Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

23 Temmuz '10

 
Kategori
Siyaset
 

Polis mi? Şuna bak!!!

Bundan seneler, seneler önceydi. İmar ve İskan Bakanlığı' nda Bakanlık Müsteşarının odasında İtalyan heyetiyle canım memleketim için çok çok önemli bir toplantı yapıyorduk. Ben, Afet İşleri Genel Müdürlüğü'nde Makina ve İkmal Daire Başkanı idim. Toplantı İtalyanlar'ın Erzurum depremi sonrası ülkemize yapacağı "hibe makinalar" hakkında idi. Büyükelçilik mensupları olduğu gibi, İtalyan Kızılhaç' ından da yetkililer vardı. Toplantının ortalarına doğru, toplantı odasına çay getiren Odacımız müsteşarın kulağına bir şeyler söyledi. Müsteşar, bana dönüp:

-"Mustafa bey, sizi dışarda bekleyen birileri varmış, görüşün ve gelin" dedi.

Dışarı çıktım. Kapıda beni bekleyen iki kişi. Kimlik kartlarını gösterdiler, "polisiz" dediler. "Buyurun" dedim. "Bizimle geleceksin" dediler. Onlara, içerdeki toplantının öneminden bahsettim. Günlerden cuma idi. "Toplantı bitsin, öyle gidelim" dediysem de, hayatım boyunca unutmadığım ve unutamayacağım o iki polise bir türlü lâf anlatamadım. "Toplantı odasına girip durumu müsteşara anlatayım" dediysem de nafile. Girdiler kollarıma, indirdiler hızlı adımlarla merdivenlerden ve Ankara Necatibey Caddesi'nde Bakanlık binasının önünde bizi bekleyen sivil plakalı bir taksiye bindik. Doğruca Yenimahalle yolundaki Emniyet sarayı binasına gittik.

Emniyet Sarayının sanırım 6 veya 7 nci katıydı.

Niye gözetim altına alındığımı bilmiyordum.

Orada bulunan polislere sorup öğrenmeye çalıştıysam da, o esnada

-"Ne sorup duruyorsun ulannnnn! yeter beeeeee! diyen ve "Anladık İtalyan heyeti! Anladık sussssssss!!!! diye bağıran bir sivil polisin tekme tokat yumruklarıyla karşılaşmaz mıyım..

Yüzüm ve kafamdan darbe almıştım.

Orada bu dayağı yedikten sonra, iki sivil polis gene girdi koluma, Emniyet Sarayı'nın en altında "MÜTEFERRİKA" adıyla meşhurmuş, o güne kadar adını bile bilmiyordum, bir yere indirdiler.

Kapıda iki polis bulunan, yanlarında çeşitli hücreleri de bulunan genişçe bir salondu bura. Müteferrika...

İçerde o gün tutuklananlar, çeşitli suçlarla yakalananlar da vardı.

Anlamamıştım. Niye buradayım, ne yaptım, suçum ne? Soruyor, cevap alamıyordum. Üstelik bir güzel de dayak yemiştim.

Oysa, o güne kadar ben, polise son derece güvenen, üstelik yakınları arasında polis memuru olan bir aile mensubuydum.

Millet ve memleket sevgimiz sebebiyle de polise güvenimiz tamdı.

Bir tarafta İtalyan heyeti, ülkeme gelecek hibe adı altındaki iş makinaları; öteki tarafta müteferrika.

Bir tarafta, ülkenin-memleketin en üst noktası, öte tarafta Emniyet sarayının en dibinde sapıkların, cinayet işleyenlerin bile yakalanıp getirildiği müteferrika...


Allah'ım!!!

Bu bir rüyâ olmalı, gerçek olamaz diyordum..


Aradan birkaç saat geçti. hava kararmıştı galiba. Müteferrika iyice dolmaya başladı. Benim kim ve ne, neci olduğumu merak eden ve sorularım karşısında şaşkına dönen kapıdaki iki polis de şaşırmıştı. Bir tanesi, içeri geldi, "gel bakalım sen dışarı, yanımıza" dedi.

Çıktım, anlattım olayı, müteferrika önündeki nöbet tutan iki polise.

İnanamamışlardı.

Cuma gecesi sabaha kadar onların yanında bekledim, sohbet ettik onlarla.

Nihayet, Cumartesi ve Pazar günü de aynı yerde aynı şekilde geçti.

