Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

23 Temmuz '10

 
Kategori
Gündelik Yaşam
 

Ortak payda ya da birlikte yaşamak mecburiyetimiz

Ortak payda ya da birlikte yaşamak mecburiyetimiz
 

“Uçurtmayı Vurmasınlar” filmi, 12 Eylül Darbesi yıllarında cezaevinde yaşananlara “sol kamera”dan bakan bir yapımdı. Üstelik “Babam ve Oğlum”un aksine iletisini “kıvırmadan”, gizlemeden veren bir filmi idi.

Oradaki bir sahne çarpıcıdır: Cezaevindekiler bir uçurma yapar ve uçururlar. Uçurma havalanır ama görevliler uçurtmayı silahla düşürürler. Onca salya sümük duygu sömürüsüne rağmen film, bağnazlığın ve tahammülsüzlüğün en hastalıklı evresini göstermesi açısından önemli bir işi yerine getiriyordu.

Bağnazlığa vereceğim ikinci örnek daha da çarpıcı ve birebir yaşanmış bir olay: Yıllar önce bir gün okulda, dersteyim. Öğrencilerim, kendilerine verdiğim ödevi yaparken ben sıra aralarında geziyorum. Arkada, resim çantalarının yanında yırtılmış bir resim kâğıdı gözüme çarpıyor. Eğilip alıyorum. Resme bakıyorum. Ortada bir yol. Karşıda ışıklar ve durakta bekleyen iki kişi. Bir başörtülü kadın ve elinden tuttuğu bir kız. Öyle bir yırtılmış ki resim, kız resmin cadde ve yol; başörtülü kadın ise ağaç ve çimenler tarafında kalıyor.

Öğrencilere dönerek soruyorum:

- Kim yırttı bu resmi?

- Öğretmen.

- Neden yırttı?

- Resimde başörtülü kadın var, diye.

Aklıma neler geliyor neler? Bu, benim bir öğretmen arkadaşım. Yıllarca aynı öğretmen odasını paylaştık. Aynı atmosferi soluduk. Bizimle sohbet ederken “azı dişleri”ni gösteren bu kişi meğer sınıfta ne kadar da değişebiliyormuş. Bırakın yaşadığı toplumdaki başörtülüleri resimdeki bir başörtülüye bile tahammül edemiyor.

Aslında onun da toplum hayatının bir yerinde bir başörtülü vardır. Haftada bir evinin temizliğine bir başörtülü geliyordur meselâ. Ya da bir bankanın müdür odasında kredi almak için terlerken başörtülü hizmetli kadının elinden alıyordur çayı. Daha da ötesinde köy pazarında organik sebze ararken kendi ürününü kendisini satan bir “kara çarşaflı”yı tercih ediyordur.

O gün gidip sorsaydım:

-Hocam böyle bir olay yaşanmış sınıf öğretmeni olduğum sınıfta.

Cevabı Nü Ressam Kenan'ınki gbi , mâlum klasik cevap olacaktı:

-Yahu benim de annem başörtülü. Öyle şey olur mu hiç?

Aslında, ekonomiyi düşünce felsefesi gereği, ilk planda gören tuzu kuru bu tiplere “cuk” diye oturacak cevabım var:

Unutma ki bir karakalem çalışmasında bile görmeyi tahammül edemediğin o başörtülüler de onların eşleri de bu memlekette vergi veriyor. Ve sen maaşını onların da katkıda bulunduğu devlet bütçesinden alıyorsun.

Aşağıdaki olay daha da garip, daha da mânidar ve açıklanması daha da zor:

Bir kitapevindeki oturuyorum. İçlerdeki bir cam masada elimdeki çalışma kâğıtlarını alfabetik sıraya diziyorum. Yanımda oturan kitabevi sahibinin yanına bir adam geliyor. Masmavi gözlü, sakallı, tertemiz yüzlü, kendi halinde bir Müslüman. Elindeki resmi bir belgeyi ona uzatıyor, ekliyor:

-Annem için Nüfus Dairesi’ne gittim. Belgedeki fotoğraf yüzünden işlemim yapılmadı.

Adamın elindeki belgeyi alıyorum. Belgenin sağ üst köşesinde yüzü görünen, gözlüksüz, çarşaflı bir kadın fotoğrafı. Doğum tarihine gözüm kayıyor: 1947. 63 yaşında yani.

-Mesele nedir, diyorum adama.

-Bu fotoğraf olmazmış; örtü, çenesinin altından olacak, dediler.

Hasbinallah! Bu nasıl eziyet yahu? Her şeklî görünümü bir âidiyet sembolü olarak yorumlamakla ne kazanır ki bu toplum? Öküzün altında buzağı aramanın anlamı ne? Mütedeyyin bir insan işte. İnancı doğrultusunda öyle giyiniyor. O da gece uyuyor. Sabahları kalkıyor. O da ülkesini seviyor ve işi ne ise o da ülkesi için çalışıyor, üretiyor, devletine vergisini veriyor. Yasalara uyuyor.

-Ama kurallar var bu konuda, cümlesini seslendirebilir bazıları.

Deyiverirler o zaman adama: Bu memlekette resmi kurumlar da çalışıp da giyim kuşam kurallarına uymayan binlerce kişi var. Âmirleri bu kişilere ne gibi bir yaptırım uygulayabiliyor? Üstelik bu memlekette herhangi bir belgesinde – meselâ sağlık karnesinde- örtülü fotoğrafı bulunan binlerce insan var.

Sözü evelemeden gevelemeden söyleyeyim: Tahammül edemediğimiz insanları uzaya gönderip uzaydan yeni bir toplum getiremeyeceğimize göre “ortak payda”yı bulmak zorundayız.

 
Toplam blog
: 300
: 1022
Kayıt tarihi
: 13.06.10
 
 

Tarih, edebiyat, şiir, dil ..