuf’u. Yangından mal kaçırır gibi, alelacele. Haksız kişilerin telaşlı aceleciliği sarmıştı her yanı.
Asacakları salt o üç fidan değildi. Onlarla birlikte, analarını, babalarını, kardeşlerini, akrabalarını, arkadaşlarını, onları görmeden sevmiş, uğrunda başkaldırdıkları halklarını da asacaklardı.
Korku bürümüştü gözlerini. Tanklarla kuşattılar dört bir yanı. Yüksek rütbeli subaylar, güvenlik güçleri ellerinde telsizler, silahlar, düşman işgaline karşı vatan savunması yapacakmışçasına, kendi gölgelerinden kaçarak karanlık nokta bırakmadan aydınlattılar her yeri.
Askeri Cezaevinde, hücrelerinden çıkarıp, ayaklarına bukağılı pranga vurdular. Elleri arkadan bağlı, zırhlı araçlarla Merkez Cezaevine getirdiler.
Avludaki darağacına, vurdurmuşlardı ısıkları. Ankara Merkez Komutanı Tevfik Türüng, üç fidanı yargılayıp idama mahkum eden, Bir Numaralı Sıkıyönetim Mahkemesi Başkanı Ali Elverdi, İnfaz Savcısı Sami Uğur ve diğerleri...
Yusuf ve Hüseyin ailelerine verilecek mektupları önceden yazmışlardı.
Deniz ise, darağacına bakarak son mektubunu yazdırdı:
‘’Merkez Cezaevi
Baba
Mektup elinize geçmiş olduğu zaman aranızdan ayrılmış bulunuyorum. Ben ne kadar üzülmeyin dersem yine de üzüleceğinizi biliyorum. Fakat bu durumu metanetle karşılamanı istiyorum, insanlar doğar, büyür, yaşar, ölürler, önemli olan çok yaşamak değil, yaşadığı süre içinde fazla şeyler yapabilmektedir. Bu nedenle, ben erken gitmeyi normal karşılıyorum, ve kaldı ki, benden evvel giden arkadaşlarım hiçbir zaman ölüm karşısında tereddüt etmemişlerdir. Benim de düşmeyeceğimden şüphen olmasın, oğlun ölüm karşısında aciz ve çaresiz kalmış değildir. O bu yola bilerek girdi ve sonunun da bu olduğunu biliyordu. Seninle düşüncelerimiz ayrı, ama beni anlayacağını tahmin ediyorum. Sadece senin değil, Türkiye'de yaşayan Kürt ve Türk halklarının da anlayacağına inanıyorum. Cenazem için avukatlarıma gerekli talimatı verdim. Ayrıca savcıya da bildireceğim. Ankara'da 1969'da ölen arkadaşım Taylan Özgür'ün yanına gömülmek istiyorum. Onun için cenazemi İstanbul'a götürmeye kalkma, annemi teselli etmek sana düşüyor, kitaplarımı küçük kardeşime bırakıyorum, kendisine özellikle tembih et, onun bilim adamı olmasını istiyorum, bilimle uğraşsın ve unutmasın ki, bilimle uğraşmak da bir yerde insanlığa hizmettir, son anda yaptıklarımdan en ufak bir pişmanlık duymadığımı belirtir, seni, annemi, ağabeyimi ve kardeşimi devrimciliğimin olanca ateşi ile kucaklarım.
Oğlun DENİZ GEZMİŞ’’
‘’-Yaşasın tam bağımsız Türkiye. Yaşasın Marksizmin, Leninizmin yüce ideolojisi. Yaşasın Türk ve Kürt halklarının devrimci bağımsızlık mücadelesi. Yaşasın işçiler, köylüler. Kahrolsun emperyal-izm, derken, 'izm'i tamamlayamadı.’’
Ardından Yusuf’u çıkardılar darağacına.
-‘’Ben ülkemin bağımsızlığı ve halkımın mutluluğu uğrunda şerefimle bir defa ölüyorum. Sizler, bizi asanlar şerefsizliğinizle her gün öleceksiniz. Biz halkımızın hizmetindeyiz. Sizler Amerika'nın hizmetindesiniz. Yaşasın devrimciler. Kahrolsun faş-izm’’.
Onun da, ‘izm’i tamamlamasına izin vermediler.
En son Hüseyin’e geldi sıra, tabureye çıkmadan önce, masanın üzerinde söyledi son sözlerini.
-‘’Ben hiçbir kişisel çıkar gözetmeden ülkemin bağımsızlığı ve halkımın mutluluğu için savaştım. Bu an'a kadar bu bayrağı şerefle taşıdım. Bundan böyle bu bayrağı Türk halkına emanet ediyorum. Yaşasın işçiler, köylüler. Yaşasın devrimciler. Kahrolsun faşizm’’
Radyolar, ilk haber olarak verdiler idam edildiklerini.
Hıdrellez sabahıydı. İzmir’de ateşlerin yakılıp bir karnaval havasında eğlenildiği gecenin sabahında, biz yataklarımızda uyurken onların canı alınmıştı…
Denize atacağımız dilek kağıtlarımızı hazırlamış, deniz kenarına gidecektik. Büyüklerimiz ağlıyordu.
Çocuk aklımızla, çok kötü bir şeyler olduğunu anlamıştık.
Bir daha hiç bir hıdrellez iç rahatlığı ile kutlanmadı.
Kutlanamazdı da…
Narçiçeği