Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 

24 Haziran '06

 
Kategori
Mizah
 

Şansı olan kişi, çeliği kırar dişi

Şansı olan kişi, çeliği kırar dişi
 

Eve dönerken, DVD kiralayan bir dükkâna uğradım, raflardaki filmlere baktım, güzel bir film alıp çıktım. Evde ayaklarımı uzatıp keyifli bir film izlemek niyetindeyim. Eve varmadan bir de market alışverişi sıkıştırdım araya… Yiyecek, içecek bir şeyler aldım, heyecanla evin yolunu tuttum. Kolay mı? Uzun zamandır aradığım bir filmi bulmuşum… Ben bunun tadını çıkarmam mı?

Elbet çıkarmak isterim ama… Çıkaramam ki! Kesin bir aksilik çıkar!

Böyle durumlarda şanssızımdır ben. Düztabanımdır yani!.. Önemli bir maç olur… Biraları çerezleri yüklenir eve giderim erkenden… Sabırsızlıkla maçın başlamasını beklerken bir gurup misafir çıkar gelir aniden. Hem de maçtan hiç anlamayan cinsten! Bira-çerez kısmında bana çok güzel eşlik ederler ama… Ama… Aması filan yok! Hepsi o kadar! Ben maça konsantre olmaya çalışırken, onlar günlük siyasetten, havaların serinlemesinden, çocukların okul servislerinden, Adana’nın bitmeyen metrosundan konuşurlar. Kendi aralarında konuşsalar sorun yok da… Konuşulan her sözcüğe, söylenen her söze benim de ortak olmak olmamı isterler ve sürekli soru sorarlar, cevap beklerler:

“Elin adamı metroyu yüz sene önce yapmış. Hem de yerin altına!.. Biz yerin üstündeki tren yolunu on yıldır bitiremedik!..”

“………”

“Ne diyorsunuz Öncül bey bu işe? Siz gazetede yazı da yazıyorsunuz. Bilirsiniz belki… Ne zaman biter bu metro?”

“……..”

Ben Hasan Şaş’ın şiir gibi çalımlarına, adrese teslim ortalarına dalmışım… Hiçbir şey duymuyorum ki!.. Ama eşim duyuyor tabi. Misafire ayıp olmasın diye beni gelip dürtüklüyor, misafirin sorusunu tekrarlıyor:

“Öncül… Ahmet Bey, ‘Metro ne zaman biter?’ diye soruyor…”

“Haaa?... Ne?... Kim?... Evet… Ahmet Bey… Nasılsınız Ahmet Bey?... İyi misiniz?... Yenge nasıl?... Çocuklar nasıl?...”

Eşim sinirleniyor haliyle ve çekiştiriyor kolumdan ve bihaber olduğum sohbet konusunu hatırlatıyor bana, dişlerinin arasından sinirli bir fısıltıyla:

“Metro Öncül… Metro!...”

“Haa… Evet… Metro… Metro nasıl? İyi mi?... Afiyettedir inşallah….”

Mizahla uğraşmanın bazı avantajları oluyor tabii. Maça dalıp gitmiş, dünya ile ilişkisi kesilmiş bendenizin bu sözleri espri sanılıyor ve salondan şen kahkahalar yükseliyor. Onlar kahkahaları ile meşgulken, ben tekrar maça dönüyorum.

Benim maçım, onların sohbeti defalarca kesiliyor. Birbirimizin söylediklerinden de dinlediklerinden de, izlediklerinden de bihaber devam ediyor gece. Benim maçım araya gidiyor, onların misafirlikleri!

Galatasaray’ın UEFA kupasını aldığı gece de tam bir faciaydı. Yine bira, kola, çerez, meyve, sigara, bayrak, şapka v.s. gibi her türlü altyapı malzemesini hazırlayıp eve gelmiştim erkenden. Tam maç başlayacakken elektrikler kesilmişti. Ne geceydi be! Elimde telefon elektrik idaresini arıyorum… Sürekli meşgul!... Sinirden köpürmüş durumdayım… Neyse ki çok gecikmeyip gelmişti elektrik.

* * *

Bir şeyi çok istediğim zaman olmuyor. Sanki birileri benim heyecanlı, mutlu halimi görüyor, “Nasıl ederiz de bu adamın sevincini kursağında bırakırız?” diye planlar yapıyor! Gene öyle oldu. Apartmanın bahçesine girdim… Arabayı park edeceğim, yer arıyorum… Yok! Bir tek arabalık yer yok! Geri çıktım dışarı… Dışarıda da yer yok! Kaldırımlar, duvar kenarları… Her yer dolu! Arabayı belki de beşyüz metre ileri bir yere bıraktım, poşetleri yüklenip çıktım. O kadar yolu, o kadar poşetle yürüyüp eve ulaştım. Kapının önünde biraz nefeslenip zile bastım. “Zaaaart” diye bir ses geldi, kapı otomatiği kapıyı açtı. Ayağımla kapıyı itekleyip önce poşetleri, sonra kendimi attım içeri. Asansörün önün geldim… I-nı-nı-nıııııııın!.. İşte gecenin sürprizi! Asansörün üzerinde bir yazı:

“Bakım nedeniyle asansör servis dışıdır”

