Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

26 Mart '07

 
Kategori
Felsefe
 

Pamuk prenses ve yedi cüceler - Yarım kalmış dilek

Pamuk prenses ve yedi cüceler - Yarım kalmış dilek
 

Eksik Dilek

İnsanlar binlerce yıldır bir düşünceyi açıklamak için birçok yollar denemişlerdir. Bir düşüncenin anlatımını kademeli bir şekilde insanların anlayışlarına ve olgunluklarına göre birtakım kalıplar içine koyup sunmuşlardır. Özellikle ezoterik, gizli kalması gereken birçok bilgi sembollerle anlatılmıştır.

Bir sembol anlatmak istediği fikri, bir şeyi bir şeye benzeterek ve onun içinde kaybederek anlatma tarzıdır. Genel olarak ele aldığımızda, sembollerle anlatma çok evrensel bir öğretim metodudur. Sembol öyle bir ifade şeklidir ki ifade ettiği bilginin başını ve sonunu bir arada bulundurabilecek güçtedir. O hem apaçık, hem de kapalı ve anlaşılmaz durumdadır. Çünkü “sembol gizleyerek açıklar, açıklayarak gizler”. İçinde yaradılışa ve insana ait sırları saklayan semboller evrensel bir özellik taşırlar ve toplumdan topluma değişiklik göstermezler. Bu sembollerle öğretme sisteminden; bütün dinler, mitolojiler, felsefeler yararlanmışlardır. Dünya üzerinde varolmuş tüm dinler bu ortak dil aracılığıyla çözümlenebilirler. Masallar da bu dil ile yorumlanmalıdır. Hepimizin bildiği masallardaki devler ve canavarlarla savaş, susuz kalan ülke ve yedi başlı canavar, pamuk prenses ve yedi cüceler, Alaaddinin lambası acaba neyi anlatmak istiyorlar hiç düşündünüz mü? Herşey bir masaldan mı ibaret acaba?

Ergenekon destanlarında anlatılan demirden meydana gelmiş büyük dağların birçok körükle eritilmesinden ve bir kurt’un yol göstericiliğiyle oradan çıkabilen insanların yaşadıkları anlatılır. Acaba burada bahsedilen kurt, bazılarımızın zannettiği gibi uluyan bir kurt hayvanı mıdır? Kuran’ı Kerimde kehf süresinin 96 ayetinde geçen demirin körükle eritilmesi olayının, Ergenekon destanında da aynen geçmesi bir tesadüf müdür, ne anlatılmak isteniyor aynı olaylarda?

Bugün sizlerle Pamuk Prenses ve Yedi Cüceler masalının altındaki gerçekleri paylaşmak istiyorum. Bu bakış açısıyla analiz ilk defa tarafımdan olmaktadır. Daha önce bu şekilde hiçbir yerde başka birileri tarafından açıklanmadı en azından ben bilmiyorum. Bu masalın herkesin evrim seviyesine göre ve yaşanan zamana göre yüzlerce açıklaması ve sakladığı sır vardır. Bugun bu sırlardan bir tanesini açıklamaya çalışacağım. Genelde masallar insana ilişkin sırları açıklar.

“Bir kış günü bir kraliçe pencerenin önünde dikiş dikerken iğne eline batmış. Hemen bir parça pamukla elinden akan kanı silmiş. Keşke demiş kraliçe " teni şu pamuk kadar beyaz, dudakları kan damlası kadar kırmızı ve saçları şu pencerenin pervazı kadar kara bir kızım olsa."

Bir gün kraliçenin dileği yerine gelmiş. Bebeğine Pamuk Prenses adını vermiş. Ne yazık ki, kısa süre sonra ölmüş. Kral zaman içerisinde yeniden evlenmiş.

Karısı güzel bir kadınmış ama cok iyi kalpli değilmiş. Bütün gün aynanın karşısına geçip, "Ayna ayna dile gel, söyle bana kim daha güzel " diye sorarmış. Ayna da şöyle cevap verirmiş; "Bundan kuşku duyan var mıdır bilmem, tabi ki en güzel sizsiniz kraliçem."

