Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

20 Şubat '09

 
Kategori
Anılar
 

Öylesine bir yazı

Öylesine bir yazı
 

Yenice'nin En yaşlı öğretmeni; M. Kani CAN.


Bazen öyle bir hüzün yükleniyorum ki…
Ne yapacağımı, bende bilemiyorum.
Dönüp geriye bakıyorum. Sanki hiç yol almamışım. Önümü görmek için gözlerim yetmiyor.
Ne zaman başladım ben öğretmenliğe? Ne zaman tükendi bu yıllar. Hesap hatasız 30 yıl olmuş.
Öğrencilerim gördüklerinde elimi öpüyor. Kimisi çocuk sahibi olmuş.
Küçücükten alıp, mezun ettiğimiz bir kızımız, evlenme davetiyesi gönderdiğinde, diyorum:
“Ne zaman büyüdün?”
Ben büyümek istemiyorum. İstemiyorum da, zaman bana(kimseye) torpil yapmıyor.
Elli yaşını geçtiğimi, hatırlamak hiç işime gelmiyor.
Benden küçük birine, “abi-amca-dayı” diyebiliyorum. Demek ki yaşlandığımı kabullenemiyorum.
Komşumun küçük oğlu bana “dede” dese de önemli değil.
Hoş bir duygu.
İnsanların yüzlerine baktığımda, bazı insanların yaşı benden küçük olsa da yüzlerindeki çizgilerin bin yıllık olduğunu görüyorum…
Genç denilebilecek insanlar yıkılmışlar, hayatın yükü altında.
Virane olmuşlar.Talan olmuşlar.
Ne yapalım hayatın gerçeği bu… deyip geçiyoruz.
Her şeye rağmen yaşamak, her yaşta yaşamak…
En güzeli bu olsa gerek.

**
Ben bu yazıda birbiri ile bağlantısı olmayan konular yazacağım.
Yenice’nin en yaşlı öğretmeni “M. Kani Can, ” öğretmenevi lokaline girdiğinde, ben kesinlikle orta üçe giden bir çocuk olurum.
Geçmişi anlatır bize bazen öğretmenim.
Ben dinler ve gizli gizli not alırım.
Aşağıda yazacağım, Atatürk’le ilgili iki anıyı, “M. Kani CAN” öğretmenimden dinledim.

**
Atatürk, İran Şahı ile Çakır Köyü başındaki çeşmede mola verince, Çakır İlkokulu öğretmeni öğrencileriyle karşılama törenine katılmış. Atatürk’e “hoş geldiniz” deyip elini uzatmış. Atatürk öğretmenin elini sıkmamış. Bir kaç dakika sonra öğretmeni yanına çağırmış.
—Hoş bulduk, ”Hocam”, deyip elini uzatmış. Öğretmenin elini sıkmış. İlk baştan çok üzülen ve utanan öğretmeni bir kenara çekerek özel görüşmüş, demiş ki;
—Hocam, siz çok önemlisiniz. Büyükler el uzatmadan, küçükler el uzatmaz. Siz hem öğreneceksiniz, hem de öğreteceksiniz.
Hem öğrenmek, hem de öğretmek; “bilge” olmanın kurallarından biridir.
Atatürk ve İran Şahı’nın mola verdiği, Çakır Köyü halkı ile ilkokul öğrencilerinin Atatürk ve misafirini karşıladıklar çeşme, Yeniceli işadamı “İbrahim Bodur” tarafından yaptırılarak ”Gazi Çeşmesi” adını almıştır. (27 Temmuz 1977)

**
Atatürk ve İran Şahı, (15 Nisan 1934) Balıkesir’den Çanakkale’ye gelirken Alancık Köyü’nün içinden geçiyorlar.
İran Şahı, çatıları çavdar sapı ile örtülmüş, pencereleri küçük ilkel bir yapıdaki derme çatma kulübelerin ne olduğunu soruyor.
Atatürk;
“Köylerinden yaylaya çıkan çobanların kaldıkları yerler, ” diye cevap veriyor.
O günlerden, çavdar saplı çatısı olan evleri hatırlayan fotoğraflarını gören var mı?
O günden bu güne çok yol aldık çok.
Çatısı, saptan samandan evler yok artık.

