Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

13 Kasım '07

 
Kategori
Edebiyat
 

Sait Faik, semaver ve annem

Sait Faik, semaver ve annem
 

Bazı insanları kendimize yakın hissettiğimiz anlar vardır. Oysa hiçbir bağımız yoktur, birbirimizi tanımayız bile. Bazen bir bakış, bir gülümseyiş, bir merhaba içimizi ısıtır. Bazen kitaptaki bir satıra, tuvaldeki bir fırça darbesine takılır kalırız.
Bize tanıdık gelen bir şeyler vardır orada. Kendimizi bulduğumuz ya da kendimizden bir şeyler bulduğumuz. Böyle anlarda farkında olmadan içimize doğru bir yolculuğa çıkarız.

Sait Faik'in Haliç semtleriyle ilgili öykülerinin beni alıp yıllar öncesine götürmesi de sanırım bundandır. "Zeyrek'teki setlerin üzerine oturdum.Önümde Vefa. Atatürk Bulvarı'nda cinler top oynuyor. Rüzgar bir kaleden bir kaleye bulut atıyor." * -Sevgili Sait Faik Atatürk Bulvarı'nın bugünkü halini sanırım görmek istemezdi.-

Atikali, Fatih, Zeyrek, Vefa, Süleymaniye O'nun olduğu kadar benim de semtlerimdi. Katip Çelebi İlkokulu, Cibali Kız Ortaokulu- şimdi lise- Fatih Kız Lisesi üçgeninde geçen çocukluğum ve ilk gençlik yıllarım.Tüm evreni içine sığdırdığımız bir yürekle "yaşamayı delicesine sevdiğimiz" yıllar...masum , mutlu, kaygısız.

Bugün, ister Haliç Köprülerinden geçerken, ister Tepebaşı'nda otobüs be
klerken karşı kıyıya şöyle bir bakın: " Haliç! Fakir, tarihi, efsanevi semt.Haliç, sen bir nehir misin? Tuzlu su musun? Can mısın, canan mısın?" * diye belki içinizden, belki de sesli ama muhakkak siz de Sait Faik gibi sesleneceksiniz.

Semaver'i içim burkularak okumamın nedeni Haliç'te yoksul bir işçi evinde geçtiğinden değildi.Bu evler çok tanıdık gelir bana. Hepsi anılarımda eski bir dost gibidir.Bu yüzden anlatılan hiç bir şey yabancı gelmez. Ama bu öyküyü okuyunca, yüreğimin kuytularında katılaşıp kalan duygularım Semaver'in sıcak buğusunda yeniden canlanıverdi.
Halıcıoğlu'nda bir fabrikada elektrik işçisi olarak çalışan Ali'yle ortak kaderi paylaşmışız meğerse... Sabahları dar, çamurlu, kaldırımsız sokaklardan Haliç kıyılarına inerek sise karışan fabrika dumanlarını solumuşuz, yıllarca birbirimizden haberimiz olmadan. O karşıya, Halıcıoğlu'na geçerken, ben Eminönü'ne doğru yol almışım.

"Sabahleyin Ali'nin bir semaver, bir de fabrikanın önünde bekleyen bir salep güğümü hoşuna giderdi. Sonra sesler.
Halıcıoğlu'undaki askeri mektebin borazanı, fabrikanın uzun ve bütün Haliç'i çınlatan düdüğü onda arzular uyandırır, arzular söndürürdü."
Benim de içimde yanıp sönen arzular vardı elbette. İnsan 18 yaşında olur da hayalleri olmaz mı? Ama bu çok uzun sürmez, tuzlu, serin bir rüzgarla birlikte isli vapur dumanlarına karışarak yitip giderdi.

"Ali'nin annesine ölüm bir misafir, bir başörtülü namazında niyazında bir komşu hanım gelir gibi geldi. (...) Bir sabah Ali daha uyanmadan semaverin başında, üzerine bir fenalık gelmiş; yakın sandalyeye çöküvermişti. Çöküş o çöküş."
Ali şanslıydı.Annesinin ölümüne bire bir şahit olmamıştı. O sevecen bakışların bir an da nasıl donup kaldığını görerek dehşete düşmemişti.
Annem, azraille el ele tutuştuğunda gözleri gözlerime kilitlenip kalmıştı.Korku ve çaresizlik vardı bakışlarında. Sağ elini tutuyordum, parmakları hafifçe hareket etti.Yaşama tutunmak ister gibiydi. Benden çok uzaklara gittiğinde bile, ben hala onun bana bakarken kapanan yarı aralık gözlerine bakıyordum.
Hiç bir şey hissetmemek kadar korkunç ne olabilir?
Annemin ardından hiç ağlayamadım!

"Bütün arzusuna rağmen o gün hiç ağlayamadı. Gözleri yandı, bir damla yaş çıkarmadı. (...) Ali günlerce evin boş odalarında gezindi.Yere ışık yakmadan oturdu. Geceyi dinledi.Anasını düşündü.Fakat ağlayamadı..."
(...)
"Bir sabah yemek odasında karşı karşıya geldiler.O, yemek masasının muşambası üzerinde sakin ve parlaktı. Güneş sarı pirinç maddenin üzerinde donup kalmıştı. Onu kulplarından tutarak gözlerinin göremeyeceği bir yere koydu. Kendisi bir sandalyeye çöktü. Bol bol sessiz bir yağmur gibi ağladı."

A
nnemin ölümünden kısa bir süre sonra, bir pazar sabahı çok sevdiğim muhabbet kuşum kafesinden çıkmış ortalıkta gezinirken, açık kalmış balkon kapısından uçuverdi...
Ardından on beş gün ağladım...
 
Toplam blog
: 235
: 2079
Kayıt tarihi
: 26.09.07
 
 

Burada yazarken kim olduğumuzun, ne olduğumuzun bir önemi olmadığını düşünüyorum. Önemli olan yaz..