Dilek dilerken şeytanın bir oyunu var. Şeytan hazırladığı oyunda şunları yapıyor; En ince ayrıntısına kadar detayları kuruyor ve öyle bir istekte bulunuyor.

Bizimde herhangi bir dilekte bulunurken onu en ince ayrıntısına kadar dileyerek söylememiz gerekiyor. Olayı anlatıyorum; “Benim siyah saçlı, beyaz tenli, kırmızı dudaklı böyle bir kızım olsun dileği yerine evet benim böyle bir kızım olsun bu da bir dilek ama ben onu sevgiyle büyüteyim, o da sevgiyle büyüsün sağlıklı olsun, çok güzel bir aile olalım ve torunlarımızı görebilecek kadar huzurlu yaşayalım. Ona gerçekten iyi bir anne, baba olabilelim bu konuda kendimizi geliştirebilelim. Torunlarımızı da görüp sevgi içerisinde onların ellerini tutarken bu dünyadan ayrılalım.”

Yani bir dileği sonuna kadar dilemek gerkir. Detaylandırarak dilemek gerekir. Diyelim ki bir proje hazırlıyorsunuz bir iki başlığı atıp öylece bıraktıgınızda bu proje olmuş mu olacak. O başlıkların içini doldurmanız gerkmiyor mu? Bir iş yaparken o işin gerisini kurmanız gerekiyor. Hayal etmeniz gerekiyor yada istemeniz gerekiyor. Seçim yapmanız gerkiyor. Bizler günlük hayatımızdaki dileklerimizde de bu kadar ayrıntılı dilemiyoruz degil mi? Belki dileklerimizin daha da ayrıntısı daha da gerisi var ama biz bu kadarını biliyorsak en azından bildigimiz kadarını iyi dilemeliyiz.

Pamuk prenses masalındaki kralice dileği dileyen konumundadır. Bu olayın çok önemli kısmı ve başlangıcı buradadır. Hiçbir alternatifi yokmuş, hiçbir hatası yokmuş gibi görünen aslında cadıdan daha suçlu olan kraliçedir. En suçlu kraliçedir. Çünkü dileği dilerken eksik diliyor.

İnsanların dilekte bulunmaları için tabi ki ellerine iğne batması gerekmiyor. İnsanlar herhangi bir şekilde bir yere bakarken de örneğin, “keşke benimde şöyle bir bahçem olsa” diyor. O kadar diyor ama onun gerisi gelmiyor. Bazen sizler de benim bir aşkım olsun demez misiniz? Hayatımda çok güzel bir aşk olsun dediğinizde ne demek? Karşınızdakinin sizi çok düşünmesi yada sizin onu her an düşünmesi ve birbirinizi göremeden yapamamanız gibi olayları düşünürsünüz. Ama ya sonu sonunu getirmezseniz ne olur? Ben söyleyeyim ya karşınızdaki sizi bırakır ya bir kaza olur ya bir hastalık olur yada başka bir ayrılık. Yani sizler oyunun sonunu şeytana bırakmış olursunuz o da istedigi hamleyi yapmakta serbestir. Onun için sizin de oyunun sonuna kadar planınızı yapıp öyle bir dilekte bulunmanız gerekir.

Tekrar masala dönecek olursak, kraliçe bir dilekte bulunmuştur ama kraliçenin sadece kızının doğması onun dileği. Ondan sonrası için karşı tarafa bir hamle bırakıyor. Burada anlatmak istediğim oyunu bir satranç tahtasına benzetirsek oyunuda satrancı da oynayan insanlar. Konuyu daha iyi açıklayabilmek adına yaşamımızdan bir örnek daha vermek istiyorum. “Benim bir menekşe çiçegim olsun” diye bir dilekte bulunduğunuzu varsayalım. Benim menekşemin olabilmesi için güneş alan bir evimin olması gerekir. Menekşenin iyi bir toprağı olması gerekir. Benim çiçekleri sevmem gerekir. O yüzden evimde bir menekşe istiyorsam söyle bir dilekte bulunursam. Sadece “iyi bir menekşem olsun” dersem. Şeytna karşı satranç oyununda sen hamleni sürüyorsun “iyi bir menekşem olsun” hamlesi. Karşı tarafta düşünüyor. Karşı taraftan da şeytan diyor ki, “pekala bende şunu diliyorum o zaman, kötü bir toprağı olsun, evi güneşsiz olsun. Bu kişinin içindeki çivek sevgisi bitsin. Şu olsun bu olsun” deyip karşı hamleyi yaptığında senin çiçeğin ölüyor.

