Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 

23 Ekim '16

 
Kategori
Sosyoloji
 

Otorite seviciliği

Otorite seviciliği
 

Otorite sevici zinciri


Otorite ya da yetke; herhangi bir konuda bir şeyin yeterliliğine herkesi inandırarak bir kişinin kendine sağladığı itaat ve güven; hâkimiyet ve emretme gücü, Max Weber’e göre, belirli bir organizasyon mensuplarının istekli ve şartsız olarak üstlerinin talimatına uymaları, Henri Fayol’a göre ise emir verme ve itaat bekleme hakkıdır.

Yapılan deneysel çalışmalar, tutumun (Bireyin, belli durumlar sırasında, davranış şeklini önceden seçtiği zihinsel durum) davranıştan sonra geldiğini göstermiştir. İnsanlar ilk önce davranmakta, sonra tutumunu oluşturmaktadır. Zorlama ile bir iş yapan çocuk, o iş iyi ve yararlı olsa bile, o iş hakkında olumsuz yargı geliştirmektedir. “Çünkü iyi olsaydı, kimse beni zorlamazdı. Dolayısıyla bu iş kötü olmalı.” çıkarımı yapmaktadır.

İnsanların otorite karşısında ne derece zayıf olduğu, otoriteye itaat etme konusunda ne kadar ileri gittiklerini kanıtlayan en çarpıcı deneylerden birisi, Yale Üniversitesi’nde ünlü sosyal psikolog Stanley Milgram’ın gerçekleştirdiği deneydir. Bu deney ilk yapıldığında, büyük bir şaşkınlığa ve tartışmaya yol açmıştı. Deney, Nazi savaş suçlusu Adolf Eichmann’ın Kudüs’te yargılanmaya başlamasından üç ay sonra, 1961 yılında yapıldı.“Eichmann ve Yahudi Soy kırımında yer alan yüz binlerce kişi, sadece onlara verilen görevi mi yerine getiriyorlardı yoksa düpedüz savaş suçluları mıydılar?” sorusuna cevap arıyordu.

Milgram, insanların bir otoriteye itaat ettiklerinde, günlük hayatlarında yapmayı reddettikleri davranışları, otorite altında yapıp yapmayacağını denemek istiyordu. Milgram, açıklama yapmadan önce, psikologlardan, psikiyatristlerden ve kendi öğrencilerinden sonucu tahmin etmelerini istedi. İçlerinden hiç biri, deneye katılanların otorite karşısında deneklere 450 volt verebileceğini düşünmüyordu.

Oysa sonuç % 65’ti. Evet, deneklerin100 kişiden 65’i otorite karşısında elektrik şiddetini 450 volta kadar çıkartmıştı. Üstelik bu deney bazı etkenleri değiştirilerek defalarca tekrar edildi ama sonuç değişmedi. Katılımcıların ortalama % 65’i hiç tanımadıkları, kendilerine hiç zararı dokunmamış insanlara 450 voltluk elektrik vermeyi kabul etmişlerdi. Bu deneylerle Milgram, insanların, kendi vicdani değerleriyle çelişmesine rağmen, otoriteye itaat etmeye ne kadar yatkın olduklarını ispat etmişti. Sadakat, disiplin gibi masum görünen ve aslında çok değerli özelliklerin, yanlış yönlendirildiğinde nasıl yıkıcı olabileceğini göstermişti.

Bu araştırma çok ses getirdi, gazetelerde geniş yer buldu. Deney daha sonra çeşitli yerlerde ve farklı zamanlarda tekrar edildi. 1000 kişiyi bulan gruplarla, kadınlarla erkeklerle yapıldı. Sonuçlar, ilk deneyin biraz altında ya da üstünde olabiliyordu ama çok da farklılaşmıyordu.

Üstelik araştırma sadece ABD’de de yapılmadı. Farklı kültürlerde, örneğin İngiltere’de ve Avustralya’da deney tekrarlandığında itaat oranı, orijinal araştırmadan daha düşük olarak belirlendi ama yine de çoğunluk otoriteye itaat ediyordu. İspanya’da, Avusturya’da ve Almanya’da daha yüksek oranlar ortaya çıkıyordu. (Örneğin Almanya’da otoriteye itaat oranı % 85’i bulmuştu.) Batılı ülkelerin dışında örneğin Ürdün’de ise sonuçlar daha da yüksekti. (Milgram testi en son geçen yıl tekrarlandı, sonuçlar yine aynıydı.)