Bir anda elim ayağım boşandı… Sinirlerim tepeme çıktı… Duvara yaslandım, kendimi toparladım, nefeslendim… Merdivenleri yavaş yavaş çıkmaya başladım. Birinci kat, ikinci kat… Ha gayret… Bir kat kaldı… “Çat!” Merdiven otomatiği kapandı… Merdivenler zifiri karanlık! Otomatiğin anahtarı nerede? Bilinmez! Elimde poşetlerle karanlıkta kalakaldım! Nasıl edeceğim de yakacağım tekrardan merdiven otomatiğini? Poşetleri yavaşça bıraktım yere, el yordamı ile merdiven otomatiğini aramaya başladım… Yok! Merdiven otomatiği yok! Olur mu canım. Merdiven otomatiği olmayan apartman mı olur?!.. Evet olmaz ama… Yok işte! Hani, nerede? Çakmağımı aradım ceplerimde… Yakıp arayayım anahtarı onun ışığı ile. O da yok! Cep telefonunu çıkardım… Belki ekranının ışığı bir işe yarar… Nafile! Ekranın ışığının kendine hayrı yok! Tek çare el yordamı ile arayıp bulmak anahtarı. Aramaya devam! Sonunda buldum anahtarı, bastım heyecanla… “Din-donnnnnnnn” Eyvah! Kapı zili!... İçeriden bir çocuk, “Kiiiiii mooooo?” diye seslendi… Ne cevap vereceğim ki? “Ben…” dedim, “Öncül… Üst kat komşunuz… Yanlışlıkla bastım zilinize…” Kapı açıldı, çocuk kapıya çıktı, merdiven boşluğu aydınlandı… Fırsat bu fırsat atladım bastım merdiven otomatiğine… Teşekkür ettim çocuğa, annesine, babasına selamımı söylemesini rica ettim ve poşetleri bıraktığım yerden almak için koşar adım merdivenleri çıkmaya başladım. Malum… Tekrar sönebilir otomatik! Ben koşarken çocuk arkadan seslendi:

“Babamgil zaten sizde Öncül amca… Misafirliğe gittiler…”

Elime aldığım poşetler birden ağırlaştı sanki. “Yaaa… Öyle miiii?” dedim çocuğa, “Çok güzel! Sevindim! Hadi sen içeri gir! Kalma dışarıda!”

Kapımızın önüne geldim, zili çaldım… Eşim açtı kapıyı, elimdeki poşetleri aldı. “Misafir…” dedi fısıldayarak, “Alt kattaki Refik Bey ile hanımı bizde.” Başımı salladım, “Evet” dedim, “Haberim var…” Hemen mutfakta elimi yüzümü yıkadım, girdim içeri. Hoş geldiniz dedim misafirlerimize. Feleğim şaşmış bir vaziyette yığıldım kaldım koltuğa. Sohbete başladım ucundan kenarından… Hal hatır… Hoşbeş… Nasılsınız iyi misiniz muhabbetleri derken… Daha beş dakika olmamıştı ki… Refik Beyler kalktılar. Halime acımış olmalılar, “Siz de yorgunsunuz. Başka zaman yine geliriz. Zaten alt kattayız…” deyip, izin istediler ve çıktılar. Bu bir mucizeydi! Hemen kalktım, üzerimi değiştim, koltuğuma tekrar kurulup, eşime seslendim:

“Yeni bir DVD aldım onu verir misin? Enfes bir film.”

“Nerede?...”

Güzel soru… Nerede?.. DVD nerede? Çok düşünmedim. Hemen hatırladım. DVD nerede?... DVD, Arabanın torpido gözünde! Poşetleri filan aldım ama… DVD’yi almayı unuttum!...

Ooooof, of!... Dedim ya… Bir şeyi çok istersem mümkünü yok olmaz, mutlaka bir aksilik çıkar! Bana mutluluk, keyif, neşe haram!... Kurban olduğum Allah benim sabrımı mı deniyordur nedir?

Daha terim soğumamış… Şimdi kalkacağım… Pijamalarımı çıkaracağım… Üzerimi tekrardan giyeceğim… Merdivenleri ineceğim… Beşyüz metrelik yolu yürüyüp, arabaya gideceğim… Ve sonra tekrar döneceğim o beşyüz metrelik yolu… Tekrar merdivenleri çıkacağım… Tekrar üzerimi değiştireceğim…

Eeeee?... DVD’yi alıp geldikten sonra izlememin garantisi var mı? Bende bu şanssızlık olduktan sonra tabii ki yok! Alır gelirim… Bu sefer de elektrikler kesilir, DVD oynatıcı arızalanır, evi su basar, köyden akrabalar gelir, deprem olur… Olur!... Mutlaka bir şey olur!... O zaman niye zahmet edeyim ki!... Vurur kafayı yatarım daha iyi!...

>> İllüstrasyon: SefaRe

 
Toplam blog
: 118
: 1658
Kayıt tarihi
: 20.06.06
 
 

70'li yılların sonlarına doğru (1977 veya 1978... Belki de 1979...) tüm zamanların efsane dergisi..

 
 
 
 
 

 
Sadece bu yazarın bloglarında ara