Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 

22 Mart '10

 
Kategori
Anılar
 

Papatya falları gibiydi...

Papatya falları gibiydi...
 

Oturuyordum... Aslında aklımda bir şeyler yazmak yoktu televizyonda papatya resmi gözüme ilişti, birden bire aklıma çok eski bir anım geldi ve dalıp giderken kendimi bilgisayar karşısında buldum...

Yaz ayını yaşadığımız yine güneşin yüzümüze gülümsediği bir gündü, dershaneden arkadaşlarla sözleşip kıra pikniğe gidecektik öyle ya bu söz sene başından verilmişti hepimiz ona göre plan yapmıştık... Memleketimin yemyeşil yaylasında ki o günü hatırladıkça hep burnumun direği sızlar gözlerimi kapatıp kendimi orada hayal ettiğim heran o çimenlerin kokusunu hissederim taa ciğerlerime kadar, bu arada ne kadar özlemişim memleketimi, arkadaşlarımı bunları yazarken çok daha iyi anlıyorum gözlerimle savaşıyorum şuan ağlamamaları konusunda ama ne mümkün başlıyoruz işte yine...

Arkadaşım Burcu ile birlikte koyu bir sohbete daldığımız anda aramıza pat diye düşen bir topla irkiliyoruz, kimin olduğuna bakmak için arkamı döndüğüm de ise küçücük bir delikenlının olduğunu farkediyorum... Ve o küçük delikanlı bir süre sonra bana papatya getiriyor daha yarım yarım konuşmasıyla papatyayı bana uzatıyor, aman Allah' ım oda ne sevgilim duymasın bana kızabilir diyorum yüzümde tatlı bir gülümsemeyle şaka yaptığımı anlamışcasına içten sokuluyor kolumun altına ve teşekkür edip bir de kokulu mu kokulu bir öpücük kondurarak yanağına papatyamı alıyorum...

İşte bundan sonrası... Burcu başlıyor anlatmaya o anlattıkça benim kulağıma şu sözler fısıldanıyor ' ah şu papatya falları çaresizliğim fala mı kaldı? ah şu papatya falları başka bahara kaldı... seviyor, sevmiyor ahhh hain papatya yine sevmiyor çıkıyor ama sapını da sayarsam seviyor diyor ümitle... ' Evet o gün papatya topladık gönlümüzce, salıncakta sallandık, özgür bıraktık ruhumuzu yeşillere emanet ederek... Topladığımız papatyalardan fal bakmazsak olur muydu? İlla ki bakılmalıydı... Ben hayata karşı ümitlerimi, yaşama sevincimi hiç kaybetmeden gelecek günlerin hep iyiliği getireceğine inanarak yaşadım (bu kimilerine göre polyannacılık olsa da... ) bu yüzden arkadaşlarım işin içinden çıkamadıkları her durum da yanım da alırlardı soluğu benim de hoşuma giderdi onları dinlemek evet dinlemeyi seviyorum galiba insanları konuşmayı pek sevmem aslında dinlemeyi yeğlerim daha çok ve sohbetin sonun da fikirleri değişmiş, hayat dolu uğurlarım onları kapımdan...

Canım dostlarımdan birtanesi de geçmişin de yaptığı bir hatanın tüm hayatını nasıl kötü etkilediğinden dert yanıyordu dönüş yolunda bana... Konuşmamız bittikten sonra kendimle konuşmaya başladım, insanlar neden hayatları boyunca hep keşke derler ki iyi ki demek varken? iyi ki tanımışım, iyi ki yaşamışım her yaşanmışlık bir tecrübe değil midir? özün de, iyi ya da kötü sen yaşadın bunları bir zamanlar senin seçimin di peki ya şimdi bu unutma çabası niçin? Neden yok saymak için boşa bir çaba harcıyorsun, harcadığın çabanın boşuna olduğunu göremeyecek kadar mı utanıyorsun yaşadıklarından onları sahiplenmek varken sen istesen de unutamazssın bunu kabullenmeden de mutlu olamassın... Kendi kendime yola dalmış bunları düşünürken radyoda çalan bir şarkı takılıyor kulağıma... kendime geliyorum...

Topladığım papatyalarım ellerim de papatya dan yaptığım taç başım da kokusu burnumda yolun sonuna geliyorduz yavaş yavaş bitiyordu kır gezimiz... En sevdiğim çiçektir papatya ondandır ona düşkünlüğüm bir çok anısı vardır ben de papatyaların babam dan aldığım ilk çiçek, sonra babama götürdüğüm son çiçek olan papatyalar ne olur bu sefer çabuk solmayın... ne olur...

İnsan doğduğun da ezanı okunur namazı kılınmazmış, öldüğünde de namazı kılınır ezanı okunmazmış, doğumun ezanı ölümün namazını kıldırırmış... İşte hayat ezan ile namaz arası kadar kısa fakında olmak ümidiyle!

(Neye yarar kabullenmeyişler, kaçışlar ... )

 
Toplam blog
: 81
: 1488
Kayıt tarihi
: 06.03.10
 
 

Çocuklara aşık bir öğretmen olmakla birlikte çocuk psikolojisi ve gelişim uzmanı olan hayatını ço..

 
 
 
 
 

 
Sadece bu yazarın bloglarında ara