- Kategori
- Müzik
Şemsiyesiz sarhoşluk...
Yine çocuktum… Yeni yeni gece gezmeleri… Kısa öykülerin toplandığı bir kitap gibi hepimiz kendi içimizi dökmüşüz ortak bir sesin peşine… Adımlıyoruz bizden evvelkilerin geçtiği yokuşlu Ankara yollarını… Vesaire… Bunları biliyorum…
Yine bir gece… Bir dergi ( ya da ona benzer bir şey) bürosunda sabaha karşı ilk defa dinlemiştim… “Ölüdeniz” albümü… Artık varolmayan bir hayat tasavvurundan bahsediyor gibi sakin, sessiz; muhteşem kanun soloları eşliğinde Emin İgüs’ ün harika vokaliyle girişi çıkışı olmayan öyküler anlatıyorlardı, sınırsız… “ Dayanmak onlara düştü / onların haline ağlamak bize” ya da “ne büyük savaşçılar geldi geçti/ her akşam bir umuttan sessizce/ her akşam bir direnç yaratabilen” …
( Çocukluk araştırma halidir… Onu kaybettiğin anda çocukluk biter… Artık başka bir şeysindir…)
Kendi sesine bir türkü arayan herkes gibi sonsuz bir iştahla Ezginin Günlüğü külliyatına giriş yaptım…
Ezginin Günlüğü sevenleri tarafından yaygın olarak iki ayrı grup olarak ele alınır… Yani kuruluştan Hakan Yılmaz, Emin İgüs, Tanju Duru,Cüneyt Duru, Nadir Göktürk' lü kadroyla "İstavrit" albümüne kadar olan süreç ayrı bir grup olarak; "İstavrit"albümü ile başlayıp bugüne kadar gelen Hüsnü Arkan ve Nadir Göktürk' ün sözleri ve müzikleri yazdığı ayrı bir grup… Ben de bu eğilimdeyim… Bunun iki önemli nedeni var… İlki, kurucu gruptan "İstavrit"e sonraya bir tek Nadir Göktürk' ün kalmış olması ve ikincisi de Hüsnü Arkan' ın önceki grubu oluşturan insanlardan başka türlü bir yaratıcı olması hasebiyle ortaya çıkan ürünün bambaşka bir şey olmasıdır…
İlk gruptan başlayalım…"Seni Düşünmek" (1985), "Sabah Türküsü"(1986), "Alagözlü Yar"(1987), "Bahçedeki Sandal"(1988) ve "Ölüdeniz"(1990) … Bir de arada Çekirdek Sanatevi' nde yapılmış bir dinletinin kaydı… Söylenecek fazla bir şey yok aslında… "Seni Düşünmek" albümünün kapağında her şey anlatılıyor… Bir bağlama, bir gitar… Ve ikisinin bileşimi olduğunu düşündüğüm bir başka enstrümanın sapından çiçek şeklinde fırlamış kırmızı ve mavi kalpler… Bu albümlerde ( ölüdeniz hariç) bağlama, gitar ve piyano’nun en rafine halleriyle birlikteliğini görürsünüz… Bir de muhteşem seslerle, müzikte kendini bulmuş, dizginlenemez şiirler… “Ölüdeniz” albümü hem bu süreçteki son noktadır hem de eşi benzeri görülmemiş nitelikte, insanda aşırı dozda parasetamol ya da ne bileyim kodein almış gibi bir his bırakan bir albüm olarak yaşamımıza hüznün rengini bir daha çıkmamak üzere katmıştır…Onlar bugün ve gelecekte her yeni dinleyişte yeni duygular üreterek varolmaya devam edeceklerdir…
O insanların benzersiz performanslarının hakkını teslim ederek ve/ama son derece öznel bir yargıyla şunu söyleyebilirim ki asıl 'hadise' "İstavrit" le başlamıştır… ( Aslında bunu söylememe gerek yoktu… Onlar iki ayrı grup değil miydi… Ama yine de söylemek istedim… Biraz kötüyüm… Evet…)