O yüzden negatif ile pozitif bir santranç oyunu gibi oynarlar oyunu. Bu çok önemli bir ayrıntıdır. Bunu iyi farkederseniz bu işlerinizde yaşamınızda herşeyinize denge getirebilir. Örneğin önümüz yaz bütün hepimiz fazla kilolarımızdan kurtulmak isteriz değil mi? Bikinilerimize, şortlarımıza daha iyi sığalım ve deniz kenarında çevreyi rahatsız etmeyelim isteriz estetik açıdan. Zayıflama dileğimiz şöyle olmalı; “Bir anda zayıflayayım ama bu sağlıklı olsun, zayıflamanın arkasından hasta olmayayım yada sevdiklerimin, akrabalarımın, arkadaşlarımın ölmesi yada hasta olmaları ile üzüntüden zayıflamayayım. Gün içerisinde güzel bir şekilde zayıflayayım. Üzüntü olmadan, saglıklı bir şekilde zayıflamayı seçiyorum. Bunun tersi olacaksa bu zayıflama olmasın.” Allahtan böyle bir istekte bulunduğumuzda bu konudaki negatifligin içeri girmemesini istediğinizde yapmış oldugumuz hamle ile negatigin karşı hamle yapmasının onünü kesmiş olursunuz.

Masalımızdaki kral ne yapıyor? Kızının daha iyi yetiştirilebilmesi için ve kendisinin daha iyi bir yuvaya kavuşabilmesi için, ülkenin kraliçesiz kalmaması için birisi ile evlenmeye karar veriyor. O kadar, masalın bu kısmında kralın evlenmesi bu kadar basit. Kral yeni bir kraliçe ile evlendi ama şu şu özellikleri olan bir kraliçe aradı demiyor masalda. Sadece güzel bulduğu birisi ile evlendi. Aslında kral ve kraliçe ne kadar birbirlerine uygunlar. Ölen kraliçe durduk yerde eline iğnenin batması ile pat diye bir istekte bulunmuş gerisini hiç düşünmemiş. Kralda pat diye bir istekte bulunuyor ve gerisini düşünmüyor. Kraliçe ile evleniyor.

Kraliçenin bütün gün aynasının karşısına geçip “Ayna ayna dile gel, söyle bana kim güzel” diye sorması da şu demek oluyor.

Masalın burasında yeni kraliçe kötü olan bölümü, şeytanın karşı hamlesini temsil ediyor. Şimdi bunun karşı hamlesinde ne oluyor nefis ruh kadar güzel değil. O yüzden kendi içinin çirkinliğini farkedemese de o çirkinlik aynaya vuruyor ve bir türlü güzelliğinden tatmin olamıyor. Örneğin bazı insanlara bakacak olursak, güzel olabilmek için ellerinden gelen herşeyi yapmaya çalışırlar. Çünkü bazısına da bakarsınız bakımlı falan niye değildirler? Kendilerini çok güzel bulurlar çünkü içindeki güzellik onun kendisinin güzel olduğuna inandırmıştır.

Masaldaki ayna sunu anlatıyor. Kendi içindeki aynaya bakıp sürekli çirkin olduğunu düşünüyor. O yüzden de “En güzel ben miyim” diyor. Yani aslında şunu demek istiyor; “En kötü ben miyim?”

“Günlerden bir gün ayna kraliçenin bu sorusuna farklı bir yanıt vermiş; "Bunu nasıl söyleyeceğim bilemem ama Pamuk Prenses sizden güzel kraliçem."

