- Kategori
- Deneme
Seni Duyumsuyorum içimde.
Seni duyumsuyorum içimde.
Hayalinle karışık dizeler okuyorum saatlerce. Her şiiri sana yakıştırıyor her dizeyi seninle bütünleştiriyorum sanki her biri dudaklarından süzülüyormuş gibi her satırı her harfi öperek çıkartıyorum dudaklarımın arasından. Özümseyerek okuyorum bu şiirleri.Her şiirin sonunda kavuşmak oluyor. Seven taraf sevdiğine kavuşuyor. Sevilen biraz nazlı. Seven biraz yorgun. Ama her şiirin sonunda mutlu bir aşk bahçesi aralıyor herkese şair... "Onlar mutlu "diyor" sonra "kavuştu" diyor. Sonra duruyor şair, "Peki ya sen?" diyor usulca. "Senin şiirlerinde kavuşan olmayacak mı hiç?" Durup nefes alıyorum. "Sus şair amca" demek geliyor içimden. "Sus birde sen başlama... İçimdeki sesi yeni kesti sesini. Birde sen üzme beni ne olursun." Cevap vermesine fırsat tanımadan kapatıyorum kitabımı. Müzik ruhumu dinlendirebilir düşüncesiyle hemen o en sevdiğim şarkılardan birini açıyorum. Tanju Okan'ın da söylediği Sözleri Timur Selçuk'a ait olan -İspanyol meyhanesi-
"-ispanyol meyhanesinde bir gece
seninle, seninle başbaşayız üstelik, sarhoşuz adamakıllı, daha içelim, daha içelim ispanyol meyhanesinde öldüğümüzü kimse bilmesin hey garson, butun hesaplar benden bu gece, sen de iç, sen de iç kapat kapıları, kapat kapat, yabancı girmesin ispanyol meyhanesinde öldüğümüzü kimse bilmesin ölelim, ölelim artık, bitsin bu delicesine koşu, bitsin bu koşu..."
Buda dindirmiyor içimdeki sarsıntıyı. Nasıl söyleyebilirimki. 'İçki bana yasak !' diye. Bu sefer kesin çözüm gözüyle baktığım yürüyüşüme tanıklık ediyor bedenim. İlk kez ıslanma arzusuyla hiçbir şeyi aldırmadan kulaklıklarımı takıp.Yürüyorum... Yürüyorum... Yürüyorum... Gözlerimden aşağı süzülen yaşları silmek için bile telezzül etmiyorum. Kendime bu iyiliği yapmayı bile haketmedim ki ben. Sonra duruyorum biryerde. "Hadi..." diyorum " bir çay ısmarla kendine!" Sımsıcak çayımı yudumlarken farkına varıyorum. Uzun zamandır arzuladığım şey buymuş meğer. Düşünmek! Kendi kendime herşeyi irdelemek beynimde. Bütün düşücelerimi, bütün kıvrımlarıyla ele almak. Yanlışlarımı vurmak yüzüme. Doğrularımla övünmek. Hırslandırmak kendimi. Aşağılamak sonra.İşte ihtiyacım olan buymuş. Toprak kokusuna karışmış iyot kokusuyla birlikte varlık ve yokluk arasındaki farkı indirgeyebilmekmiş gidip gelen düşüncelerimin arasında. Bunu kendi kendime keşfetmiş olmanın rahatlığıyla kalkıyorum. Masanın kenarına bıraktığım çay parasının yanına iliştirilmiş olan hayallerimi görmüyor çaycı. Bilmiyor ben o masada hayallerimide bıraktım.Bilmiyor ben o masada yüreğimi bıraktım. Bilmiyor ben o masada direnişimi, davamı, her şeyimi bıraktım. Tekrar devam ediyorum yürümeye. Bir martıya takılıyor gözlerim. Üşümüş sanki suya girip çıkmaktan. O da yağmurdan haz etmiyor anlaşılan. Ama inatla avını yakalamak için dirençli. Ve hep en yükseğe uçup öyle dalışlar yapıyor buz gibi mavi sulara. Peki ya ben? Bende yüksekten uçmuyormuyum hep? Bu yüzden bile bile mutluluk ve kargaşa arasında sıkışıp kalmıyor mu bedenim gizli gizli. Herkesten saklana saklana. Köşe bucak. Ve bu küçük gezintinin hem beni rahatlattığını hemde birazda olsa içime burukluk getirdiğine tanık oluyorum. Geri dönmek üzere caddeye doğru yöneldiğim bir anda üzerime baştan aşağı su sıçratan kırmızı arabanın arkasından ettiğim küfürleri kendime ediyormuş gibi bütün içtenlikle sayıklıyorum. Eve girdiğimde ıslak saçlarım, ıslak kıyafetlerim, ıslak hayallerimle birlikte sıcak bir duş alıyorum. Kendimi yatağa zor atıyorum doğrusu. Dayak yemiş gibi bir his misafirlik ediyor bedenimde. Hasta olabilceğimi düşünüyorum. Gözlerimi kısıp hayal kurmak istiyorum. Yapamıyorum. Onları az önce oracıkta bıraktığımı unutuyorum. Onları bir çaycıya teslim ettiğimi unutuyorum.Kafam karışıyor. Çok karışıyor. Sanırım biraz ilgi istiyorum. Korkuyorum. Ve yine Özlüyorum.