**
Çok yol aldık çoook…
Mimari de önümüzde kimse duramaz(!).
“Selçuklu” ve “Osmanlı” mimarisi karşısında “bir adım” ileriye gittiğimizi zannetmiyorum.
“Mimar Sinan’ın” bir eserini görmek, Osmanlı döneminin mimari yapısını ve güzelliğini bana anlatmakta yeterli kalıyor.
“Çanakkale-Balıkesir arasındaki yol, ” cumhuriyetin ilk asfalt yolu.(Hala kullanılıyor. Yenice-Balıkesir arası yol hiç değişmedi. Batının en kötü yolu. Böyle bir yol başka yerde yok.İlk asfalt yol diye belkide kormaya aldılar.(!) )
Çapa kürekle yapılmış. Bilek gücüyle.
Yolun iki yakasına çınarlar dikilmiş.
Birçok köprü yapılmış. Balkanlar’da köprü ustaları getirilmiş.
Belki de gelenler, “Mostar Köprüsü’nü” yapan ustanın çırakları.
Bu yolda onlarca köprü var. Hepsinin kemeri ve mimari yapısı farklı.
Gidin görün “Agonya Köprüsü’nü.”
Şimdiki zamanda “Kalkım-Reşadiye Köyü” arasına bir köprü yaptılar. İki günde köprü, yamuldu, büküldü. Acayip bir şey oldu. Belki de dünyanın “en gülünç köprüsü” bu köprü. Mimarını, yapan ustasını kutlamak lazım(!).
“En Gülünç Köprü, ” Çanakkale/Yenice ilçesinde.
Duyduk, duymadık demeyin.

**
Yurdumuzda hangi kente giderseniz gidin. Şehiriçindeki yollara, setler (engeller) yapıldığını görürsünüz. Okul, hastane önleri ve kavşak ağızları her elli metrede bu setlerle doludur. Amacı nedir bu setlerin?
Araçların yavaş gitmesini sağlamak(!) Araçların hı-zı-nı kes-mek.
Bu setleri belediyeler mi yapıyor?
Hayır, belediyeler değil. ”Bizler yapıyoruz”
Yollarda adam gibi araç kullanmıyoruz.
Şehir içi hız sınırı belli olduğu halde, bizler son sürat gidiyoruz. Birde bağırıyoruz.
Bu setleri niye yaparlar ki? Diye…
“Kuralsızlık” bizim “kanımıza” işlemiş.
Biz hak ediyoruz bu setleri. Bize müstahak bu setler.
Kimse bağırmasın.

**
Tarihte en iyi yolları “Romalılar” yapmış. Biz yol yapımında sınıfta kalmış bir milletiz.
Her yıl aracınıza, “karataşıt vergisi” ödersiniz. Devletin yolunu kullanıyorsunuz/ kullanıyoruz. Ödememiz gerekir. Gel gör ki, çukuru olmayan, trafik işaretlerinin tam olduğu bir yol görmedim.
Allaha emanet yollar.

Bizde, emanet yolların üstünde “yola devam.”

**
Okullarımızda, sabahları “yarım saat” kitap okuma etkinliği yapılıyor.
Destekliyorum. “Okuyan toplum çağdaş toplumdur.”
Zaman zaman okuduğum kitapları tekrar okurum.
Şark Klasiklerinden, SADİ’nin “BOSTAN” adlı eserini tekrar okudum.
Bu kitapta kısa kısa öyküler var. Ders verici.
Deveye yavrusu soruyor.
-Anne senin hiç işin yok mu? Durmadan çölleri geçiyorsun. Yeter artık, çölleri geçip durma.
Deve:
Ne yapayım, yavrum. Yular bir eşeğin elinde. Mecbur geçiyorum. Yulardan bir kurtulsam, vallahide billahi de geçmem.

**
Deve doğru söylüyor. Dünyanın yuları da, hep eşeklerin elinde.
Çekiyorlar yularından Dünya’yı.
Bu güzelim “Dünya’nın, ” nereye gittiği belli değil.
Önümüzde çöl olduğunu bilsek, tedbir alırız.
Önümüzü göremiyoruz ki…
Hele ben! Önümü hiç göremiyorum.

Önünü gören varsa, koluma girsin.
Birlikte ilerleyelim.

 
Toplam blog
: 420
: 1641
Kayıt tarihi
: 19.12.08
 
 

1957 Çanakkale/Yenice doğumluyum. Öykü ,deneme, şiir yazarım. Yazdığım bir çok şiirin bestesini d..