Burada da masal bize sunu anlatmak istiyor; Ayna en sonunda gerçeği söylemeye karar veriyor. Evet o zamana kadar çok kötü ama sürekli bakıyor bakıyor çok kötü fakat dışarıdan da hiç kimse kraliçeye gerçeği söyleyemiyor. Çünkü o bir kraliçe. O evlendi. Sıra ruha geliyor. Şimdi insan oynayacak satranç tahtasında. Geldi kraliçeyi getirdi hamle yapıldı. Asıl kraliçe öldü. Öbürünü de yaptı. İki tane derin vurgun vurdu negatiflik. Şimdi de pozitifliği simgeleyen Pamuk Prenses aslında yarım kalmış dilek. Pamuk Prensesin diger bir adı yarım kalmış dilek. Bu hikayenin de adını o yüzden Pamuk Prenses ve Yedi Cücelerin karşısına yarım kalmış dilek olarak yazdım.

Pamuk Prenses gerçekten ışık olarak büyüyor ve güzelleşiyor. Çünkü annesi dilerken “Kar gibi beyaz olsun” dedi Kar her zaman temizdir. Suyu pislik tutmaz. Kar gibi bembeyaz ve tertemiz. Ruh her zaman beyaz ile simgelenir. O yüzden çok temiz bembeyaz ve dudaklarının özellikle kırmızı olmasını istiyor. Neden dudaklar kırmızı? Çünkü dudaklar sevgiyi ifade ediyor. Sevgiyle birlikte gelen cinselliği ifade ediyor dudaklar. Bu dünyaya ait duygular olarak ifade ediliyor.

Ne oluyor? Pamuk prensesin ışığı o kadar büyüyor ki, o zaman şeytan bile o ışığa hayran. Aslında ışığı beğenmeme gibi bir durumu yok ki. Sadece ışığı kıskanıyor. Kendisi karanlık olduğu için ışığı kıskanıyor. Kendi karanlık olduğu için bu ışığı beğenmediği anlamına gelmiyor. O yüzden de ayna da diyor ki, yani aslında cadının kendi içi, nefsi diyor ki; “Evet sen güzelsin, karanlık güzel.” Aydınlık o kadar güzel ki o aydınlıkta morları, sarıları herşeyi görmeye başlıyorsun diyor. O yüzden aydınlık baya bir güzelleşti diyor ve en sonunda şeytan aslında insanın en mükemmel varlık olduğunu kabul etmiyor değil ki. Kabul ediyor ama ben ondan daha iyi olacağım diyerek secde etmiyor. O yüzden onun da daha güzel olduğunu kabul ettiği andan itibaren onun aynası Pamuk Prensesten nefret etmeye başlıyor.

Yani aslında neden bir insanı kıskanırsın? Senden üstün olduğu için degil mi? Senin erişemeyeceğin meziyetlerin olmadığı için şeytan da kıskanıyor. Demek ki aslında insan gibi olmak istiyor. Olamadığı için de hırçınlık yapıyor. Kedi nasıl erişemediüi ciğere mundar derse o da o yüzden pislik yapmaya çalışıyor. Buradan da aynı hikayeyi bu olaya ve herşeye uydurabiliriz. Ne yapıyor o zamanda? Onu yok etmeye çalışıyor. Aynı şeytanın bir zamanlar Hz Adem’i cennetten attırmaya çalıştığı gibi. Pamuk Prenses ve Yedi Cüceler masalındaki cadı da Pamuk Prensesi saraydan yani yaşadığı cennetten attırmaya çalışıyor.

“Bunun üzerine çok sinirlenen kraliçe hemen bir avcı bulmuş ve ona "Pamuk Prensesi alıp ormana götür ve bana onun yüreğini getir, " diye emretmiş. Adamcağız Pamuk Prensesi ormana götürmüş ama öldürmeye kıyamamış. Durumu anlayan Pamuk Prenses "beni burada bırak. Bir daha asla geri dönmem merak etme" diyerek avcıya yalvarmış. Avcı da merhamete gelmiş ve onu orada bırakıp bir ceylanın yüreğini kraliçeye götürmüş.”

