- Kategori
- Sosyoloji
Gücün asıl sahibi kim?
Dünyanın kafası karmakarışık. Her yerde huzursuzluk var. İnsanlar bulundukları her yerde birşeylere baş kaldırıyor, itiraz ediyor. Doğrular ve yanlışlar birbirine karışmış durumda. Birinin doğrusunun diğerinin yanlışı olduğu yerde çatışma başlıyor. Kuşkusuz ki bilgi ve kültürün bir birikimi olan hoşgörü ve anlayışın olmadığı yerde, çatışmanın sonucu hiç tartışmasız kavga ya da savaş.
İnsanoğlunun kendi isteği ile kabul ettiği kölelikten yine kendi isteği ile kurtulmasının üzerinden henüz iki yüzyıl bile geçmedi. Artık kendi ayakları üzerinde durabileceğini anladığından bu yana itiraz etmeye, başkaldırmaya başladı. Önceleri savaşlar imparator, krallar ya da padişahların toprak kazanma istekleri üzerine yapılırken, başkaldırılarla birlikte bu kez bağımsızlık savaşları başladı. Dünyanın her yerinde bağımsız ve kendini yönetebilen ülkeler oluştu. Başlangıçta topluluk halindeyken bağımsızlık türkülerini korkmadan söyleyebilen insan, tek başına kaldığında itiraz ve başkaldırı sözcüklerini kullanmaya korkuyordu. Zamanla kendini tanıyıp gücünün farkına vardığında, bu kez bireysel bağımsızlığını keşfetti. Böylece tek başına itiraz eden, tek başına başkaldıran insan ortaya çıktı. Bu durum demokratik toplumlarda karşılık bulurken, farklı ses çıkarmanın yasak olduğu yerlerde sessiz çığlıklara dönüştü.
Hegemonik güç isteği, insanoğlunun içgüdüsel ve varolduğundan bu yana vazgeçemediği bir özelliği. Bilinen tüm tarihsel geçmişte, hep bu güçlerin savaşımı olmuş. Aynen günümüzde olduğu gibi. Önceleri bu güce başkaldırı bir bağımsızlık savaşımı olarak adlandırılmış. Bugün ise, bağımsızlık savaşımı altında egemen güçlerin paylaşım savaşına dönüşmüş durumda. Ve ne yazık ki bu savaş, insanoğlunun keşfettiği bireysel bağımsızlık ya da özgürlük kavramını kendine alet ediyor. Egemen güç, başkaldırı yeteneğini keşfeden insanı kendine bağlayabilmek için yeni yollar buluyor. Bunun en uygun ve geçerli yolu, inanç üzerinden insanı etkilemek. Bir yandan bağımsız ve özgür olduğu hissini yitirmemesini sağlarken, diğer yandan doğaüstü güçler aracılığı ile beynini teslim alıyor.
İnsanoğlunun kafası bu yüzden çok karışık. İki arada bir derede kalmış durumda. Doğan çocuğunu sevgiyle kucaklayıp onun varlık içinde, özgürce ve mutlu bir şekilde yaşaması için neredeyse kendi canını verebilecekken; kabul etmek durumunda olduğu inancı nedeniyle, kendine karşıt olduğunu yargılamadan kabul ettiği başka anne, baba ya da çocukları, gözünü kırpmadan öldürebiliyor. İşte, egemen gücün istediği de bu. Bu güç, kendi isteğine ulaşabilmek için her yolu kullanabilecek kadar ahlaksız. Daha doğrusu, hangi çağa ve anlayışa göre olursa olsun; temelinde koruyucu, saygılı ve anlayış içeren ahlak kavramını kendi içinde yok etmiş. Dahası, onun için ahlaklı olmak, kendi isteklerine ulaşabilmek için gittiği yola uyum sağlamak, itiraz etmemek, başkaldırmamak.
Ortadoğu, tarih boyunca hiç rahat duramamış insanların bulunduğu bir coğrafya olagelmiş. Olasılıkla da, hep böyle olacak. Tarihin en eski yazılı belgelerinde hep savaşlar var. Kurulan uygarlıkların hiç biri uzun ömürlü olmamış. Savaşlar kendi içlerinde nefret ve kini öylesine barındırmış ki, kimi toplumlar arkalarında iz kalmamacasına tarihten silinmiş. Arkeolojik geçmişe bakıldığında, bazı zamanlarda doldurulmayı bekleyen ciddi boşluklar var. İnsanoğlunun tarih öncesindeki, belki de haklı nedenlere dayandırılabilecek savaşma içgüdüsü, bu topraklarda hiç ama hiç bitmemiş. Bilinen tarih içerisinde, uygarlığın beşiği olan Mezopotamya ve onun Anadolu topraklarına yakın olan parçası, Finikeliler aracılığı ile bilgi ve kültürü dünyaya taşımış. Ki, Yunan uygarlığının aslında Mezopotamya uygarlığından esinlendiği yavaş yavaş anlaşılıyor. Ama yıkma ve yok etme kültürü, kendi yarattığı uygarlığı da ortadan kaldırmış. Ve belki de en önemlisi, yıka yaka oradaki insan kendini, kişiliğini, anlamını kaybetmiş paramparça olup onlarca, yüzlerce parçaya bölünmüş. O yüzdendir ki, bu coğrafyada, aynı kentte, farklı mahallelerde, farklı inanışlarda insanlar olmuş.
Böyle bir bölge, egemen güçler için dayanılmaz istekler taşıyor. Dünyada bilinen ne kadar egemen güç varsa, hepsi burada. Toplumların tarihten gelen ayrışmaları hegemonik güçler için arayıp da bulamadıkları bir ortam. Buraya her türlü tohumu ekip istedikleri ürünü kolayca alabilirler. Alıyorlar da. Burada, insanlar hem özgür olduklarına inandırılabilir ve hem de inançları uğruna başkaldırmaları konusunda çok kolay ikna edilebilir. Artık genlerine işlemiş olan geçmişten gelen rahatsızlıkları, egemen güçler amaçlarına uygun bir şekilde istedikleri gibi kullanabilirler. Buradaki savaşın bitme zamanı, egemen güçlerin paylaşımları konusunda karar birliğine varmalarına bağlı.
Kendisi bir güç olmayan, dünyada egemen güç olabilmek için gerekli koşulları sağlamayan her kim bu topraklardaki savaşa bulaşırsa, önüne çıkan her engeli öğüterek yok eden asıl güç onu da tarihin çöplüğüne hiç acımadan atacaktır. Ve o yüzdendir ki, bu ülkenin sınırları çizilirken bu tarihsel gerçek sanki doğaüstü bir güç tarafından gösterilmiş, Anadolu toprakları, üzerinde yaşayan insanları ile geleceğini bu hastalıklı geçmişten arındırarak yoluna devam etmiştir. Bu tarihsel gerçek yolumuzu aydınlatan ışık olmalıdır.
Prof. Dr. İrfan Serdar ARDA
Çocuk Cerrahisi Uzmanı