Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 

05 Ekim '09

 
Kategori
Futbol
 

Sekizinci haftanın ardından

Sekizinci haftanın ardından
 

kaynak:internet


Geçen haftadan belirttiğim gibi bu haftaki maçalar dolu dolu geçti ve bolca yazacak şey çıktı. Umarım her hafta böyle zevkli mücadeleler görürüz de ligimize biraz renk gelir. Beşiktaş-Denizli karşılaşmasında iki ayrı maç vardı aslında. İlk önce sahadakinden bahsedelim. Her şey Beşiktaş için iyiydi aslında: ilk 10 dakika hırslı ve istekli bir takım, anlayışlı bir hakem (Ekrem’e kırmızı kart yerine sarı kart gösteren). Ama tribünlerde sahadaki maçı takmayan bir seyirci olunca futbolcular da maçtan koptu. Bir grup seyirci “Yıldırım Demirören Yeter”, “ Yönetim İstifa” derken bir grup da “Beşiktaşım benim…” Kartal gol gol” diye bağırıyordu. Kayseri maçında bağıramayan ya da bağırtılmayanlar, CSKA maçından sonra isyan bayrağını çekmişti. (Not: CSKA maçındaki Beşiktaş o kadar kötüydü ki, belki de ondan daha kötü olan bir takımdan 2 gol yediler) İnönü’deki tek ses (olumlu ya da olumsuz) artık yok, tam tersine birileri birilerini bağırarak susturmaya çalışıyor. Sonra bağırmakla kalmayıp birçok yerde birbirleriyle kavgaya başladılar. Taraftarı kimin ikiye böldüğünü hepimiz biliyoruz. Zaten bugünkü Beşiktaş’ın baş sorumluları da onlar. Her defasında, dünkü maçta olduğu gibi (Kupaları unutma vefasızlık yapma pankartı) geçen sezona gönderme yapıp taraftarı yatıştırmaya çalışıyorlar. Ama aradaki yazda, geçen sezonun şampiyonunu zor durumda bırakan onlar değil mi ki? Önce ellerine yüzüne bulaştırdıkları, acemice davrandıkları Mehmet Topuz olayı. Çifte kupalı şampiyonun aldığı büyük bir darbeydi bu. Bunu unutturmak için Nihat’a sarıldılar. Önce anlaşıp sonra vazgeçen Nihat’ın, ikinci kez kapısını çalarken bir darbe daha aldıklarının farkında değillerdi. Takımın ihtiyaçlarına göre değil de diğer takımların etkisinde kalınarak yapılan transferlerden kim ne fayda sağlamış ki? Rikaard, Keita ve Elano da diğer rakibin büyük darbeleriydi. Daha lig başlamadan, iki büyük rakibi karşısında zaten kaybetmişti Beşiktaş. Bu psikolojik yenilginin taraftar ve oyuncuları üzerindeki etkilerini görüyoruz şimdi. Ha bir de kendi içlerinden darbe alıp durdular, oyuncuların, antrenörün emeklerini hiçe sayıp “o kupaları dualarla aldık” diyenlerden. “Geçen sezon aldattı” deyince bana kızıyorlar. Doğru bir yönetim olsa bu hataları yapar mıydı? Unutmadan şunu da belirteyim. Her yeni sezon eskisini unutturur. Yani geçmişteki başarılar, sizin bu sezonki hatalarınızın söylenmesini engelleyemez. Taraftar sürekli başarı ister. Siz “ben geçen sezon başarılı oldum, birkaç sezon beni idare edin” derseniz “her sezon başarılı olacağım” diyen idareceler yerinize hemen bulunur. Bu acı gerçeği yöneticiler oluşturdu, sürekli başarıya aç taraftar… Bu söylediklerim tüm kulüplerimiz için geçerli Söylediklerimizi özetlersek, ki bir çoğunu daha önce defalarca belirttim, Denizli’nin sisteme uygun olmayan transferleri, yine Denizli’nin sistem inadı, çokça da yönetimin yanlışları Beşiktaş’ı bu günlere getirdi. Şu anda bir teknik direktör istifası takımı daha da bilenmezlere sürükleyebilir. Bu