Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

09 Kasım '06

 
Kategori
Satranç
 

Satranç spor mudur?

Satranç spor mudur?
 

Satrancın spor olup olmadığı tartışmaları her zaman gündemdedir. Hatta ulusal ve uluslararası spor federasyonları bile vardır. Ulusal ve uluslararası antrenör kursları ve seminerleri vardır. Bu açılan kurslarda spor sosyolojisi alanında eğitmenlik görevi bile almaktayım, ancak her zaman aklımın bir köşesinde aldığım spor eğitimi kariyerimde bana öğretilen spor tanımları içerisine satrancı bir türlü spor yerine koyamadım. Kursiyerlerle hep bu konuyu konuşurum, tartışırım, ama satrançla ilgilenen bu kişiler, hiçbir zaman beni ikna edememişlerdir. Şimdi uluslararası bir spor örgütlenmesiyle resmiyet kazanan ve kabul edilen bir olgunun içine çomak sokmak gibi bir düşüncem de asla yoktur, bu beni aşar. Ancak naçizane bir akademisyen olarak ve bu işin eğitimini almış biri olarak da düşüncelerimi açıklamak zorundayım.

Önce sporun ne demek olduğuna bakmak gerekmektedir. İlk önceleri bireysel bir olgu olarak beliren spor, daha sonraları toplumsal bir nitelik kazanmasıyla daha geniş kitlelere yayılmıştır Yadsınamayacak, hafife alınamayacak bir gerçek olarak karşımıza çıkan spor, birçok toplum-bilimsel incelemelere de konu olmuştur. Yirmibeş yüzyıllık bir geçmişi olan sporun günümüze kadar birçok tanımı yapılmıştır. Bazıları geçersiz bazıları ise yetersizdir, ama her tanımın da zamanına göre savunucuları olmuştur ve geçerlidir.

Birinci tanıma göre spor, insanın doğasında bulunan saldırganlık dürtüsünün sağlık ve emniyet amaçlı denetim altına alınmasıyla savaşın, barışçı amaçlı hazırlığıdır.

İkinci tanıma göre spor, M.Ö. 3000 yıllarında soylu İngiliz ailelerinin çocuklarını disiplin altına almak, bireyin ruh ve beden halini sağlıklı kılmak için günlük yaşamın gerginliğini baskı altında tutan bir araçtır.

Üçüncü tanıma göre spor, devletlerin kendi politikalarını yaymak, kabul ettirmek ve ülke insanlarının her an savaşa hazır olması için yapılan bir eğitim aracıdır.

Dördüncü tanıma göre ise spor, kitlelerin afyonu ve suspansuvarlı milliyetçiliktir. Yani Francisco Franco’nun Bernabeau stadı için söylediği o meşhur ‘bana 150 bin kişilik bir uyku tulumu yapın’ sözü ve Antonio Salazar’ın ‘ben Portekizi kırk yıl süreyle 3 F ile yönettim’ (fiesta, fadima, futbol-şölen-örgütlü din-futbol) sözü bu tanımın felsefesidir.

Yukarıdaki tanımlardan çıkarak günümüz için geçerli olan ortak bir spor tanımını ise Kurthan Fişek şöyle yapmaktadır:

“Spor, insanın doğayla ilk ya da toplumla işbirliği-işbölümüne dayalı ileri ilişkilerinin bir benzetim modeli olarak, doğayla savaşım sırasında edinilen bedensel beceri ve geliştirilen araçlı-araçsız yöntemleri, sonuçları açısından barışçıl, yapan açısından tam güncü, izleyen açısından eğlendirici biçimde bireysel ya da toplu boş zamana uygulayan; oyun oyalanma ve işten uzaklaşmanın araçlarını giderek işin kendisi yaparken kendi bağımsız ekonomik aygıtını da geliştiren estetik, teknik, fizik, yarışmacı, mesleki ve toplumsal bir süreçtir”.

Şimdi bu tanımdan sonra, satrancın spor olup olmadığına bakmak lâzım. Bazı yazarlar, düşünürler, “peki o halde siz satrancı spordan saymıyorsanız, bir yere yerleştirin ve adını koyun” dedikten hemen sonra da “tartışmanın bir anlamı yok bence, her spor gibi satranç da beyin sporudur. Çünkü fiziksel tüm hareketleri, beyinsel fonksiyonu vardır. Beyin kaslarını da ancak beyin cimnastiği ile yapabilirsiniz. Beyin cimnastiği ile düşünsel güç, fiziksel güce dönüşür” demektedirler.

