- Kategori
- Öykü
Öykülerle Yolculuk'tan seçtiğim bir bölüm

öykü demeti
Neyse Hacı Osman amca; benim deyimimle ‘Şeker Osman amca’ alışkın tavırlarla yatağına kurulsa da bir kere pirelenmişti. Kendini anlatırken ikide bir gözü balkona bakan kapıya kayıyor Hastafendiye “bak gece iyi bekle ha. Azrail gelir beni sorarsa yok de” diye espri yapmaya çalışsa da ölüm korkusu, daha doğrusu ölen birinin yatağında yatıyor olmanın verdiği tedirginlik onda şekerlik fala bırakmamıştı. Artık herkes Hacı Osman’ın korkusuyla eğlenmekten kendi korkularını unutmuştu.
Zaten hep öyle değil mi? Başkasının felaketinden kendilerine mutluluk çıkarma daha doğrusu kendi sıkıntılarına avuntu bulma en belirgin toplumsal özelliğimiz değil mi?
Adına ‘Dedikodu’ dediğimiz, kimi sosyologların gerçeği gizlemek, yani aydınlanmamış toplumsal yapımızı unutturmak için ‘toplumsal ihtiyaç’ diye yutturmaya çalıştığı bu kaynağı hiç bilinmeyen, daha doğrusu hiç bilinemeyecek olan bilgilerle sürekli başkalarının özel yaşamlarını didikleme alışkanlığımızla birçok yaşamları olumsuz etkileme pahasına bilgisiz sürekli görüş bildirme… Yaşamımızın tüm alanını alan tv de izlediğimiz dizilerde ifadesini bulan gerçek dışı daha doğrusu yalana, dedikoduya dayalı hayatlara olan aşırı ilginin kaynağı ve bu özelliğimizi pazarlayan kendi ellerimizle zengin ve meşhur ettiğimiz dizi oyuncularını kendimizle özleştirme merakımızın nedeni bu değil mi?
Nedense birçok bilim insanı sosyolog buna toplumsal aydınlanma yaşamamış olmanın neden olduğu bir toplumsal özellik olduğunu vurgulamaktan kaçınıp cehaletin ürünü olan yalana dedikoduya pirim veren dizileri toplumun stres atmasına yaradığı için yararlı bile görürler. Sanırım bu da aydınlanma yaşamamış toplumların bilim insanlarına özgü bilim dışı bir özellik oluyor.
Aslında bu sadece bize özgü gibi görünen yalana dedikoduya pirim verme durumu aslında aydınlanmamış bütün toplumların en temel özelliğidir. Bu toplumların dedikodu ve yalanı kullansa da en zararsız olan yanları öykülerle aktarılanlardır. Yoksa ‘Töre, adet vb’ tanımlarla toplumda genel kabul gören, sadece kadınların değil, herkesin kısacası aydınlanmamış olan yaşamı çok sınırlı kelime bilgisiyle anlamaya çalışan, anlayamayınca da abartıya, yalana sarılan bana göre bizim toplumsal yapımızın da en zararlı yanı bu ‘dedikodu’ diye tanımladıklarımızdır.
Öyle ki; özellikle siyasetçiler toplumsal yapının bu yanını çok iyi kullanarak o toplumu parçalara ayırıp yönetmeyi çok iyi becerirler.
Bu toplumsal parçalanma için bizde benzine yapılan zammı ‘ben araba kullanmıyorum kullanan düşünsün’ veya sigaraya içkiye yapılan zammı ‘ben içmiyorum içen düşünsün’ şeklinde tepkileri veya maaşa yapılan düşük zammı protesto eden çalışanlara işsizlerin ‘o parayı beğenmiyorlarsa bıraksınlar. Ben o paranın yarısına çalışırım’ demesi gibi duyarsızlık içeren tepkiler ‘ki bunlar uzatılabilir’ örnek olarak gösterilebiliriz…
En son AKP iktidarının insanların yaşam alanlarına, neyi nasıl yaşayacaklarına kadar varan kimi uygulamalarına toplum olarak duyarsız kalınması veya İstanbul’un yaşam alanı olan Beyoğlu’ndaki kimi düzenlemelere, en son Taksim Gezi Parkı düzenlemesine gösterilen yurttaş tepkisinin geniş halk kitlelerince yeterince anlaşılıp destek verilmemesi bunun belirgin örneğidir. Sebebi de o kitlelerin bu yaşananların yeterince farkına varamamasındandır.
Herkes bu durumun farkında gözükse de kaynağı yalan veya belirsizliğe dayanan dedikodular yaşamın en önemli zamanını işgal eder. Hacı Osman’ın kısa süre önce vefat eden Temur efendinin yatağından duyduğu tedirginliği oda arkadaşlarının eğlence kaynağı haline getirmesi Hastafendiyi ve beni bunları düşündürdü.
Geldiği günden beri çalımıyla çok sevimsiz olan Bingöllü bile keyfe gelmiş, suskunluğu gitmişti. Hastafendi daha sonra konuştuğu Bingöllünün de töre kurbanı olduğunu öğrenmişti. Ailesi töre gereği işledikleri bir cinayeti Bingöllünün üstlenmesini istemişler. O sıra on dört yaşında olan Bingöllü ailesinin, daha doğrusu babasının bu isteğini kabul ettiği için çocuk yaşta hapse girdiğini anlatmıştı. O sırada sübyan koğuşuna konduğunu söylemiş. Nedense hiç sorulmadığı halde ‘oralarda kendini koruduğunu’ söylemişti. Onun bu kendiliğinden tepkisi Hastafendiye onun o sübyan koğuşlarında hiç de kendini koruyamayıp, çok sıkıntılar yaşadığını düşündürmüştü.
Bilen bilir özellikle Doğu ve Güneydoğu’da bu töre belası çok canların yanmasına, çok küçük yaşta pek çok çocuğun bu törelerin uygulanmasında görev alıp çok küçük yaşlarda çocukların cezaevleriyle tanışmasına oralarda korumasız çok büyük güçlükler yaşamasına neden olmuştur.