- Kategori
- Doğal Hayat / Çevre
Paskalya Adası

Paskalya Adasından alınacak dersler var...
Paskalya Adası, dünyanın yerleşime açık en ücra bölgelerinden birisidir. Sadece 390km’lik bir alanı kaplayan bir Pasifik adasıdır. Paskalya Adası’nın geçmişi, kayıp uygarlıklar ya da gizemli bilgilerle dolu bir tarih değildir.
Bu tarih, insan topluluklarının çevreye olan bağımlılığını ve bu çevreyi düzeltilemeyecek biçimde bozmanın sonuçlarını gösteren çarpıcı bir örnek; son derece kısıtlı kaynaklardan yola çıkarak, ellerindeki teknolojiyle dünyanın en gelişmiş toplumlarından birini oluşturan halkın öyküsüdür…
Paskalya Adası’nı keşfedenler, kısıtlı kaynaklara sahip bir dünya ile karşılaştılar. Burası aslında volkanik bir adaydı , üç yanardağ 400yıl önce sönmüştü. Sıcaklık ve nem fazlaydı. Toprağı iyiydi ama drenaj sistemi çok kötüydü. Adada sürekli akan bir ırmak bile yoktu. Ada her yere uzak olması nedeniyle çok az sayıda bitki ve hayvan türü bulunuyordu.
Yerleşimler, köylü kulübeleri ve ekin tarlalarından oluşan küçük guruplar halinde bütün adaya yayılmıştı. En büyük özelliği, tarım etkinliklerinin çok az çaba gerektirmesi nedeniyle, kabile reislerinin törensel etkinliklere bol zaman ayırabilmesiydi. Son derece ayrıntılı dinsel törenlerle ve anıt yapımıyla uğraşıyorlardı. Törensel etkinliklerinin en önemli merkezi ahu’lardı.
Heykeller, 80-100 ton ağırlığında, 20 m. boyunda, yalnızca obsidiyen taşından yapılan erkek kafaları ve gövdelerinden oluşuyordu. Kafanın üzerine 10 ton ağırlığında kırmızı bir taş “ sorguç” yerleştiriliyordu.
Bilimsel araştırmalar, Paskalya Adası’na ilk göçmenlerin geldiğinde büyük ormanlarda dahil olmak üzere yoğun bir bitki örtüsünün olduğunu gösteriyor. Nüfus yavaş yavaş arttıkça tarım alanı açmak, ısınma ve yemek pişirme ihtiyaçları, ev aletleri, direkler ve balık avlayabilmek için tekneler yapmak amacıyla ağaçlar kesilmeye başladı. Bunların hepsinden çok fazla ağaç da, heykelleri adanın çevresindeki tören alanlarına taşınmasında kullanıldı.
16yy a gelindiğinde 7000 kişi, yüzlerce ahu ve 600’den fazla dev taş heykel vardı.
17yy gelindiğinde, gittikçe azalan kaynaklar üzerindeki tartışmalar sonunda sürekli savaş haline geldi. Savaşların temel amaçlarından birisi, rakip klanın ahu’ların yıkmaktı. Nüfus azaldı. Kölelik arttı ve alınabilecek protein miktarı düştükçe yamyamlık yaygınlaştı.
18yy da adaya gelen Avrupalılar, sadece birkaç heykelin hala ayakta olduğunu gördü. Tamamen ağaçsız, çıplak bir alan gören Avrupalılar bu olaya mantıklı bir açıklama bulamadılar.
Ada halkı yüzyıllar boyunca çalışarak, kendi türündeki bölgeler arasında dünyanın en gelişmiş toplumlarından birini özenle kurmuşlardı. Bu uygarlık bir çok açıdan insan zekasının zaferi ve zorlu çevre koşulları karşısında tartışmasız üstünlüğünü gösteriyordu.
Ama sonuçta, artan nüfus ve ada halkının kültürel hırslarının, ellerindeki kaynaklardan daha güçlü olduğu anlaşıldı. Bu baskılar nedeniyle çevre bozulunca, toplum da çabucak yıkıldı.
Paskalya Adası’nın kaderini, daha geniş kapsamlı yorumlamak da mümkündür.
Tüm dünyada da, insan topluluklarını beslemek ve bütün taleplerini karşılamak için sınırlı düzeyde kaynak vardır. Ada halkı gibi, dünyadaki insan nüfusunun da kaçabileceği hiçbir yer yoktur..!
Bugün Paskalya Adası, 1967 yılında ilk yolcu uçağının bu adaya inmesinden beri önemli turistik bir yer haline gelmiştir.
* Dünyanın Yeşil Tarihi kitabından derlenmiştir / C.Pontıng