- Kategori
- Öykü
Rezzan'ın düşü( 1 )

İçkiyi sek içip,"Geri zekalı kadın! Geri zekalı kadın!" diye bağırıyordu...
“ Su içmek, insanın kendisini ne hasta, ne borçlu, ne de, karısını dul yapar…” Garibaldi
Kapının ziline isteksizce dokundu. Haki renkli kapıyı oğlu Burak açtı. Henüz yedi yaşında, çilli, yeşil gözler altındaki beyaz tenli sevecen oğluna, “ Yine mi? ” sorusuna, üzgün bakışlarla başını sallamakla yetindi. Rezzan, dizlerine yakın dolgun baldırındaki çizmelerini güçlükle çıkartıp ayakkabılığa koyduğunda, kocası Bekir’in kaba sesini beğenmedi. Leopar siyah beyaz desenli mantosunu portmantoya asıp salona öylesine geçti. Yıpranmış şarap rengi tekli kadife koltuğa yorgun bedenini bıraktığında kocasına içinden gelmese de ‘ Selam ‘ göndermesini yine de borç bildi. Bekir, durgun bir nehri andırsa da birazdan coşmaya hazırdı. Hem de azgın sular gibi köpük köpük… Rezzan, her zamanki gibi birazdan gerilecek ortamı değiştirmek için yoğun çaba sarf etti. Çantasından çıkardığı gazeteyi kocasına uzattığında, kayık gözlerin spor sayfası üstündeki şuursuz bakışını nefretle izledi. İçinden “ Yine mi içtin o zıkkı mı? ” derken kocası da gazeteyi kenara fırlatıp içkisini yudumlamaya devam etti. Peş peşe içtiği sigarasının külleri halının koyu deseni üzerinde berbat görünüyordu. Yanı başındaki krem rengi alacalı bulacalı mermer sehpanın üstündeki beyaz peynirin kurumaya yüz tutması, kokusuyla birlikte iğrençti. Çatalını sararmış peynirin kurumuşluğuna sertçe dokundu. Ağzına götürmeyi beceremeden yarısını halıya yedirdi. Hiç de aldırış etmedi. Küllük izmaritiyle dolup taştığında, sert ve sinir sesiyle Rezzan dalgın düşüncesinden irkildi. “ Kaldır şunu önümden!” emriyle küllük mutfak da çoktan çöplüğe boşalmıştı. Göz ucuyla baktığı lavabonun önü dünden kalan bulaşıklarla doluydu. Tavanın içinde kurumuş yumurta artıkları içini sızlattı. Bir haftadır doğru dürüst yemek yapma isteği içinden gelmiyordu. Huzuru darmadağınıktı. İçini bir şeyler kemiriyor, son zamanlarda kendisini hiç de iyi hissetmiyordu. Sinirleri bu gece de alabildiğine katlanıyordu. Bir gün tansiyon ve stresin getirisinden birden yığılıp kalacağını biliyordu. Yaşamın gerçeği de son zamanlarda aldığı kilolu vücudunu oldukça zorluyordu. Sinir boşalması arasında titreyen elleriyle sigarasını yaktı. Ciğerinin derinliklerinden gelen hırıltılara aldırış bile etmedi. “ Bu gece inşallah kavga çıkmaz” diye Tanrısına yalvardı. Ülserli midesinin isyanını yarım bıraktığı sigarasını gözlerine kaçan duman arasında söndürdü. Ekmek sepetinden aldığı bir parça kuru ekmek ile açlığını gidermeye çalışsa da İştahının olmadığını bal gibi biliyordu…
“ Geri zekâlı kadın! Geri zekâlı kadın! “ bariton ses rakının sindiği odayı inletircesine avaz avazdı… Üçlü koltuğun ucunda tek başınaydı. Yeşil gözlerine kan oturmuş, damarlarını şişiren alkolse kanında sarmaş dolaştı… Göz bebeği gittikçe küçülmüş, yerinde duramıyor, bir sağa bir sola şuursuzca yalpalıyordu. Yüzündeki derin çizgilere rağmen genç de sayılırdı. Yaşı kırkı geçmek ile geçmemek arasında direniyordu. Hareketleri ise, lokomotifin ahesteliğinde yavaştı. Alkol komasına ramak kaldığında, çıkardığı of! Puf! Rahatlama sesleri arasında karısı her zamanki gibi yine rahatsız ve tedirgindi…