Nöbetçiler devrederlerken nöbeti, beni de devrettiler diyebilirim.

Pazartesi saat 11.00 sularında dışardan bir başka polis geldi ve;

-"Arkadaş sen, serbestsin. Çünkü, sen Eskişehir Sıkıyönetim Komutanlığı'nca aranıyormuşsun, yakalama emrin varmış, teslim olmuş, yatmış çıkmışsın. Olur böyle yanlışlıklar, serbestsin" demez mi....

Evet, ben serbesttim. çıktım dışarı...
Avazım çıktığı kadar bağırmak istiyordum.
12 eylül ve sıkı yönetim geçeli yıllar, yıllar olmuştu. 4-5 yıl olmuştu.
Delirmemek elde değildi.
Avazım çıktığı kadar bağırıp;

-"İnan-mı-yorummmmmmmmmmmmmm!!!! Size inan-mı-yo-rummmmmmm!" demek istiyordum. Sustum...

Oysa, polislere lojman dağıtmaktan, onları ev sahibi etmekten son derece mutlu olmuş bir daire başkanıydım ben...

Oysa, polise söven, hakaret eden ne kadar zihniyet ve kişi-yazar varsa onlara karşı çıkan birisiydim.

Şimdi, Ankara sokaklarında yüzümde tokat izleri, kafamda yumruk acısı, Bakanlığın yolundaydım...

**

Şimdi bu benim başımdan geçmiş bir ibretlik olay...

Buyurun Sayın HABERAL'ın başından geçeni de Can Dündar köşesinde yazmış. Aynen şöyle:

"Sabah neler olduğunu sordum. Şöyle anlattı Haberal:

“7’de duştan yeni çıkmıştım, ‘Memurlar geldi’ diye haber verdiler. Hemen hazırlandım. Beklemiyordum aslında... Çağırsalar ifade vermeye giderdik. Ben Türkiye’yi düşünüyorum. Yarın bir çocuğun karaciğer nakil ameliyatına girecektim. Öbür gün de bir böbrek nakil ameliyatım vardı. Asıl önemlisi, pazar günü İstanbul’da uluslararası katılımlı Dünya Pediatrik Transplantasyon Kongresi yapılacak. Ben onur konuğuydum ve açılış konuşmasını yapacaktım. Dünyanın dört bir yanından bilim adamları gelecek. Şimdi onlara ne diyecekler? Türkiye’nin prestijini böyle harcamaya kimsenin hakkı yok.”
“Herkes haddini bilecek!”
Konuşurken zaman zaman tonunu sertleştirdi Haberal:
“Herkes haddini bilecek” dedi, “Yargı, yargı görevini yapacak; basın, basın görevini... Ben Türkiye adına üzülüyorum. Yazık değil mi bu ülkeye? Bakın bugün herkes gergin, herkes ayakta... Ben üniversitedeki arkadaşlarımı yatıştırmaya çalıştım. ‘Herkes görevinin başında olsun. İşler aksamasın. Şimdi bir numaralı görevimiz, ülkeye sahip çıkmaktır’ dedim.”
“AKP de o otelde kuruldu”
İkinci iddianamede yer alan ve muhtemelen gözaltına alınma nedenlerinden birini oluşturan meşhur otel toplantılarını sordum. Güldü:
“İktidar partisinin kuruluş toplantıları da o otelde yapılmıştı” dedi.
“Çok şükür, ben gömlek değiştirmedim. Hâlâ eski gömleğimin içindeyim” diye ekledi.
Çalışma odasında Atatürk için çıkarılmış ölüm fermanının asılı olduğunu anlatarak dünün idamlıklarının yarının kahramanları olabileceği mesajını verdi:
“Gün olur devran döner. Bunlar bugün var, yarın yoklar. Biz hep buradayız” dedi:
“Kendi kendime şunu söylüyorum: ‘Kırılma, aldırma Mehmet Haberal... şimdi dünden daha fazla çalışmalısın’.”
“Bu da geçer yahu!”


**

Şimdi, bütün bunlar karşısında siz olsanız ne derdiniz?...

**

 
Toplam blog
: 28
: 2100
Kayıt tarihi
: 14.04.09
 
 

1952 ankara-Elmadağ doğumluyum. 1975 yılında A.D.M.M.A' den makina Mühendisi olarak mezun oldum. 2..