- Kategori
- İlişkiler
Sadakat
Eğer sevdiğimiz bizimle mutlu değilse, ona istediği sevgiyi veremiyor, beklentilerini karşılayamıyor ve gitmesine izin vermiyorsak ondan sadakat beklemeye hakkımız var mıdır? Onu kendi yarattığımız bir kafes içinde tutarak, sadece kendimiz için yaşamasını istemek büyük bir bencillik değil midir?
Sadakat gösterip sessizce kabullenerek kendi yalnızlığı içinde iç bükey bir yaşama razı olmak çoğu kişinin yazgısıdır. Yasalar, gelenekler, töreler sadakati gerekli kılar ve değer yükler. Oysa günümüzde sadakatin nerede bittiği, ihanetin nerede başladığına dair kesin bir çizgi kalmamıştır. Doğrular da yanlışlar kadar görecelidir artık.
Sadakat toplum tarafından yüceltilirken, edebiyatın sadakatsizliği adeta kutsallaştırması ilginçtir. Öyle ki çoğu kez ihanete uğrayanlar umurumuzda bile olmaz. Bihter’in, Lara’nın, Anna’nın mutluluklarına ortak olurken, Tonya’nın ya da Kont Karenin’in duyguları bizi hiç ilgilendirmez… Onları kendi acılarıyla baş başa bırakırken genel ahlak kurallarını da görmezden geliriz.
İhanetin en zarif şekilde işlendiği Dr. Jivago romanında Pasternak kendi yaşamının gerçeklerini yazar aslında. Pasternak, hayatımı ona borçluyum dediği karısıyla ve onsuz bir hayat düşünemiyorum dediği Olga’yla arasında sancılı bir birliktelik yaşamasaydı, ihaneti böylesine incelikli anlatabilir miydi dersiniz?
Sadakatsizlikle beslenen aşklar sadece romanlarda olmuyor elbet. Edebiyat dünyasının en mutlu çiftlerinde görülen sadakatsizlikler romanlarda yazılanları pek de aratmıyor. Gotik romanın 20. yüzyıldaki en büyük yazarlarından İris Murdoch, çoğu romanlarında kendi hayatından yola çıkarak yerleşik ahlak kurallarını sorgulamış, ruhun ve bedenin sadakatinin farklı olduğu düşüncesini kabul etmiştir.
Ona göre bir insana sahip olmak onun ruhuna dokunabilmekle olur. Ruhuna sahip olduğunuz bir kişiye başkalarıyla bedensel paylaşımlar yaparak ihanet etmeniz söz konusu olamaz. Yaşanan bu tür paylaşımlar aşk değil, bedensel bir arzunun tatmini olduğundan sıradan ve olağan bir ilişkidir.
Buradan bakıldığında, bir ihanetin öyküsünü anlattığı Mandarinler romanını sevgilisi Nelson Algren’e ithaf eden S. Beauvoir’ın aşkı da böyle bir şey olmalı… Algren’e rağmen Sartre’la uzun yıllar edebiyat dünyasının en büyük aşklarından birini yaşayan yazar için söyleyecek tek şey budur bence.
Sanırım Aragon’a da “Mutlu aşk yoktur!” diye şiir yazdıran belki de Elsa’nın sadakatsizlikleriydi, kim bilir?