- Kategori
- Kent Yaşamı
Öylesine bir gezi.

Yeşilköy' de geziyorum. Adı gibi yeşil, ama köy değil; şehir.
Henüz, yaprakları sonbahara yenilmemiş ağaçlar, bahçeleri güllü, çiçekli apartmanlar...
Sırf yürüyüş olsun diye yürüyen biri iki insan, ipiyle sahiplerine irtibatlı bir iki köpek, çöplerden kağıt toplayan yanık yüzlü bir kadın ve ana caddeden akan trafik... Bunlar olmasa, "terkedilmiş veya sokağa çıkma yasağı getirilmiş bir belde" sanılabilir.
Yeşilköy'de geziyorum.
Evlerinin kapısından çıkıp, arabalarına doğru giden tek tük insanlar. Kadınlar, erkekler, delikanlılar, kızlar... Çok dikkat çekici görünmüyorlar. Üzerlerinde abartılı kıyafet ve aksessuarlar yok. Çünkü varlıklarını kanıtlamaları gerekmiyor. Onlar zaten bulundukları yer itibariyle kendilerini kanıtlamışlar. Delikanlısı veya genç kızı; ikisinin de arabası var, parası var, kendini Layla'ya davet edecek sevgilisi var... Niye yarışa girerek yıpransın ki? Ulaşamayıp ta hayalini kuracağı bir şey mi var?
Peki, Yeşilköy'dekiler böyledir de, sıradan semtlerin genç erkekleri; metro seksüellikte, küpe takıp, garip sakallar bırakmakta ve jöle kullanmakta neden birbirleriyle yarış halindedirler? Neden bizim mahallelerin genç kızları düşük bel pantolon, göğüs çatalını ve göbeğini ortaya çıkaracak tişört giymekte, abartılı makyaj yapmakta, bol aksessuar takmakta ısrar ederler?
Çünkü varlıklarını kanıtlamak için, bedenlerinden ve ona giydirdiklerinden başka bir şeye sahip değiller. Bol paraları, arabaları, kendilerini Layla'ya davet edecek sevgilileri yok. Onlar da, yokluğun verdiği bu ezikliğin, bu sıkışmışlığın acısını; sınırları zorlayarak, geleneklere baş kaldırarak çıkarmaya çalışıyorlar. Hele genç kızlar, böyle yaptıklarında, üzerlerine yönelen bakışlarla değer kazandıklarını sanıyorlar. Böylece farkedilmenin hazzını yaşıyorlar.
Halbuki üzerlerinde dolaşan gözlerin sahiplerinin, kendilerine niye bu kadar dikkat ettiklerini bilseler; kusacalardır. Gösterilen itibarın kişiliklerine değil, dişiliklerine yönelik olduğunu anlasalar uyanacaklar ve yaptıklarına pişman olacaklardır. Bilmiyorum belki, herşeyin farkındadırlardır da anlamazlıktan geliyor, bilmiyormuş gibi yapıyorlardır. Sonuçta şöyle veya böyle birer ilgi odağı oluyorlar ya!
Yeşilköyde gezerken düşünüyorum. Niçin, bizim semtlerin sokakları baştan sona top oynayan çocuklarla dolu, diye. Acaba çocuk mu çok, oyun oynayacak yeterli alan mı yok? Hadi, oyun yeri yok kabul edelim. Yeşilköy'de sanki adım başı oyun alanı mı var? Ne gezer! Ama ailelerde çocuk sayısı az, evlerde onlar için ayrılmış odalar var. Bizim tarafta ise çocuk çok, konutlarda da onları barındıracak kadar yer yok. İster istemez, ver elini sokaklar!
Yeşilköy'de geziyorum, gezerken de düşünüyorum. Acaba "ben de burada yaşamak ister miydim?" diyorum. Haftanın en az üç günü iş yemeklerine, sırf toplanmış olmak için düzenlenen toplantılara, küresel ısınmaya ve çevreye hiç bir faydası olmayan, "küresel ısınma ve çevre" konferanslarına katılmak ister miydim? Gravatımı hiç gevşetmeden, ayakkabılarımı hiç çıkarmadan, arada bir bağdaş kurup oturmadan yaşayabilir miydim? Hayır...
Ama çok param olmasını arzu ederdim..
Kaliteli bir arabaya, bahçesinde çiçekler ve ağaçlar olan geniş bir eve, büyük ekran bir plazma veya LCD televizyona, güzel eşyalara sahip olmak isterdim.
Bana, "Bre gafil ! Sen bunlara sahip olduğunda zaten Yeşilköy'e yerleşmişsin demektir. Adam mı kandırıyorsun?" demeyin. Bunlara sahip olsam da, Yeşilköy'de yaşamasam olmaz mı?
Not: Sağ kulağım işitme yeteneğini kaybedeli, 5.1 ses sisteminin benim için hiç bir anlamı kalmadığından, bu düzeneği, isteklerim arasına sokmadım.