Şimdi şeytan da kendisi bu işi yapmadan önce kendi kabilesine emrediyor. Olaya bakacak olursak şeytanın kendisi bu dünyaya gelip de bunları yapmıyor, emrediyor. Emrediyor kendi yapamıyor. Çünkü eğer yenilirse ağır darbe alacak. Herşey mahvolacak. Hani mafya başları vardır ya olaylara önden adamlarını sürerler. Şeytan da adamlarını gönderiyor. Ruh da adamını gönderiyor. O zaman aslında ruh ile şeytan da bu dünyada çarpışıyorlar. Piyonları bu dünyada bulunan yüzde ikilik kısımları sayesinde.

Avcının Pamuk prensesi öldürmeye kıyamaması da. Şeytanın adamlarından da ışığa aşık olanlar var. Şeytan da bir dilekte bulunuyor “Git Pamuk Prensesi ormana götür ve yok et” diyor. O da yok ediyor. Kraliçenin hayatından yok ediyor. Sadece kraliçenin hayatından çıkmış oluyor. Şeytan da cennette iken “Hz Adem buradan yok olsun” diyor. Aslında Hz Ademi cennetten yok etmeye çalışırken kendisi de çıkıyor. Onun oynayacağı bir kimse kalmıyor. İlle onunla oynayacağım dediğinde o zaman cennetten şeytanı da çıkarıyorlar. Git o zaman dünyada oyna deniliyor. Orada şeytan tuzağa düşüyor.

Kötü kraliçenin yüreğini getir demesindeki sembol de şu; “Işığını getir. Yani kalpte ışığı var. O ışık benim olsun.” Demek

Pamuk Prenses beni bırak bir daha geri dönmem diyor. Yani Hz Adem Allaha tövbe ediyor “lütfen Allahım beni bağışla söz veriyorum bir daha bunları yapmıyacağım.” Diyor. O zaman Allah ta diyor ki; “git ormanda biraz oyalan kendi prensini bulana kadar sonra yine şatoya geri dönersin” diyor ve onu ormana gönderiyor.

Pamuk Prensesin bu olayda bir hatası var mı diye sorguladığımızda olmadığını görüyoruz. Sembolun karşılıgı olarakta onun bir hatası olmadığı için Allah ta Hz Ademin tövbesini kabul ediyor.

“ Pamuk Prenses ormanda saatlerce yol almış. Tam kaybolduğunu düşünürken küçük bir kulübe görmüş. Kapıyı çaldığı halde kimse açmayınca da içeri girmiş. Ne ilginç bir evmiş bu böyle. Masada yedi küçük tabak ve yedi küçük bardak duruyormuş. Zavallı Pamuk Prenses çok aç olduğu için hemen bir şeyler yemiş. Sonra da üst kata çıkmış. Bir kaç saat sonra Pamuk Prenses öfkeli seslerle uyandırılmış. "Bizim evimizde ne arıyorsun sen?" Pamuk Prenses işçi giysileriyle evin içinde dolaşıp duran yedi küçük adama bakmış. Başına gelenleri onlara anlatmış. "Gördüğünüz gibi, " demiş "gidebileceğim hiçbir yer yok "Hayır var" diye bağırmış yedi cüceler hep bir ağızdan. "Burada kalabilirsin! Ama biz yokken kapıyı hiç bir yabancıya açmamalısın."

Şimdi Hz Adem ile Hz Havva da yeryüzüne indiriliyor. Ama orada nefsin en önemli bölümleriyle karşılaşıyorla. İşte neşeli, uykucu yani dünyaya çok bağımlı olmak, unutmak, tembel olmak, kızgınlık, öfke

Diyor ki şimdi ormana gidiyorsun ama bunlarla madaem ki şeytanın bu bölümü ile cennette baş edemedin öyleyse ormana git ormanda şeytanın bu bölümleriyle kendini düzelt, değiştir, kendini toparla ondan sonra buraya dönmeye hak kazan. Masaldaki yedi cüceler de nefsin bölümleri oluyor. Nefsin yedi bölümü. Yani orada onlarla birlikte yaşıyor. Masaldaki orman dünyayı temsil ediyor.

Orada nefisle beraber yaşamaya başlıyor. Girdiği ev de gönül evini anlatıyor. Gönül evinde nefisle beraber yaşamaya başlıyor dünyadaki insan da.