Satrancı bir yere yerleştireceğim ama önce tartışmak gerekiyor bence, tartışmadan bir yere varamayız. ‘Beyin cimnastiği’ni spordan gelen bir kavram olması nedeniyle kabul ettiğimizi varsayalım, ‘düşünsel gücün’ nasıl ‘fiziksel güce’ dönüştüğünü ise gerçekten anlamak ve kabul etmek biraz zor gibi. Satrançta ‘fiziksel güç’ nerede, nasıl oluyor, bunu anlamak zor. Eğer taşları yerinden oynatırken çalışan kol kaslarımız kastediliyorsa, raftan kitap alan kişinin de kol kasları çalışıyor, yemek yerken de kol kaslarımız çalışıyor. Yani her kas çalışması spor değildir, önce bunu belirlemek lâzım. Günümüzde bilgi ve iletişim teknolojisinin gelişmesiyle beraber internet aracılığıyla bilgisayarlardan bile satranç oynanabilmektedir, ama bu teknolojiyle hiçbir zaman 100m. koşulmuyor, sırıkla yüksek atlanmıyor. Yüksek müsadelerinizle böyle spor olmaz.

Her düşünce aktivitesi spor olur mu olmaz mı sorusunun yanıtını verebildiğimiz zaman sorun zaten kendiliğinden ortadan kalkmaktadır. Olimpiyatların ana felsefesi; ‘citius’ daha hızlı, ‘altius’ daha yüksek, ‘portius’ daha kuvvetli’dir. 2000 Yaz Olimpiyatlarına alınan Briç de eğer kabul edilecekse (-ki hiçbir zaman bu da değildir bence-) bir düşünce sporudur. Fakat bu aktiviteleri gösteri kapsamında, Olimpiyatlara fazla katılım ve hareket getirmek için düzenlenen, organizasyon zenginliği amaçlayan aktiviteler olarak baktığımızda da yanlış yapmış oluruz. Uluslararası bir spor federasyonu olan branşın Olimpiyatlara alınış gerekçesi iyi niyetli baktığımızda bile böyle olmamalıdır; çünkü satranç resmî federasyonu olan bir örgütlenmedir.

Satranca Olimpiyat felsefesi açısından baktığımızda; citius yani daha hızlı mıdır? Hayır. Rakibe, ‘haydi oyna sıra sende, ne bekliyorsun’ diyemezsiniz. Altius yani daha yüksek midir? Eğer rakipleri yenerek şampiyon olmak anlaşılıyorsa evet, fakat buradaki daha yüksek kavramı, fizyolojik bir zorlanma ile vücut sınırlarının zorlanması, araçlı veya araçsız daha yükseğe sıçramak anlamındadır. Portius yani daha kuvvetli midir? Hayır. Çünkü bu da fizyolojik bir zorlanma ve gelişme anlamındadır. Çeşitli bilim adamlarının yaptıkları çalışmalar, yeni buluşlar hep beyin cimnastiklerinin ürünleridir. Bu insanlar aynı bakış ile yaklaşıldığında ‘bilim sporu’ yapıyor olmazlar. Bilim yapılırken, buluşlar, icatlar yapılırken spor da yapılıyor olmaz. Çok çeşitli konularda uzman kişilerin zaman zaman insanların kendi sağlıklarını düzenlemek veya korumak için önerdikleri spor egzersizleri, fiziksel aktivite anlamındadır. Kolesterolü yüksek ve şişman bir kişinin, sağlığını düzenlemek için doktordan aldığı öneri, hiçbir zaman ‘oturduğunuz yerde iyi bir rakiple düzenli olarak en az günde yarım saat satranç oynayın’ olmaz. Yani sporda mutlaka fizyolojik bir zorlanma olması lazım, sporun en temel, en birinci şartı budur.

Satrancın spor olarak kabul edilmesi, tanım ve kavram kargaşası erozyonundandır. Hani meşhur bir futbol yorumcusu ‘penaltı, penaltı gibi olmalı’ diyor ya, bunu düzenlersek biz de ‘spor, spor gibi olmalı’ diyoruz. Satranç, modern yaşamın kültürlenme eğitiminde, dünyaya bakış açısını geliştirme ve düzenlemede, analitik bir kafayla düşünme yetisini geliştirmede, tartışılamayacak kadar derin ve engin katkılar sağlar. Çünkü, düşünsel ve kültürel bir olgudur, aktivitedir, ama asla spor değildir.

 
Toplam blog
: 135
: 1226
Kayıt tarihi
: 11.10.06
 
 

Ankara Üniversitesi Beden Eğitimi ve Spor Yüksekokulu Öğretim Üyesi. Spor Sosyolojisi, Popüler Kültü..