nedenle mevcut teknik direktörün teknik düşüncelerini değiştirmesi gerek. Hala inat ederse… Denizli’ye gelirsek, daha önceki yorumlarımı değiştirecek bir faklılık göremedim. Hala düşme favorilerimden biri. Rijkaard sarı-lacivertli formayla tanıştı. İşin esprisi bir yana, son iki haftadır endişelerimizi belirtsek de sadece biz kendimizi üzmüşüz. Yoksa Panathinaikos maçı ile gün yüzüne çıkan bazı gerçekler, skor ardına gizlenince görünmesi zor oluyor. Ama bunları Rijkaard da görmezse…Ankaragücü aslında ilk yarıdaki görüntüsü ile Galatasaray’ı üzmeyen bir oyun oynadı, nerdeyse hiç hücum yapmadı. Ama işin garibi Galatasaray da bir şey oynamadı. Galatasaray’ın gol atabilmesi için iki kanadın etkili olması lazım. Formu düşen Arda, bu maçta toparlar gibiydi ama formda Keita yerine oynayan Aydın etkisizdi. Baros da özellikle ikinci yarının başındaki net pozisyonları kaçırınca Galatasaray gol bulamadı. O ana dek hücumu düşünmeyen Ankaragücü de fırsatlar aramaya başladı. Altmışıncı dakikadan sonraki on dakika şunu gösterdi ki, Ankaragücü gol atacak ve Galatasaray’ın maçı kazanabilmesi için goller bulması gerek. Galatasaray golü bulamadıkça savunmasındaki açıklar arttı, buna bir de orta sahanın oyundan düşmesi eklenince (not: daha ilk haftalarda yazılarımda, bu oyun sistemi ile tüm yükün orta ikili de olacağını belirtmiştim bknz. ilk haftanın ardından "Bence Galatasaray yönetimi ortaa saha oyuncularını hemen Yasemin Dalkılıç'ın yanına göndermeli, ciğerleri iyice açsınlar diye. İşin şakası bir yana eğer öndekiler orta sahaya destek vermezse, Galatasaray özellikle hızlı pas yapan ve araya süratli koşular yapan takımlardan çok gol yer." Ankaragücü’nün pozisyonları iyice netleşmeye başladı, nerdeyse her atak gollük pozisyon oluyordu. Sonunda Ankaragücü golü geldi. Golden sonraki oyunu görünce, Ankaragücü’nün yeni gollerin geleceğini tahmin etmek zor değildi (baknz. ikinci haftanın ardından "Üstelik Denizli'den dörde üç pozisyonda kalıp gol yediler. Bence Galatasaray yediği bu golü düşünmeli. Kaptırılan topta geriye hiç kimsenin gelmemesi en büyük sıkıntıları olacak"). Her takım puan kaybedebilir, yenilebilir bundan doğal bir şey yok. Önemli olan bu yenilgilerden ve puan kayıplarından dersler çıkarmak. Milli maç arası bir fırsat. Forvetlerdeki form düşüklüğü, orta sahadaki düşüş (Topal ve Sarp’a alternatifler yaratılmalı, Barış her an hazır tutulmalı) sorunları halledilmeli. Bir de Rıdvan’ın bolca dediği “bir B planı” yaratılmalı, çünkü sanırım Galatasaray’ı çözmeye başladılar. Her takım önce Strum Graz’ı sonrada Ankaragücü’nü örnek alacak, orta sahadan hızlı çıkan forvete destek olacak oyuncular Galatasaray’ın yeni baş ağrıları olacak. Ankaragücü, geçen hafta değindiğim şehir takımı olma yolunda hızla ilerliyor. Metin inan yerine daha iyi bir santraforları olsaydı maç daha öncelerden bitebilirdi. Ceyhun’un formu takıma sınıf atlatıyor. Bir de Darius Vassel’den tam randıman alırlarsa Bursa, Eskişehir grubuna katılabilir. Açıkçası Fenerbahçe-Gençlerbirliği maçında Gençlerden beklediklerimi Fenerbahçe yaptı. Maça, öğlen gelen Galatasaray mağlubiyetinin havasıyla da hırslı ve istekli olarak müthiş