- Kategori
- Gündelik Yaşam
Parktaki cam parçacıkları

Bugün yapılmasından çok hoşlanmadığım bir şey yapacağım. İçerisinde yer aldığım toplumun günlük yaşamındaki aksaklıklarından birisini, sanki ben bu toplumun dışındaymışçasına eleştireceğim. Bu tipte davranış gösterenlerden hiç ama hiç hazzetmem. Kendilerine sütten çıkmış ak kaşık havası verilip, bir toplum mühendisi edasıyla yapılan konuşmalar, benim mide krampı geçirmem için yeterlidir.
Bu tür sohbetlerde, sohbet konusu sınırsız denilebilecek kadar çoktur. İnsanlarımızın bir sıra oluşturacak şekilde kuyruk olamamalarından, kâğıt paraları cüzdanlarında değil ceplerinde taşımalarından, çöplerin konteynırların içine değil kenarlarına konulmasından, insanların yerlere tükürmelerinden, komşuluk ilişkilerinin bilinmemesinden ve balkondan sokağa çöp atılmasına kadar çok geniş mevzu alanları vardır.
Ben toplumumuzun en sevdiği hakkın eleştiri hakkı olduğunu düşünmüşümdür hep. Her haktan, hatta temel haklarımızdan bile vazgeçebiliriz ama eleştiri hakkımızdan asla imtina etmeyiz. O, bizim ruhumuzu arıtmamızın, kendimizi temize çıkarmamızın aracıdır.
Kökenleri toplumun kültürü, tarihi, eğitim düzeyi, ekonomisi gibi çok derinlerden gelen sorunlara, sahibi belirsiz boşlukları eleştirerek karşı koymak, oldukça anlamsız bir çabadır aslında. Ancak kişi, bu işi tüm toplumu karşısına alma riskini göze alarak yapıyormuş hissine kapılır. Bir yandan cesaret bir yanda da medeniyet bayraktarlığı, onun asil sosyal statüsünün işaretleridir aslında.
Neyse uzun bir girişten sonra, bu hoşlanmadığım tarza neden başvurduğumu aktarayım;
Erken gelen baharın etkisi ile, (aslında “bahardan kalma bir gün” diyebilmeyi çok isterdim ama ne yazık ki bahar mevsimindeyiz) ısınan havalardan hem kendim hem de oğlumun faydalanabilmesi için, konutlar arası küçük ebatlı bir parka gittik bugün. Parkın kendisi de, uzun zamandan beri uzak kaldığı müdavimleri ile yeniden karşılaşmasının coşkusunu fazlası ile hissettiriyordu. Çocuk çığlıkları kuş ötüşlerine karışıyor, çimenler yeşilin en güzel tonlarını sergiliyorlardı. Güneş aydınlık üretmek haricinde, ısıtma işlevine de sahip olduğunu kısa süren kış ayından sonra yeniden hatırlatıyordu. İnsanların sokakta paltolarını çıkardıklarında kendilerini çıplak hissettikleri kısa dönemin henüz başındaydık.
Çok ta bir özelliği olmayan, büyük olasılıkla klasik bir tip projenin uygulaması olan parkımız, toprak rantiyecilerinin insafıyla mı, yoksa az da olsa halkına karşı sorumluluk duyan bir belediye başkanının çabasıyla mı bilinmez, beton yığınlarının arasında bir vaha misali yer edinebilmişti.
Henüz iki yaşını doldurmasına bir ayı kalmış oğlumu oynaması için kum havuzunun içerisine getirdiğimde, şikâyet edeceğim konuda gözüme ilişmişti. Kum havuzunun içerisinde cam kırıkları vardı.
Hali hazırda, kum havuzunun içerisinde yer alan kaydırakta, salıncakta, döndür geçte ve tahterevalli de oynayan 15-20 arası çocuk vardı. Bu çocuklara ait yine yaklaşık 8 ila 10 adet ebeveyn ise kum havuzunun 5’er metre uzağında sıralanmış ahşap banklarda oturuyorlardı.
Kaza veya felaket ise çocuklara anne ve babalarından çok ama çok daha yakındı.
Cam parçacığı dediğim şey ise, aslında şekil itibari ile kazaya daha fazla olasılık tanıyan şişe kırıklarıydı. Oval şekilleri daha belirgin olan, kalın ve özellikle şişe tabanı kısımları, üzerine düşecek herhangi bir çocukta, sıyrıktan damar kesiğine geniş bir hasar yaratacak nitelikteydi.
Büyük olasılıkla, parkları, karanlığın erken düştüğü ve tüm ortak mekânların çabucak tenhalaştığı kış aylarında, kendilerine sohbet ve şov alanı olarak kullanan toplumun genç kesimi, şişe kırmayı, cesaretlerinin, isyankârlıklarının, güç gösterilerinin, gözü karalıklarının, aldırmazlıklarının, kaygısızlıklarının en basit tezahürü olarak sergilemişlerdi.
İki dakika sonrasını düşünmemek, yaptıklarının nelere yol açacağını hesap edememek, olabileceklerden kendine pay çıkarmamak, toplumsal sorumsuzluğu besleyen en ciddi davranış kalıplarıdır. Ve ne yazık ki, kendi toplumumuzda çok geniş bir kesimde bu davranış kalıpları hakimdir.
Bu kesime kadar klasik suçlama, eleştirme ve kendimi aklama hakkımı kullandıktan sonra bir noktaya daha dikkat etmek istiyorum;
Ben çocuğumu o parka götürene kadar bir anne veya baba dahi, ortalıktaki cam parçacıklarını temizleme girişiminde bulunmamıştı. İnsanlara, eğilip yerdeki cam parçacıklarını toplamak büyük olasılıkla ayıplanacak bir eylem olarak gözüküyordu. Matematiğin o ihanet etmeyen olasılık hakkını, tanrının kendi çocukları için kullanmayacağını düşünüyorlardı herhalde.
Oğlumun eğlenmek ve oynamak için can attığı onbeş dakikasını çalarak ve yine oğlumun garip bakışları altında, tahminen 3 ya da 4 şişenin kırılmasından oluşan cam parçacıklarını topladım. Ellerimin kirlenmesinden korkmadan, başkalarının önünde yere eğilmekten yüksünmeden.
Yine, az da olsa toplumsal sorumluluk taşıyan bir aptal ortaya çıkmış ve dâhil olduğu toplumsal statüyü açığa çıkaran bir iş yapmıştı.
Kendimi bir süre Hindistan’da ki en alt kast olan dokunulmazlardan hissetmiştim.
foto: www.fotografdunyam.com