“Gelene geçene çok sordum / yoluna pusu kurdum / çok aradım dengimi alemde / sonunda ben kayboldum” diye başlayan ’93 tarihli "İstavrit", sanırım Ezginin Günlüğü kitlesinde hafif tertip bir şok etkisi yaratmıştı… Normaldi…Artık başka bir müzik yapılıyordu… Artık başka sözler yazılıyordu… Bu albümden "Sardunya" ve bir sonraki "Oyun" ( 1994) albümünden "Düşler Sokağı" şarkılarının kazandığı popülerliğin de etkisiyle de zaten yeni bir dinleyici kitlesi de oluşuyordu… Bundan sonra enstrümanistler ve Hüsnü Arkan sabit kalmak kaydı ile tek albümlük vokal değişiklikleri ile birlikte ( burada 4 albümlük Feyza Erenmemiş ve son iki albümdeki Eylem Atmaca’ yı ayrı tutmak gerekir) bugüne kadar fazla bir müzikal değişim geçirmeden geldi Ezginin Günlüğü…"Ebruli"(1996), "Aşk Yüzünden" (1998), "Rüya" (2000), "Her Şey Yolunda” (2002), "İlk Aşk" (2003) ve son olarak “Dargın mıyız?" 2005 de çıktı… Arada bir de ‘eski’ Ezginin Günlüğü şarkılarının yeni düzenlemelerinden oluşan “Hürriyete Doğru” yu unutmayalım (1997)…
“Oyun” albümünde grupta üflemelileri çalan Fatih Saçlı’nın Kavafis’ in şiirinden bestelediği “Şehir” şarkısına yer verilmesi ( Hüsnü Arkan ve Nadir Göktürk dışında birinin bestesinin kullanılması bakımından); "Rüya" albümünün benzersiz güzelliği; "Dargın mıyız?" da Nadir Göktürk’ ün ilk defa bir albümde şarkı söylemesi ("Mutlu Son") ‘extra’ durumlar olarak hafızamda kalmış… Feyza Erenmemiş’in akla ziyan, duyguya zarar sesiyle hepimizi manyak ettiği o dört albüm şu an kelimelere dökemeyeceğim denli derin izler bırakmıştır bir de…
Bunlar teknik hadiseler…. Ben kendi işime bakayım…
Henüz çıkmış değilim… Zaten çıkmam… Bunu da biliyorum… Çünkü onlar yalnızlığın en güzel tarifi; aşkın en şemsiyesiz biçimi; yolların ve dönüşlerin ( geriye değil) en sakin anlamı… Çünkü onlar yalanımızın, zarafetimizin, kibirimizin, deliliğimizin, kirlenmiş çocukluğumuzun şaşmaz gerçekliğinde bizlere ‘başka’ hikayeler anlatan, çıldırmış bir dünya da bizim olan ne varsa söyleyen güzel yüzlü dervişlerimizdir…
Bazen bütün kirlenmiş, bazen ölesiye temiz, ruh gibi aşık, 'kül vakti' anka kuşu ama ille de ille de sarhoş… Ne bulduysa onunla sarhoş… Bir bütün halinde, topyekun sarhoş… Budur işte Ezginin Günlüğü’ nün ana rengi… Sarhoşluk… Şiirle, aşkla, yolla, yokuşla, gülle, şarapla, acıyla sarhoşluk…
( Sarhoşluk bir kendini kaybediş ya da insanın zaaflarının ortaya çıktığı bir ‘hal’ değildir aslen… O daha çok bütün renkleriyle yaşama katılmanın hazzını imler insanın ruhuna… Sarhoşluk bir ‘tamlık’ halidir…)
Bir de mucizeler müjdeler insana şarkıları… Her şey bitti mi dedin? Halt ettin!…“Belki yoluna kor bi’ demli çay her şeyi”…Efendim?...
Uzatmayayım… İçimi titreten ne varsa, ne geldiyse şu kafasız başıma, onları yanlarına alıp; hatta bakamadığımda aşkın yüzüne gözümü dikip… Gözümün içine baka baka şarkılar söylüyorlar… aşkın ve yalnızlığın kutsadığı şarkılar...
"Hangimiz oyuncaklar kırmadık… Gel duman gizlesin yüzümüzü / bir sigara ver bana…"
Aslında o kadar çok'lar ve o kadar çok şarkı var ki yazacak, çizecek, anımsayacak, rakı açılacak... Ne yazsam eksik kalacak... Bilen bilir... Bilen yazar...