Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

31 Mayıs '08

 
Kategori
Dostluk
 

Sanada güle güle......

Sanada güle güle......
 

Ender Yavuz Ger


Gladyatör filmini seyredenleriniz vardır muhakkak. Filmim sonunda ölüm gerçekleşir ve Now we are free adlı parça çalmaya başlar. Sözlerinde derin anlam taşıyan bu parçayı ben çok severim ve her müzik dinlemek istediğimde en az bir kere dinlerim.

Annem ile babamın boşanmaları beni çok etkilemişti. Babam ısrarla tatile çıkmamı istedi. Değişikliğin iyi geleceğini söylüyordu. Bir arkadaşımla beraber çadırlarımızı alarak Bodrum’a gittik. Bu seyahat 1980 yılının Temmuz ayında gerçekleşti. Bodrum ile Gümbet arası çalışan Jeep dolmuşların, evlerin ve otellerin olmadığı, sahilde çok az kişinin denize girdiği, koyların bakir olduğu dönemlerdi. Mocamp Ali’ yi tavsiye ettiler bize. Çadırımızı kurduk ve güneşin tadını çıkarmaya başladık. Etrafımızda çadırlar vardı. Sabahları merhabalaşıyor, bazen beraber yemek yiyip denize giriyorduk. Orada, tam yanımızda ki çadırda tanıştım Yavuz ve Ali ile. Beraberce, Kuşadası, Çeşme derken 1 ay geçirdik beraber.

İstanbul’a döndüğümüzde her gün beraber geziyorduk. Fenerbahçe, Aşiyan, Çamlıca, diskotek neresi olursa, hiç ayrılmadık.

Askere gitti Yavuz bin bir zorlukla, sonra da ben, ayrı kaldığımız zamanlardı. Görüşemediğimiz, paylaşamadığımız bir süreçti bu. Arkadaşlığımız dostluğa dönüştü. Kardeşim olmadı benim ama Yavuz benim kardeşimdi. Kaybettiğimiz arkadaşlarımız oldu. Beraber üzüldük. Kız arkadaşlarımız oldu. Sonra bir gün ben evlendim. İlk zamanlar Yavuz biraz uzak durdu benden, sonra o bana, ben ona akşamları ev ziyaretine başladık.

Altıyol’ da yazıhanesi vardı. İş kurduğumda bende Altıyol’ daydım. Artık öğlenleri beraberdik. Hafta sonu beraber program yapardık. Her akşam telefonla konuşurduk. Akvaryumdaki balıklardan, bilgisayar oyunlarından konuşurduk. Telefon konuşmalarımız bir saate yakın sürerdi. Ne bulursunuz konuşacak demeyin sakın en matrak şeylerden en ağza alınmayacak şeylere kadar. Kimi zaman dertleşir, kimi zaman üzgün kapatırdık telefonu ama her akşam en az bir saat konuşurduk. Hafta sonu, akşamları ya o bana gelir ya ben ona giderdim, rakı içmeye ve film seyretmeye. Derler içtikleri su ayrı gitmez diye, işte aynı bu tabirle özdeşti bizim arkadaşlığımız. Eşime anlatamadığım dertleri onunla paylaşmıştım.

Etrafımdaki arkadaşlarımla ilişkim hiçbir zaman Yavuz ile olan arkadaşlığım gibi olmadı. Öyle ki, sanki benim demoralize olduğum günleri sezer beni arar ya da gelirdi. Hiç program yapmazdı ama hemen bir şeylere karar verirdi. Ya yemeğe çıkardık, ya Eminönü’ne akvaryumcuları dolaşırdık, bazen bir cafede oturur bulurdum kendimi. Kahvesini bol şekerli içerdi ve bana da kızardı az şekerli nasıl içiyorsun onu diye. İlk yazılarımı o okudu. Dönüp bana müthişsin demişti. Aslında müthiş değildi ama beni poh pohlamıştı.

Seneler seneleri kovaladı. Ara sıra birbirimize kırıldığımız zamanlar oldu, ama ya o benim gönlümü alırdı ya da ben onun. Beraber yaşlandığımızda, elimizde bastonlarla akvaryumcuları dolaşacağımız günleri konuşur kahkahalarla bu oluşacak yeni halimize gülerdik. Müzik anlayışımızda da uyuşurduk. İkimizde teknolojiye çok hassastık ve genelde sohbetlerimiz hep teknoloji üzerineydi.

Artık teknoloji konuşacak kimsem yok biliyormusunuz? Balıklarımı anlatacak da, kahve içecek de kimsem yok. Kolum kırıldı. Kanadım da kırıldı. Yıkıldım. Duvarlara boş boş bakıyorum.

İnsan içine doğru nasıl ağlarmış onu öğrendim. Çok bitkinim, halsizim ve tüm yaşam olgularımı kaybettim. Düşünemiyorum ve sağduyumu kaybettim. Çalışmak istemiyorum. Gazeteye bakmak istemiyorum. Televizyon seyretmek istemiyorum. Sağ yanım felç oldu sanki.

Şu satırları yazmak istedim. Bu sizlerle paylaşacağım son yazım. Artık yazmak istemiyorum.

Ben, Frank Sinatra ile Stranger in the night, Nat King Cole ile Unforgettable ve Shirley Bassey ile İf you go away dinliyorum ve beraber ellerimizde nasıl baston olamıyacağını veya sadece ben nasıl bastonlu olabileceğimi düşünüyorum.

İki hayat bağım vardı birini kaybettim.

Ölümden konuşurduk ama hiç şakasını yapmazdık, güler geçerdik. Hiç üzerimize de değdirmezdik, ölüm bize niye gelsin ki? Ama, ne yazık ki seni uğurlayan ben oldum. Artık telefonum hiç çalmayacak ben seni çok aramak istesem bile, elim defalarca telefona gitse bile…

Helalleşemedik bile. Hastaneden çıktığında sarılmıştım ona, gözleri dolmuştu. Keşke daha fazla sarılabilseydim. Gözlerim doldu taşıyor. Titriyorum ama kendime gelemiyorum.

Sana da güle güle dostum.

Mekanın cennet olsun dostum.

Seni uğurluyorum Sarah Bright ile, Time to say goodbye.

 
Toplam blog
: 51
: 628
Kayıt tarihi
: 12.04.07
 
 

Hayatı farklı gözle bakmayı seven, haksızlığa tahammül edemeyen, olaylara sessiz kalıp yerinde mü..