Rezzan, gününü oldukça yoğun tempoda geçirdi. Atölyede model üstüne model çizip kumaşlar üstündeki kesimleri makinecilere yetiştirmenin telaşındaydı. Gün boyu ayakta kalmanın yorgunluğu birbirine karışmış varisli damarlarından belliydi. Önceki geceyi düşündüğünde canı yemek bile istemedi. Kocasının bir gün önce fırlattığı terlik, saçlarının arasında hala görünmeyen taze bir yara iziydi. “ Geri zekalı kadın!...” sözcüğü ise kocasının kendisine sarf ettiği ve on beş yıldır kulaklarında taşıdığı küpesiydi. Kişiliğini bir kez kocasına teslim etmişti. Çoğu kez, yakınlarının gelmesinin cesaretiyle bir daha bu ağır sözcüğü kullanmamasını ikaz ederdi etmesine, fakat kocası hiç de tınmazdı. Sürekli toplum içinde aşağılanmak ve bozmak en çok yaptığı davranıştı. Rezzan’ın sinirleri gerildiğinde, odanın içinde sessizlik hâkimdi. Aklı, Arap saçı gibi karmakarışıktı. Yorgun bedenini dinlendirmek, biran önce uyumak ve yorgun yarınlarını karşılamaya hazırlamak gerekliliğini biliyordu. Yatak odasına hep, Bekir’den sonra yatmayı tercih ederdi. Yine böyle bir gecede orta çağın baskısını üzerinde hissetti. Afrika kölelerinden farksızlığına yandı. Ayaklarına pranga bağlanmış mahkûmların kilitlenmesiyle benliğinden kopamıyordu. “ On beş yılı ben ezilerek nasıl geçirdim bu zalimin elinde ?” sorusuna anlam bulamadı. Ela gözleri, televizyonda düşünceleriyle savaşıyordu. Saatin ding-dongları, odanın sessizliğini ancak dört, beş saniye bozabilmişti.”
Rezzan, kocasının, hiddetlenmesinin neler getireceğini, onca ağır bedendeki ellerin, birazdan yüzünde patlayacağını, tekme tokatla çaresiz kalacağını anladığında, sessizce kapının mandalını açıp, karşı komşusu Tuba’nın kapısının zilini ardınca çaldı.
“ Tuba, kusura bakma! Gecenin geç saatinde rahatsız ettim. Benimki yine kudurdu. Kaçmasaydım, her tarafımı mor içinde bırakacaktı.”
“ Gel hele içeri, biraz soluklan bakalım. Sedat da henüz yeni yatmıştı.”
“ Ayrılacağım bu it heriften! Adam alkolik oldu çıktı başıma, kadın olarak artık dayanacak gücüm kalmadı! Akşama kadar çalış, sonrada eve gel, gece yarılarına kadar onun kahrını çek! Artık, olacak gibi değil !”
“ Çay içer misin?”
“ Elim ayağım titriyor, sen bana biraz kolonyandan verebilir misin?”
“ Sakin ol! Heyecanlanma!” Kapının ardındaki tekmeler peşin sıra, apartmanın boşluğunu inletiyordu. Rezzan,
“ Vallahi bizimki yine kudurdu. Polisi çağırıp da, iyi bir ıslattırsam, inan içim buz gibi soğuyacak?”
“ Dur, ben Sedat’ı uyandırayım da, seninkini sakinleştirsin.”
“ Yok! Artık, dayanılacak gibi değil Tuba! Kudurdu kudurassıca!...” Kapı, gecenin bir yarısı açıldığında, ” Bekir’in delicesine bağırtısı, apartman komşularını her zamanki gibi ayaklandırmıştı.
“ Nerde o geri zekâlı kadın! İçeride değil mi?” Tuba, kocasının uyanmasını ve uyku sersemliğinin kendisine verdiği cesaretle,
“ Ne istiyorsun bu kadından? Yıllardır komşuyuz. Hep aynı şeyler. Bekir, artık yaşın da ilerledi. Bırak artık şu içkiyi.”
“Siz kim oluyorsunuz da benim içkime karışıyorsunuz!” Sedat, karısına sert çıkılmasını ilk kez içine sindiremeden uyku sersemliğini üzerinden birden attı.
“ Hooop! Bekir Efendi, Bekir efendi! Kendine gel! Sen benim karımla ne biçim konuşuyorsun?” Ben, karıma dünyada laf söyletmem. Sert çıkışmasının birazdan sataşmaların daha da artacağını göstermesi fazla uzun sürmedi. Sedat, sert tokadını, Bekir’in uyuşuk yüzüne vurduğunda, Bekir, yumuşak bir inişle kapının kenarına olduğu gibi yığıldı. Ağzının kan içinde kalmasına en çok sevinen de Rezzan oldu. Bekir, elinin tersiyle sildiği ağzının pisliğini temizlemesi kolay olmayacağını anladığında, yine de eşinin yardımı ile kendine gelebildi. Ayağa sendeleyerek doğrulduğunda, yediği tokada, yanıt verememenin korkaklığı ile yine sinirini karısından çıkarmaya devam etti…
2003 Bursa Ertuğrul ERDOĞAN
devam edecek...