bir pres ile başladılar. Bu coşku ve pres golü de erken getirdi. Golün gelmesi Fenerbahçe’nin hızını kesmedi ve baskıyı devam ettirdiler. Bir ara öyle bir maç oldu ki, Gençlerin savunmasından dönen her topu Fenerliler alıp yeni bir hücuma başladılar, maç tek kaleye döndü. Ama ikinci gol gelmedi. İkinci yarı Gençler kendine gelir gibi oldu. Bu bile Fenerbahçe kalesinde gol pozisyonları oldu. Bu pozisyonlar da Volkan’ı dört yıldızlık yaptı. Futbol böyle enteresan bir şey: tek kale oynarsın gol atamazsın, rakip baskı kurunca en zayıf halkan Dos Santos’un ara pasına Alex koşusu ikinci golüatarsın. Bu gol Gençler’i iyice oyundan düşürdü. Geçen hafta, “böyle oynarsa Gençleri zor geçer” dediğim Fenerbahçe, ligin ilk haftalarına geri dönüş yaparak maçı aldı. Bunda Alex’in müthiş oyunu, Emre’nin geri dönüşü, Bilica’nın savunmadan çıkardığı pasla toplar, formu ve uyumu giderek artan Christian’ın rolü büyük. Bunlar Fenerbahçe’nin iyi yanlarını gösteriyor. Yukarıda saydıklarıma Volkan’ın performansını ilave edince, dikkat edilmesi gereken noktalar gün yüzüne çıktı. İyi oynarken ve rakibi fazla oynatmazken, kısa sürede bu kadar çok kurtarış yapılacak pozisyon olması DAum için yeni çalışma konuları olmalı. Her zaman söylüyorum: Fenerbahçe’nin başarısı kanat katkılarına bağlı. Dünkü maçta Mehmet Topuz kanat oyuncusundan çok tipik orta saha gibi oynadı, hiç sıfıra inmedi inmeyi denemedi bile. İşte Kazım’ın farkı… Dos Santos’taki düşüş hala devam ediyor. Şu takımın en zayıf halkası olarak görülüyor. Gençlerbirliği’nin yenilgiye rağmen, ikinci yarıda ikinci gole kadar oyunu, onlar hakkındaki düşüncelerimin doğruluğunu gösteriyor. Her zamanki presi yapamamalarına (belki de Fenerbahçe’nin yaptırtmaması) rağmen, iyi pas yapan bir takım. Ama Kahe çok ağır kalıyor bu takıma. Sercan gibi sürekli dolaşan bir santrafor tipi Gençlerbirliği’nin şu durumunu daha iyi noktaya getirir. Bu haftanın kazananı, o müthiş baskıya rağmen kazanan Beşiktaş. Milli maç arası yine imdada yetişti. Kaybedeni ise Galatasaray. En kötü berabere kalmaları iyi olurdu. Ayrıca yenilginin son on dakikada üç golle gelmesi moral bozucu oldu. Onlar da Milli maça sevinenlerden. Fenerbahçe’nin bu galibiyeti normal, şampiyonluğa oynuyorsan kendi sahanda puan kaybetmeyeceksin. Ama rekor ve beş puan fark getirmesi büyük bir moral oldu. Önümüzdeki hafta "umutsuz" Mill maçlar dolayısyla ligde maç yok. Sonraki hafta bizi yine güzel maçlar bekliyor. Galatsaray-Trabzon maçı haftanın maçı bence. Son haftalardan çok farkli bir Galatasaray izleyebiliriz hazırlıklı olun. Gazinatep deplasmanındaki Fenerbahçe'nin işi de bir hayli zor. Avantajları, Gaziantep'in hızlı form düşüşü, kendilerinin ise ilk haftalardaki forma adım adım yaklaşmaları. Bu maçı da alırlarsa bir şehir takım deplasmanın daha 3 puanla dönerek büyük avantaj sağlayacaklar. Ama üzerlerindeki rekor ve yenilmezlik baskısı her an farklı sonuçlar doğurabilir. İki hafta sonra görüşmek üzere...

 
Toplam blog
: 24
: 743
Kayıt tarihi
: 24.03.09
 
 

İzmirliyim, ve İzmirli olmaktan gurur duyuyorum. İşlerimden fırsat buldukça kitap okumayı çok seviyo..

 
 
 
 
 

 
Sadece bu yazarın bloglarında ara