Onun cennette iken yaşadığı yerde herşey önüne geliyordu burada ise dünyada biraz çalışmak zorunda kalıyor.

“Böylece Pamuk Prenses cücelerin evinde yaşamaya
başlamış. Eskisinden çok farklı bir hayatı varmış artık. Uzun günler boyunca konuşacak birini özlüyormuş. Bir sabah yaşlı bir kadın kapıyı çalmış. Elindeki sepette bir sürü ilginç şey varmış. Pamuk Prenses açık pencereden uzanarak kadınla konuşmaktan kendini alamamış.

Pamuk Prenses o yaşlı kadının aslında kılık değiştirmiş olan kraliçe olduğunu anlamamış. Meğer kraliçe aylarca aynaya bakmadıktan sonra bir gün bakmayı denemiş de ayna ona, "bunu nasıl söyleyeceğimi bilemem, ama Pamuk Prenses sizden güzel kraliçem, " deyivermiş. Kraliçe bunun üzerine öfkeyle yollara düşüp Pamuk Prenses'in gizlendiği yeri bulmuş.”

Şeytan da insanı cennetten sürdükten sonra onu yok edemediğini farkettiği anda başına ne kadar büyük bir iş açtığını görüyor. Böylece masalda kraliçenin kendisi geliyor. Yani nefsin daha üstü olanları gönderiyor.

"Kapıyı yabancılara açmaman akıllıca, " demiş kraliçe. "Ama lütfen şu elmayı bir iyi niyet belirtisi olarak kabul et." Böyle bir şeyi reddetmek ayıp olacağı için Pamuk Prenses elmayı almış ve kadın gidince kocaman bir ısırık almış.”

Onu kandırıyor. Allahta Hz Ademe diyor ki; “Şeytana hiçbir zaman inanma, ona kanma, ona merhamet etme. Sana ne söylerse söylesin mutlaka bir tuzak vardır. Asla inanma.”

Buradaki elma Cennette Hz Ademin ısırdığı elma ile aynı. Aynı elma gibi şeytan burada da yani dünyada da kandırmaya devam ediyor. İnsanların evrimlerini bazen eşleri bazen etrafındaki en yakınları ile durdurmaya çalışır. Bazende insanların terfi etmelerine işlerinde daha yukarılara çıkmalarına yardım eder. Ama o zaman da kişilerin başına bir sürü iş açılabilir işten başını kaldıramaz ve olayları farkedemez olur. Burada o zaman kişinin elması işi olur. Kişileri durdurmak için ille de bir erkek yada kadın olması gerekmiyor. Şeytanın insanları kandırdığı herşeyi elma ile simgeleyebiliriz.

“Cüceler işten eve döndüklerinde Pamuk Prenses'i yerde cansız yatar bulmuşlar. Elma hala elinde duruyormuş. Cüceler ağlayarak, "Bu kraliçenin işi!" demişler. Büyük bir kederle Pamuk Prenses'in cansız bedenini taşıyıp camdan bir tabuta koymuşlar.”

Cüceler de kendilerini evrimleştirmek için çalışıyorlar. Orman burada dünyayı simgeliyor. Yani dünyada çalışıyorlar. Tabi bizmde bu dünyada nefsimiz çalışıyor. Ruhumuz çalışmıyor ki.

Onlar yani Yedi Cüceler nefsi temsil ettikleri için nefis artık ruhsallaşıyor. Bu dünyaya indikleri için, nasıl ki cennette elmayı ısırdıkları için zehirleniyorlarsa burada da zehirleniyorlar. Ama kendilerini düzeltiyorlar. Pamuk Prenseste barış yapmış ve insanlaşmış bir nefis var. Aslında nefiste Pamuk Prenses gibi olmaya çalışmıyor mu? O yüzden Yedi Cüceler Pamuk Prensesle uğraşıyorlar. Elmayı Prensesin elinde gördüklerinde aslında o cennetki durum gözlerinin önüne geliyor ve yine kendilerine mikrop bulaştığını anlıyorlar. Masalın devamında onların kraliçeyi tanıdığından bahsetmiyor ama Yedi Cüceler hemen bu kraliçenin işidir diyorlar.

