- Kategori
- Öykü
Safdil

Ülkemde kadın olmanın dayanılmaz ağırlığı
Solmuş basma entari, nerde görsem tanırım. Başka kıyafet giymezdi zaten . Evet, evet, bu o. Keyfi yoktu, pek konuşmak istemedi. Elindeki bezle salon penceresini ovaladı durdu. Hadisene kızım dedim, kendine gelir gibi oldu, sonra yine daldı gitti. Haa bir de durmadan telefonu çaldı, o hayırsız kocasıydı besbelli, işteyim dedikçe laf anlamadı. O telefonu kapattı, öteki bir daha aradı.
Hiç unutmam bir keresinde de zavallı, saç baş darmaduman, yüz göz morarmış halde gelmişti. "Söyle," dedim. "O mu yaptı? Attıralım içeri, tedbir koyduralım, semtine uğrayamasın." Ama bu cahil inatçı, dinler mi? "Yok," dedi. Kafayı dikti. Çocuklarımın babası hapiste, demek ağırına gidermiş. Kız sen kafayı mı yedin? Adamdan dayak yemek, bütün paranı ona vermek ağırına gitmiyor da. Tövbe, tövbe. "Bana bak yoksa sen mazoşist misin?" "Af buyur abla, sen bana iyi bir şey mi dedin şimdi?" Deyince artık dayanamadım. Aldı mı beni bir gülmek? Neyse ne diyordum? Basma entari. Yeni evliymişler kocası almışmış. "Bakma sen abla. Aslında sever beni, hayat şartları işte." Yoksa onu gözünden sakınırmış. "Doğru, sakınan göze çöp batarmış. Seninkine çöp değil, herifin yumruğu kaçmış. Koru bakalım! Daha nereye kadar koruyacaksın?" Baktım, kendim söylüyorum kendim dinliyorum. Bizimki bir türkü tutturmuş bile, umurunda değil. "Kocamdır abla, veli nimetim. Döver de sever de." "Kızım senin gibiler oldukça bu adamlar döver, ne sevmesi?"
Sesi de güzeldi safdilin. Yanık yanık söylerken türkünün bir yerinde ansızın durur, "Abla be," derdi. "Efendim." "Abla be, ölüsünü bile buralarda bırakmak istemez insan. İster ki her zerresi doğduğu toprağa karışsın. Bereketini oralara sunsun." Sanki ona, o günün son görüşmemiz olduğu malum olmuştu. Kapıdan çıkarken duraksadı, geri döndü, "Abla hakkını helal et." "Ne o kız?" diye takıldım. "Seninki elini sıcak sudan soğuk suya sokmayacak galiba, işi bırakıyor musun?" "Yok ,"dedi. "Ondan değil, sokaklar tekin değil, ne olur ne olmaz." Gülümseyip sarmaştık. Ah be güzelim, sokağa ne hacet, senin düşmanın yatağında, allah korusun seni, senin gibileri, diye içimden geçti. İşte, gidiş o gidiş.
Koltukta uyuyakalmışım. Kapı çaldı. Bilinçsizce fırladım. Bağırtı çağırtı, ah vah sesleri kapıyı açmamla merdiven boşluğundan sabırsızca evime yayıldı. İçim sıkıntıyla dolu, aşağı indim. Bahçe kapısına yığılmış bulduklarında yüzü de tanınmaz haldeymiş, "İnşallah o değildir." Eğer o ise ben ne yapayım şimdi? Çaresiz bir kadının pollyannacılık oynayışına göz yuman, karnı tok, sırtı pek duyarsızın biriyim. Hay bana, benim gibilere, bilseydim. Uyurgezerim artık. Ne diyorlarsa yapıyorum."Gel avukat hanım bak," diyorlar. Bakıyor, tanıyamıyorum. Fakat soluk basmanın çiçekleri gözüme ilişiyor. İşte o çiçekleri, nerede görsem tanırım.