Kendi başlarına asla şiddete başvurmayacak insanlar, bir otorite altında, korkunç bir işkencenin parçası olabiliyorlardı. Yaptıkları işin yıkıcı sonuçlarını apaçık görmelerine rağmen otoriteye boyun eğiyorlardı.

Oysa otorite hepimiz için temel bir gereksinimdir. Otoritenin olmadığı yerde kaos olur. Her grubun, her organizasyonun otoriteye ihtiyacı vardır. Her şirkette birisinin öncelikleri saptaması gerekliliği vardır. “Emir ve kontrol” en yalın organizasyonlarda bile olmazsa olmaz bir unsurdur.

Çocuklar da yetişkinler de kendilerine yol gösterecek, güven verecek bir otoriteye ihtiyaç duyarlar. Çoğu insan, çocukluktan gelen bir alışkanlıkla, kendisini saygı duyduğu bir otoriteye gönüllü olarak teslim etmekten rahatlık duyar. Daha da ötesi kuruluşlarda ve toplumda otoritenin zayıflaması, parçalanması korku ve karmaşa yaratır.

Freud, hepimizin özdeşleşme ihtiyacımızdan hareketle otorite olarak belirlediğimiz kişinin ideallerini benimsediğimizi söylüyor. Bu yolla da yalnızlıktan kurtulduğumuzu, içinde bulunduğumuz grubun diğer üyeleriyle bağlantı kurduğumuzu öne sürüyor.

Üzerinde durulması gereken bir taraftan otoritenin olmazsa olmaz bir ihtiyaç olduğu diğer taraftan da hem otoritenin kendisinin hem de ona kayıtsız şartsız itaat edenlerin akıl dışı işler yapabilecekleri olasılığıdır. Bu deney, aynı zamanda ülkemizin durumuna da çok iyi açıklıyor. Otoriter figürlerinin olduğu yerlerde, insanlar rahatlıkla olumsuz davranışlarda bulunabiliyor. Kendilerini davranışlarından sorumlu hissetmiyor. Kamuoyu nezdinde suçlanan bir yönetici ise yaptığı davranışı verilen otoriter talimatla açıklıyor. Sorumluluğu otorite figürüne yükleyerek, kendisini sorumlu hissetmiyor. Şirketlerde otoriter müdürler, insanların sorumluluk almasını engellemekte sonra da “Kimse sorumluluk almıyor.” diye yakınmaktadır. Çocuklara ve dolayısıyla topluma öğretilemeyen etik ve olumlu davranışlar ile sorumluluğunu bilen ve inisiyatif alan bir kuşak ve toplum için, ihtiyaç duyulan otorite değil, demokratik bir yapıdır.

Tanınmış Rus anarşist, Anarşist düşünürlerin ilk kuşağının temsilcilerinden ve “anarşizmin babaları” olarak anılan düşünürlerden biri olan Mihail Bakunin “En başta, ilahiyatın ilaha zorbalığına, baş kaldırılmalıdır yeryüzünde kölelikten kurtulmanın yolunun bundan geçmektedir, Haydi, yıkıcı ve imha edici sonsuz ruha güvenelim, çünkü bu bilinmez ve sonsuz ruh, tüm hayatın kaynağıdır. Yıkma güdüsü, aynı zamanda yaratıcı bir güdüdür.” demişti.

Otoritenin tüm uygulamaları alçaltıcıdır ve otoriteye her boyun eğiş, aşağılanmadır. Var olan tüm dinsel, politik, ekonomik ve sosyal kurumlar yıkılmalı, Özgürlük, akıl, adalet ve emek temelinde evrensel toplum kurulmalıdır diye devam eder. Otorite kitabının yazarı Richard Sennett, Sadakat, otorite ve kardeşlik bağları olmaksızın, bir bütün olarak hiçbir toplum ve bu toplumun hiçbir kurumu uzun süre işlevselliğini koruyamaz, otorite toplumsal bir gereksinmedir, diyor.

Milgram’ın deneyi, Freud’un bireyin özdeşleşme ihtiyacı nedeni ile otoriteye kaçışını, Erich Fromm’un totaliter güçlere karşı yenilen, özgürlükten korkan bireyin özgürlüğü terk edişini, Bakunin’in anarşist tutumu ve ütopik söylemlerini dikkate aldığımızda;

Sahi biz toplum olarak otorite sevicisi miyiz?

Nizamettin BİBER

 
Toplam blog
: 887
: 2743
Kayıt tarihi
: 06.06.12
 
 

Yeni dünya düzensizliğinde insan olmaya çalışan ve okuyarak ne kadar cahil olduğunu gören, olayla..

 
 
 
 
 

 
Sadece bu yazarın bloglarında ara