Büyük bir kederle Pamuk Prensesin bedenini camdan bir tabuta koyuyorlar. Burada camdan bir tabut demek işte bu bölüm de çok önemlidir. İnsan burada yani bu dünyadayken bir durağanlığa girebilir. Durağanlığa girdiğinde derin bir zehir aldığında onu kaldırabilecek tek bir şey Allah Aşkıdır. O yüzden aşkı bekler durur ve hep aşk tarafından şeytan insanı vurur durur.

Böylece aşkın olmadığına inandığın sürece o cam tabutun içindesindir. O cam tabutun içinde ölü gibi uyuyorsundur. Ama aşkın olduğuna inandığın müddetçe ormanda kendi sevgilini arayabilirsin.

“Bir sabah oralardan geçmekte olan bir prens tabutu ve içindeki güzel kızı görmüş. Görür görmez de aşık olmuş. “

Yani durmuş artık hiçbirşeyin farkında olmayan, ölü gibi olan birisinin hayatına onu canlandırabilmek için birisi giriyor.

"Onu saraya götürmeliyim" demiş. "Bir prensese böylesi yakışır."

Onu cennete götürmeliyim demek istiyor. Cennete de aşk ile götürecek.

“Cüceler karşı çıkmamışlar. Prense tabutu taşımasında yardım etmişler.”

Çünkü cüceler de cennete gitmek istiyorlar.

“Ama tam bu sırada Pamuk Prensesin boğazındaki elma parçası çıkmış. Pamuk Prenses yattığı yerden doğrulup gülümsemiş. Pamuk Prenses ve prens çok mutlu bir hayat sürmüşler.”

Çoğu masal kitaplarında da hikayenin burasında prensin prensesi öptügü anlatılır. Öpmek çok ezoterik bir kelimedir. Masalın burasında aşkı oluşturuyor.

Öpmeyi söyle de ifade edebiliriz. Kendi içine kapanmış, bir köşesine çekilmiş, iyice umutsuzlaşmış hale getirilen bir kişiyi sadece Allahın o güzel dokunuşu hayata ulaştırabilir. Allah sevgisi ile dokunulabilecek bir el onu hayata bağlayabilir. Bir yardım yani. Öpmek kelimesi ile dokunmak yada Pamuk Prensesin boğazındaki zehirin çıkartılmasını anlıyoruz.

Nefiste tama olarak insanlaşmamış onunda eksiklikleri var hepsi bir arada insan olmaya çalışıyorlar. İnsanın da merakı var o merakından cennette elmayı yedi zaten. Oradaki zaafı hayatında kimsem yok ben yalnızım diyor Pamuk Prenses.

“Kötü kalpli kraliçe ise öfkesinden çok kısa bir süre sonra ölmüş.”

Demek ki negatiflik kendi kendine öfke ile kendi girdabında yok oluyor. Tamamen onlardan uzaklaşmış oluyor. Hamleyi onlar kazanıyorlar.

Masalımız burada bitti onlar erdiler muradlarına biz çıkalım kerevete demeden önce masalda anlatılmak istenen iki ana konuyu tekrar bir yazmak istiyorum. Bu masal da çok çok uzun bir süre önce evrimi yüksek kişilerce yazılmıştır.

Bir dilek dilediğimiz zaman dileği dilemeden önce kafamızda tasarlayacağız. Biz böyle bir dilek dilediğimizde şeytan nasıl karşı hamlede bulunabilri onları saptayacağız. Onun karşıt hamlesini görüp ona göre piyonumuzu süreceğiz. Ona göre dilekte bulunacağız. Yani dilek dilemeden önce bir düşünün hemen paldır küldür dilek dilemeyin. İyice düşünün tasarlayın ve karşı hamlenin ona göre gelmesini sağlayın. Karşı hamleden neler gelebilir, neler olabilir buna göre hazırlayın.

Nefis ve insan ne kadar zor işi. Düşünün ki nefisler gerçekten oradaki cüceler gibi olmasalardı insanlaşmamış olsalardı Pamuk Prensesin işi ne kadar zordu. O ormanda parçalanabilirdi. İlle de prens bulmayabilirdi. Orada ölmüş, parçalanmış olabilirdi.

