Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

29 Temmuz '10

 
Kategori
Deneme
 

Savunma

Savunma
 

İstanbul'u çok seviyoooooom!


- ‘ İstanbul'u pek severim. Beş yaşındayken göçmüşüz bu kente. Hatırlamıyorum. Sümüklü bir okul çocuğuyken, demir parmaklıklı cezaevi arabalarına benzeyen servis minibüsünü çok severdim. Çok cılız bir çocuk olduğum için itilip kakılırdım hep. Okula varana dek diğer iri kıyım çocuklar tarafından bir güzel pataklanırdım. Kulağında sürekli ayput kulaklığı olan şoför Metin abi ise bizim bu didişmemize hiç karışmazdı. Her hafta içi sabahın beş buçuğunda başlayan dayağın etkisi ile ilk derse epey bir ferahlamış olarak girerdim. Paydos zilinden sonra ise, dönüş yolunda bütün yol arkadaşlarımın yorgun halinden olsa gerek, beni dövmeye gerek duymazlar, sadece yakın çevreme sövmekle yetinirlerdi. İstanbul’u daha yedi yaşında bir ilkokul veledi iken sevmeye başlamıştım. Sonra serpildim, bıyıklarım terledi de okul kırma devrine girdim. Bu devir, İstanbul'un bazı semtlerindeki arka sokak muhabbetlerine şahit olmama vesile oldu. Bu kentteki en keyif aldığım devirlerden biridir. Efendim, yine okulu kırdığımız her gün (bir yılda en fazla 21 gün kırabilecekken, biz bir yolunu bulup bunu otuz beş-kırk güne çıkarabiliyorduk) arka sokağın birindeki terk edilmiş eski bir konaktan içeri dalar, üst kattaki sevgili İzzet ağabeyin makamını ziyaret ederdik. İzzet abi bize özenle sardığı sigaralıklardan ikram eder ve ceplerimize üç-beş kuruş da harçlık verirdi. Neden böyle yaptığını dördüncü ziyaretimizde anlamıştım. Artık verdiği her sigaralıkla birlikte yanında promasyon olarak bir de renkli hap veriyor ve bunu, makamını ziyaret edemeyen arkadaşlarımıza satmamızı talep ediyordu. Biz de İzzet ağabeyimizin bu ricasını kırmıyorduk. Bu böyle uzun zaman devam etti. Ta ki, İzzet Ağabeyimiz içimizden birinin burnunu kesene kadar. Suç aleti olur diye bıçak kullanmamış, işini bir cam parçası ile halletmişti. Bu durum burunsuz arkadaşımızın babasını çok kızdırmış olmalı ki, İzzet ağabeyimizin hayatının geri kalan kısmını nüfus planlamasına katkıda bulunacak bir eksiklikle geçirmesine aracı oldu.

Bize de o bölgeden uzamak düştü. Ancak sigaralığın tadı damağımızda kalmış olmalı ki, bu ayrılığa bir yıl bile dayanamamış, beş kafadar yeni bir ağabey bulmuştuk kendimize. İzzet abiden daha iri kıyım, esmerce, pos bıyıklı, yüzünün sağ tarafında avuç içi büyüklüğünde yanık izi olan bir adamdı. Adı Fikret'ti. Fikret ağabey bize daha kaliteli sigaralıklar hediye eder, daha mühim miktarda cep harçlığı(!) verir ve daha iyi mekanlarda ticaretimize devam etmemizi sağlardı. Bu sayede çok iyi bir çevre edinmiş, itibar görmeye başlamıştık. Yıllar geçtikçe Fikret Ağabeyimizin güvenini kazanmaya başladık ve askerlik görevimizi Onun görkemli malikanesinde, belimizdeki delikli demirlerle yapmaya başladık. Artık ticari faaliyetlerimize hiçbir şey satmadan devam ediyorduk. İstanbul’un mühim eğlence mekanlarının muhasebe servislerini ziyaret ediyor, tek bir renkli hap vermeden, içi para dolu sarı zarflar alıyorduk. Fikret ağabeyimiz bu zarfları ofisindeki ceviz kaplama masasının üzerinde duran, bildiğimiz bakkal terazisinin bir kefesine koyar, hassas bir şekilde tartım işlemini gerçekleştirdikten sonra, kasaya koyardı. Hiç bir zaman sarı zarflarlar birini açıp, içindeki paraları saydığına şahit olmadım. Ama ağırlıklarını muhakkak bir yere not alırdı. Bir keresinde bir zarfın hafif olduğuna kanaat getirmiş olmalı ki, ilgili eğlence mekanının sahibinin çocuk edinme hakkını elinden alma görevini yerine getirmiştik. Bu yöntem bana çocukluğumu ve İzzet ağabeyi hatırlattı. Neden böyle bir çalışma yöntemi uyguladığını çok sonraları Fikret abiyi mayosuz gördüğümde anlayacaktım. İstanbul’u çok sevmiştim. Babam, annemi çalışma arkadaşlarına meze yapmaya başladığında henüz dokuz yaşındaydım. Ablamı, annemin yanında kampanya hediyesi gibi sunması ise, on ikili yaşlarıma denk gelir.

Böylesine ekşın(!) dolu bir evden, sokaklara adım atmam o yaşlara denk gelir. İyi ki İzzet ve Fikret ağabeylerle yoluma devam etmiştim. Yoksa babam beni de…. Fikret abiyi mayosuz gördüğüm gün, aklıma babam gelmişti Hakim Bey. İşte bu yüzden babamı artık bize kardeş yapamayacak hale soktum. Gerçi zaten altmışını çoktan geçmiş, çişini tutamayan bir ihtiyardı ama olsun, neme lazım deyip, ben işimi Fikret Ağabeyimden öğrendiğim şekilde hallettim ve işi garantiye aldım. Pişman değilim Hakim bey. Ama son bir şey söylemek istiyorum. İstanbul’u çok sevdim ben..’’ - ‘ Yaz kızım! Sanığın falanca hastanenin, filanca servisine sevkine………. ’’
 
Toplam blog
: 28
: 669
Kayıt tarihi
: 17.07.10
 
 

Klasik Türk Musikisi, edebiyat, tiyatro, ülkeler, sosyoloji, psikoloji, tasavvuf gibi olgular ilgi a..