Pamuk Prenses geliyor, o dağınık, kirli paslı evi temizliyor. Bir insan da nefsini temizliyor. Temizlenince onlar da ona karşılık ona yardımda bulunuyorlar. Bir arada mutlu yaşarlarken bir yandan da diyorlar ki; “Bizim başımızda daha onceden biliyoruz bir cadı vardı. Bu cadı tekrar gelebilir ve bütün negatiflikleri tekrar ortaya çıkarabilir” diye kıza yardım ediyorlar. Çünkü nefis ruha insanlaştığı zaman yardım eder. Şirketin yönetiminde yer alıyor. İnsan denilen şirketin yönetiminde yer aldığında o sirketin o da iyi gitmesini istiyor. Ama daha önceden o bölümün içinden çıkmış olduğu için tecrübeli. Nefis tecrübeli olunca yardım etmeye başlıyor. Tehlikeleri biliyor ve böylece insan çok daha iyi bir şekilde ilerleyip gidebilir. O yüzden Aslından nefisle konuşun ve onun türkçe konuşmasını sağlayın. O yeryüzündeki bütün dilleri bilir. Bütün tecrübelerini, bütün anılarını öğrenebilirsiniz. Bir nefsin anıları diye sizlerde kendi yazı dizinizi yada kitabınızı oluşturabilirsiniz.

Masal burada bitti, beğendiniz mi? Eğer beğendiyseniz bir sonraki yazımda Alaaddinin Sihirli Lambasını sizlere açıklayabilirim. Ondan önce Pamuk Prenses ve Yedi Cüceler hakkında tek abuk subuk ve açık saçık fıkra tarzında olmayan bulabildiğim yorum olan ve 20 temmuz 2000 tarihinde Hürriyet gazetesinde yayınlanan bir yazıdan küçük bir alıntı yaparak yazımı bitirmek istiyorum.Yazının yorumunu ise sizlere bırakıyorum. Tabi yorumlarınızı buradan yazmanızın da beni ne kadar mutlu edeceğini söylememe gerek yok .

“Avusturya kökenli ABD'li psikolog Bruno Bettelheim yazısında, kralla kraliçe, yarı üstü kapalı ana-babalardır; baba figürü tarafından öylesine hayran olunan ve rastlantıyla bulunan kızsa evlatlıktır. Baba ve kızın oedipal arzuları, bu arzuların kızdan kurtulmak isteyen annenin kıskançlığını nasıl uyandırdığı, bildik çeşitlemelere oranla burada daha açık belirtilmiştir. Ana-baba olmaya ilişkin sorunların çocukla başlayacağını ve bu sorunlarla birlikte çocuğun kendi sorunlarının ortaya çıkacağını belirtir. Üstelik bu masal çocukluktaki gelişimin ana aşamalarını sıralar. Masal, temelde anneyle kız arasındaki oedipal çatışmaları, çocukluğu, son olarak da ergenliği öyküler; iyi bir çocukluğu nelerin oluşturduğu, çocukluktan çıkmak için nelerin gerektiği üzerinde büyük bir önemle durur. Çocuğun büyümesiyle kendini en çok tehdit altında hisseden narsist ana-babadır, çünkü bu onların yaşlandığı anlamına gelir. Peki ya cüceler? Ne işe yarar bu cüceler? Yoksa bize “gelişmemişliğimizi'”mi anlatmaktadır? Öyle ya 'işlev' önemliyse, 'büyük' olmanın hiçbir lafı olamaz. Üstelik hiç kadın cüce yoktur. Bunlar 'aseksüel' herhalde. Seks bilmezler. Cinsel anlamda erkek değildirler. Yaşam biçimleri, aşkı reddedip maddi nesnelere ilgi duymaları, oedip öncesi bir varoluşu çağrıştırır.”

Sevgiyle kalın.

 
Toplam blog
: 101
: 5279
Kayıt tarihi
: 01.03.07
 
 

Ege Üniv. İşletme Fakultesi'ni, daha sonra da Harward Üniversitesi'nin Master programını Türkiye'de ..